29/11/2010 | Yazar: Emre Korlu

Babamı en çok bağırırken, kavga ederken, somurturken ve alaycı gülümseyişini yüzüme resmederken gördüm .İnsanlık ise; üzerine küçük gelen bir

Babamı en çok bağırırken, kavga ederken, somurturken ve alaycı gülümseyişini yüzüme resmederken gördüm .İnsanlık ise; üzerine küçük gelen bir giysi gibi eğreti durdu bedeninde. Bu her zaman böyleydi.
 
Doğum tarihini hafızamın kuşe kağıdına kaydettiğimden beri, ölüm tarihini de anımsamadım. Annemin ona her sabah hazırladığı kızılcık şerbetlerini nasıl içtiğini gizlice izlemelerim dışında, birbirimize hiç yakın olamadık. O;  hep mesafe koydu aramıza, ben ise; mesafeleri aşmak için cesaret bulamadım. Evimizin içinde kopan kavgaların başlıca nedeniydim. Sanki; daha öncesi yokmuş gibi kendimi suçladım. Sevgi; dedemin babamın yüreğinden geri vermemek üzere aldığı bir duygu, annemin muhtaç olduğu en erdemli kavramdı. Benim için ise; olmasa da olur dediğim bir gereksinimdi sadece.
 
Azla yetinmeyi babamdan yediğim dayakların sonucunda öğrendim. Ne yaparsam yapayım, ondan alabileceğim tek hediye, avuç içlerini gördüğüm o anlardan kalandı. Başarılı olmak için uğraşmadım. Karnemdeki notları düzeltmem dışında, yeteneklerimi gün yüzüne çıkaramadım.
 
Babam benden nefret ettiğini son nefesine kadar yineledi. Numune Hastanesi'nin o sevimsiz koridorlarında, aynı duyguları ona beslemeye çalıştım. Ölecekti ve gidecekti. Rutubetli sesini kulaklarımın ıssız karanlığından alıp, bana bir tek yokluğunu bırakacaktı.
 
Kalbi; 1983 yılı, Nisan ayının 3'ünde durdu... annemin çığlıkları, aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen, beynimde netliğini koruyan tek şey. Babam yok artık. Baba ibaresinin karşılığına verecek bir yanıtım da yok. Gerçi; bu her zaman böyleydi.
 
Ondan bir şeyler kalsın istemiştim. Sırtımdaki izmarit izlerinden, kafa derimdeki yara lekelerinden bambaşka şeyler.Onu bana sorduklarında iğne deliğine sıkışmış ve benim fark edemediğim güzel anlarımızın olduğunu görmek istemiştim.
 
Şimdi yabancı bir ülkenin, yabancı bir şehrinde babamı unutabileceğim kadar uzaklardayım. Bazen yüzünü anımsamaktan korkup, farklı yüzlere bakmayı tercih ediyorum. Onun adını taşıyan insanlardan uzak duruyorum. Okuduğu kitapları seçmemeye, sevdiği renklere dokunmamaya gayret ederek yaşıyorum. Ara sıra kızılcık şerbeti yapıyorum kendime ve o yılları anımsıyorum.
 
1970'li yıllarda kalan, annemin sabahın erken saatlerinde babamın kahvaltısına yetişmesi için bardağa hızlıca doldurduğu o şerbetin kokusu geliyor burnumun ucuna ve nedendir bilmiyorum sanki o evin içindeymişim, kapı eşiğinde bekleyip, gizlice babamı izliyormuşum gibi hissediyorum.
 
Oysa;ben babama hep uzaktan baktım. Sığınabileceğim bir delik arasında, benden sakındığı gülümseyişlerini televizyonda dönen saçma sapan karelere tüm cömertliğiyle sunarken gördüm onu.
 
Nefreti sadece bana duydu, babam. Tanımadığı insanlara hep farklı yüzüyle yaklaştı. Çünkü; ben onun oğlu olmak yerine, kızı olmak istedim. İnsan hiç tadını bilmediği bir şeyi benimsemezdi, işte ben; bu yüzden onun tarafından sevilmekte istemedim. Sadece bir şey olsun istedim.
 
1983 yılı, Nisan ayının 3'üne geç kalmış bir şey; bir kez olsun babamın baktığı noktada olabilmek…
 

Etiketler: yaşam
İstihdam