09/07/2010 | Yazar: Aykan Safoğlu

Open, Minnesotalı genç yönetmen Jake Yuzna’nın ilk filmi.

Open, Minnesotalı genç yönetmen Jake Yuzna’nın ilk filmi. Hermafrodit Cyntia’nın Gen ve Jay isimli trans kadınların birbiriyle yaşadıkları aşka hayranlığı veya Sid ve Nick’in normatif gey ilişkileri zorlayacak aşkı, filmi epey değerli kılıyor. 

Bu sene 60. Uluslararası Berlin Film Festivalinde izleme şansını bulduğum Open, Festivalin queer filmlere verilen Teddy Ödülleri’nde, Jüri Özel Ödülü’nü alarak hepimizi sevindirdi. Bu sayıda bir değişiklik yaparak Kült Filmler’de ileride epey anımsanacak bu filmin yönetmeniyle yaptığımız bir röportajı basmak istedik.

Aykan Safoğlu: Dikkatimi çekti, Open birçok sanat kurumu tarafından desteklenmiş. Minnesota nasıl bir yer? Herhangi bir filmin finansal destek bulması zor mu, fon vs.?
Jake Yuzna: Minnesota harika bir yer. Oldukça açık görüşlü ve sanata epey destek olunuyor. Canlı ve bazı değerleri hayatta tutabilmek için elinden geleni yapan bir yer. Müzik film ve sanat alanında oldukça iyi, underground işler çıkıyor. Sanat yaratımı için lokal desteğin olması da ayrıca güzel bir şey. Bu sanat üretiyorsanız gerçekten hayati bir şey.
Bir şeyler gerçekleştirmek isteyen insanları destekleyen bir ruhun varlığından söz edilebilir. Bir galeri mi açacaksın, film mi çekeceksin? Elde olan, çevreni sarmalamış heyecanlı ve yaptığın şeye kendisini vakfedebilecek bir kitle… Eldekiyle en iyisini başarmak için dinlenmek nedir bilmeden, elinden gelenin en iyisini ortaya koyup, sonunda piyasaya çıkacak şeyi uluslararası platformda gösterilebilecek değerde bir yapıta dönüştürmeye çabalayan insanlar olduğundan bahsediyorum. Ben de bana destek olmaya hevesli insanlarla karşılaştığım için kendimi şanslı sayıyorum. Film için para bulmak epey zor bir şey, genelde ekipman ve birtakım hizmetler için fonlara başvurdum; iletişime geçtiğim insanlarda beni yarı yolda bırakmadı.
 
Hiç MAW (Minneapolis Art on Wheels/ Minnesota Tekerler üzeri Sanat)[1]
diye anılan, kamusal alanı büyük ölçek projeksiyonları, video ve ses ile daha farklı anlamlandıran bir kolektiften haberdar mıydın? Senin karakterlerinin de sanki böyle bir etkisi var desem, ne dersin?
Hayır, hiç duymamıştım. Ama enteresan görünüyor, yaptılkları şeyler. Demin değim gibi Minnesota ile dediklerimle alakadar. Orada her daim şehrin etrafında enteresan şeyler yapan insanlar olacak. Bu gerçekten Minneapolis’e özel bir şey ve buna bayılıyorum.
 
Ama karakterlerin de böyle olduğu konusunda senden ayrılıyorum. Karakterler bu bahsettiğim tavırdan sıyrılıyorlar. Aynı amaçlara güdümlü değiller, filmdeki karakterler sadece hayatlarını yaşamaya çalışıyorlar, yani hikayelerimizi esinlendiğimiz gerçek yaşantılar gibi… Ben, yönetmen olarak, onları büyütüp perdeye yansıtarak, izleyicinin onların hayatının ne manaya geldiğini görmesini sağlıyorum.
 
Film başkarakterlerinden biri genç hermafrodit Cyntia. Gen ve Jay isimli, düzenli yaptırdıkları estetik ameliyatlarla birbirilerine benzemeye çalışan transseksüel bir çift ile tanıştığında ilk defa “pandrogony”[2] kadar benzemek isimli bir kavramdan haberdar oluyor. Senin için bu kavram ne anlama geliyor? Sence de epey sinematografik bir aşkın tarifi değil mi?
Bu kavram filmin başrol oyuncuları Genesis ve Lady Jaye Breyer P-Orridge tarafından ortaya atıldı ve ben de onların tanımlarına ve hayatı algılayışlarına sadık kalmaya çalıştım. Bu gerçekten onların yaratımı olduğu için, sanırım bu konuda benden daha iyi konuşabilirler. Ama bu sevginin ne kadar güçlü olabileceğini güzel bir yansıması. İnsanların duygu dünyasında hâlâ yeterince işlenilmemiş bir potansiyel olduğuna inanıyorum. Duygularını açabilmemiz için, birbirimizi gücümüz yettiğince yüreklendirmeliyiz.
Bu filmsel bir aşk mı, pek emin değilim. Yani aşkın filmsel halinin şu an yaşandığı halinden farklı olduğundan pek emin değilim. Ama her haliyle, filmdeki aşkın, günümüzdeki aşk anlayışından daha güçlü ve adanmış bir biçimi olduğu kesin.
 
Filminde bir tek doktor görmesek bile, Open hormon tedavisi ve operasyonlar üzerine harika bir film olarak kredilendirildi. Estetik operasyonlar, tıbbi müdahaleler sence de queer yaşam biçimlerinden ayrılamayacak unsurlar mı?
Evet, bu doğru, doktor görmüyoruz.. İlla yer alsınlar diye düşünmemiştim de... Görüp görebileceğimiz bir doktor sonuçta. Ve ameliyatlar bu yaşantıların bir parçası, ama bundan daha da önemli bir şey değil. Buna yoğunlaşıp, bunu büyütmektense yansıtmayı tercih ettim.
 
Bana sorarsan, queer yaşam biçimlerine içkin bir şey değil. Bu operasyonlar tüm insanlığın biçim algısını belirli bir süredir etkilemekte zaten. Bu sadece çok hızlı oldu.
 
Ve artık o kadar sıradan bir şey ki, sorgulamıyoruz bile. Yani genelde beklenilenin aksi yönde olan şeyler insanların ilgisini çekiyor ve genelde yadırganıyorlar. Böylesi dışlama ve benimseme pratikleri epey ilgi alanıma giriyor.
 
Bunun yanında queer cemaatin, tıbbın insan vücudunun formunu değiştirmek için sunduklarıyla epeydir ilgilendiğinin de farkındayım. Bu da elbette toplumsal cinsiyet ve cinselliğin tanımlarını kırmaya çalışan keşifler yapan bir cemaat için de hayli manidar.
 
Sinema salonunu terk ederken bir kadının “çok estetik bir filmdi.” Dediğini hatırlıyorum. Sence bu tam olarak ne demek? Eğer hemfikirsen, bir başka soru da “filminin estetik operasyon geçirip geçirmediği?”
Elbette. Sanat geçmişim var ve görsel şeyleri beni kolayca harekete geçirebilir. Renkler, kompozisyonlar, kostümler ve tabi ki müzik. Bunlar elbette birtakım şeyleri iletebilmek için seçtiğin şeyler bunlar. Sanırım bunlar bir yönetmen olarak benim duyarlı olduğum şeyler, ama elbette o kadının ne kastettiğini görebiliyorum.
Filmde o kadar çok, sizi nakavt edebilecek güzellikte insan var ki, mekanlar, renk kombinasyonları, vs… Ama filmin bir operasyon geçirip geçirmediğini soruyorsan. Hayır, bu başından beri, setten itibaren filmin bu yönde ilerliyor.
 
Karakterlerin beyaz perdeye yansırken sanki henüz başlamış bir çağın insanları için, adeta birer öncü olarak öne çıkıyorlar. Bu dünya neye benziyor? Şehirler nasıl? Burada mimarinin işlevi ne? Terk edilmiş mekânlar? 
 İlginç olan da bu. Dışarıda başka ne olabileceğini hayal etmek... Umarım dediğin, bizim insan oluşumuzun ve duygularımızın özünde, bunların merkezinde oluşan bir şeydir. Güzel olan da bu olur. Mimari? Bilmiyorum. O kısmı mimarlara bırakırım. Şimdi, bence biz, hatta -kendi adıma konuşayım- ben, geçen yüzyılın kalıntılarını temizlemeliyim. Eski fikirlerin izlerini silmeli. Ancak o zaman bu kısmı geçmek için önümüzü görebileceğiz.
Filmde trans bir erkek, bir gey ile yaşadığı cinsel deneyimin ardından hamile kalıyor. Filminizi geyler nasıl algıladı?
Oldukça iyiydi diyebilirim. İnsanların kendilerini hangi karakterlerle ilişkilerdirdiğini görmek epey ilginç oldu. Elbette bir genelleme olacak ama eşcinsel erkekler daha çok Nick ve Sid ile ilgilenirken, kadınların Cynthia’nın hikayesine daha kolay daldıklarını düşünüyorum. En başında insanların nasıl tepkiler vereceğinden emin olamıyordum. Film bittikten sonra konuştuğum bir sürü gey izleyicinin aklının, bir trans erkekle aşk yaşamak fikriyle çelindiğini düşünüyorum. Daha önce böylesi bir fikri akıllarına dahi getirmemiş olduklarını açıkça belirttikten sonra, bu olasılığı merak ettiklerini gizlemiyorlar. Bunu bir kompliman olarak algılıyorum. Bir insanın olayları başka türlü görmelerine vesile olan bir film yapmış gibi hissediyorum.
Bu bize neyi gösteriyor? Butler’ın toplumsal cinsiyetin performatif olduğuna ilişkin tezi?
Böyle bir şey diyebilir miyim bilmiyorum. Sadece insanların biraz rahatlayıp neyin mümkün olduğunu görebilmeleri için kendileriyle bir deneye açık olmalarını umut ediyorum. 
 
Filmin dünyasında bir tek heteroseksüel olmadığı gerçeğiyle büyülendim. Filmin evreninde neredeler sahi?
Eh, etraftalar aslında. Bu filmi hayatımızın orta yerinde gerçekleştiğini düşünerek hayal etmiştim. Gördüğümüz şey, olmakta olanın ufak bir seçkisi. Veya daha önce pek farketmediğimiz kısımların altını çizen bir tavrı var. Yani görece genişleyen bir bilinç denizine köpürcükler gibi karışmakta olan değişim çizgisini izleyen bir takip ışığı gibi…
Yani umut ediyorum böyle olmasını.
Cynthia’nın son hamlesini nasıl yorumlayabiliriz? İntihar mı, inanç sıçraması mı?
İzleyiciden izleyiciye değişir. Benim için kesin bir cevabı yok, yoruma açık.
 
İstanbul’a gelip filmini bizlerle Onur Haftası kapsamında göstermeyi düşünür müydün?
Hem de o kadar çok isterim ki, harika olurdu!


[1]MAW, 17. İstanbul LGBTT Onur Haftası’nda İstanbul’da da The Marmara Oteli’ne yansıtmalar yapmışlardı.
[2] estetik operasyonlarla karşımızdaki insana benzemek için, onun mimiklerini dahi benimseyebilmek için estetik operasyonlar geçirmeyi öngören sevgi anlayışı
 

Etiketler: kültür sanat
nefret