18/06/2014 | Yazar: Orhan A

Israrla azınlıklaştırılarak tecrit edilen ve sayısı giderek artan azınlıkların ülkesinde devlet kurumlarının en tepesine oturtulacak kişinin kim olacağını düşünmenin ne anlamı olabilir ki?

Cumhurbaşkanlığı seçimleri bir süredir gündemimize oturdu. Özellikle CHP ve MHP’nin “çatı aday” kararından sonra bu konu hakkındaki haberler basında daha fazla yer etmeye başladı. Söz konusu çatı adayına yönelik olumlu ve olumsuz eleştirilerin yanı sıra RTE ve HDP’nin tepkileri de konuya ilişkin haberlerin başında yer alıyor. Peki, bir azınlığın gözünden Cumhurbaşkanı seçiminin önemi nedir acaba?

 

Azınlık dedim ama öteki de diyebilirdim. Başka bir deyişle, Türk, Müslüman, Sünni, heteroseksüel, engelsiz ya da biyolojik erkek olmayan bireyler için cumhurbaşkanı seçimleri ne ifade ediyor? Burada bahsettiğim “ötekiler” bilhassa gönüllü asimilasyonu içine sindirememiş ve azınlık kimlikleriyle resmi ideolojide ya da hâkim kültürde kendilerine yer edinemeyen bireyler elbette. Öte yandan muhafazakâr eğilimli, ulusalcı ya da Türk milliyetçisi olsalar bile cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleriyle ötekileştirilenleri de kastediyorum. Kime oy verirlerse versinler mecliste, yasalarda ve devlet kurumlarında temsil edilmeyerek, hak ve özgürlükleri güvence altına alınmayarak, kısacası hukuken ve günlük yaşam pratiklerinde ısrarla azınlıklaştırılarak tecrit edilen ve sayısı giderek artan azınlıkların ülkesinde devlet kurumlarının en tepesine oturtulacak kişinin kim olacağını düşünmenin ne anlamı olabilir ki? Aslında sorunun soruluş biçimi cevabına da göz kırpıyor. Böyle giderse yine hiçbir bir anlamı olmaz.

 

Bir de olup bitenlere bakalım. Sayıca AKP’nin karşısındaki en büyük iki muhalefet partisinin tarihsel olarak birinin sol, diğerinin aşırı milliyetçi sağ kanattan geliyor olmasına rağmen ortak bir aday göstermeleri ne anlama geliyor? Çok basit. Hep yaptıkları gibi “çoğunluğa” oynuyorlar. Zaten iktidar partisinin hitap ettiği kesim -büyük ölçüde- Türk ya da gönüllü asimile ve muhafazakâr Sünni sağcı çevreler ile ekonomik istikrar yanlısı liberal (demokrat demiyorum ekonomik anlamda liberal, yani özgürlük savunucusu anlamında liberter değil) iş insanları (içlerinde kadınlar da var) iken, en güçlü muhalefet partileri de ılımlı İslam sempatizanı bir erkeği çatı adayı olarak seçiyor. AKP adayının da RTE olduğunu tahmin edersek, resmi ideolojinin koruyucu melekleri tarafından önümüze sunulan cumhurbaşkanı adayları sadece ulusalcı, Kemalist, muhafazakâr ve milliyetçi çevrelere hitap ediyor. İster AKP’nin adayı olsun ister CHP-MHP’nin, söz konusu adaylar bu ülkede yaşayan ya da tarihsel olarak bu ülkeyle derin bağları olan ve Türk ya da Müslüman olmayan hiçbir çevre için, içinde sıkıştırıldıkları ideolojik çember nedeniyle, kendilerini temsil etme niteliği taşımıyor. Söz konusu adaylar azınlıkları temsil etmedikleri gibi geldikleri ideolojik arka plan bakımından azınlıklara yönelik bir kaygı ve umutsuzluk unsuru oluşturuyor bile diyebiliriz.

 

Kılıçdaroğlu tıpkı yerel seçimlerde yaptığı gibi stratejik siyaset kartını oynuyor. Mansur Yavaş’ı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday gösterirken milliyetçi çevrelerin oylarını hedeflediği gibi şimdi de Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstererek zaten cepte saydığı CHP-MHP oylarına ek olarak AKP seçmeninin gönlünü kazanmaya çalışıyor. Tabi stratejik düşüncenin sırrına aklımız tam olarak ermediği için esas hedefleri RTE’yi Cumhurbaşkanlığına aday olmaya zorlamak mıdır bilemiyoruz. Ancak demokratik cumhuriyet arayışındaki biz azınlıklar ve kendini azınlıkta hisseden herkes açısından işin ironik kısmı sözüm ona çatı adayının partiler üstü kimliğinden ve kendisini herkesin cumhurbaşkanı olmaya aday kılan –benimsediği- o evrensel değerlerden dem vurulması. Geçmişini araştırdığımızda İslam üzerine yaptığı çalışmalardan öteye gidemediğimiz İhsanoğlu, kadın ve LGBTİ bireylerin hak ve özgürlükleri açısından, Kürt özgürlük mücadelesi açısından, Türk ve Müslüman olmayan bireyler açısından herkesin kendini güvende hissetmesini sağlayabileceği hangi partiler üstü evrensel insani değerlerin savunucusudur gerçekten çok merak ediyoruz.

 

CHP’li Şafak Pavey ve bir takım akademisyenler CHP-MHP uzlaşmasını bir stratejik manevra değil de sosyolojik açılım olarak yorumluyorlar. Bunun anlamı da Türk milliyetçisi, ulusalcı ve laikçi temelin üzerinde debelenen bu iki partinin İslami kimliği ön planda duran bir adayı öne sürerek ülkenin çoğunluğunun Müslüman ve muhafazakâr olduğu gerçeğine boyun eğmeleri olsa gerek. Yani çoğunluğun talebine göre siyaset yapmayı “sosyolojik açılım” olarak allayıp pulluyorlar. Evet, “halk için halka rağmen” geleneğinden gelen bir parti için bu gerçekten de bir açılım, ancak demokratik değil “popülist” bir açılım.

 

Son çare olarak, gözümüzü HDP’ye çeviriyoruz... Elbette içlerinde hak ve özgürlük mücadelesinin her cephesine destek veren insanlar var ve kanımca bunda samimiler. Ancak, Soma katliamından sonra dişe dokunur bir açıklama yapmamaları, LGBTİ mücadelesine destek verirken bazı milletvekillerinin “onlar da insan” ve bu minvalde lafları aşan derinlikte bir tavır takınamamış olmaları ya da Haziran İsyanı sürecinin başlarında Gezi’yi kendi mücadeleleri olarak görmemeleri gibi unutulması zor hataları olan HDP’lilerin ya da eski BDP’lilerin de herkesin cumhurbaşkanı olma iddiası güven verici görünmüyor. Öte yandan bu şüphelerin kaynağı olan Selahattin Demirtaş gibi isimler yerine Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in HDP tarafından cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilebileceğine dair söylentiler de var. İşte böyle bir seçim HDP’nin bu ülkenin tarihindeki en radikal ve en ayakta alkışlanası kararlarından biri olur. Çünkü bir ülkeyi gerçekten demokratik yapan etmen içindeki çoğunluklardan öte, azınlıkların temsil edilebilme düzeyidir.

 

Ama yine de bir cumhurbaşkanı adayına sormamız gereken soru kim ya da ne olduğundan çok hangi evrensel değerleri benimsediğidir. Bu ülkede ezilen, ötekileştirilen herkesin hakkını eşit bir biçimde savunan, özgürlük mücadelesinde ve kimlik siyasetinde değerler hiyerarşisine yenik düşmeyen her aday ister Müslüman olsun ister Hristiyan, heteroseksüel ya da eşcinsel, Türk ya da Ermeni, sonuçta herkesin cumhurbaşkanı olmaya layıktır. Aksi halde cumhurbaşkanlığı seçimi azınlıkların gözünde yine masa başı demokrasisinin fuzuli bürokratik aşamalarından biri daha olmaktan öte bir anlam ifade etmeyecektir. Ama hakkını verelim, gündemi çok meşgul eden bir aşama! 


Etiketler:
nefret