16/08/2018 | Yazar: M A

Bizlere zaten queer ve feminist teori alanı bırakıldığı için üstü kapalı bir şekilde “erkek” işi olan konulara karışmamamız söyleniyor.

Uzun bir süredir sosyal kimlikleri heteroseksüel olan erkeklerin kadınları ve LGBTİ+’ları akademide ve entelektüel alanlarda nasıl bertaraf etmeye çalıştığına dair bir şeyler okuyor ve düşünüyorum. Bugün feminist teorinin bize kazandırdığı mercekler sayesinde kadınların, LGBTİ+’ların ve diğer dezavantajlı grupların neredeyse görünmez ve ölçülemeyecek biçimlerde hayatın her alanında ayrımcılığa maruz bırakıldığını biliyoruz.[1]  Ben bu yazıda cinsiyetçiliğin, homofobinin, transfobinin ve queerfobinin çeşitli bilgi üretme alanlarında nasıl pratik edildiğine dair kendi kişisel deneyimlerimden ve gözlemlerimden yola çıkarak bazı aktarımlarda bulunmak istiyorum.‘’Deneyimselliği’’ merkeze alan bu yazı doğası itibariyle sosyolojik verilere dayanmayacaktır. Zira yazının benim gibi ister akademi alanında ister bir gazetede isterse bir yayın evinde olsun kendi öznelliğini ortaya koymaya çalışan kadın ve LGBTI+’lara dokunması son derece mühim.

Yakın zamanda felsefe yüksek lisansına başlayacağım arkadaş çevremde duyulunca birçok kişiden tebrik eden güçlendirici mesajlar aldım. Felsefe gibi kendimi uzun zamandır yakın gördüğüm bir alanda akademik çalışmalarımı sürdürecek olmak benim için gerçekten heyecan verici bir süreç olacaktı. Bu tebriklerin ve destek mesajlarının içinde sistematik olarak karşıma çıkan bir ‘’tebrik’’ biçimi vardı ki bu yazının ana konusunu oluşturuyor. Birçok heteroseksüel erkek arkadaşımdan da kadın ve LGBTİ+’lardan aldığım gibi tebrik ve destek mesajı aldım veya karşılaştığımız vakit bana güzel dileklerini ilettiler, ancak sıklıkla tezimi beden üzerine mi queer teori üzerine mi yoksa queer feminizm üzerine mi yazacağıma dair sorularla muhatap oldum.  Ben genel olarak Din Sosyolojisi, Teoloji, Siyaset ve Sanat Felsefesi gibi alanlara kendimi yakın bulurken ve tezimi de bu alanlara dokunan bir şekilde yazmayı planlarken bu sorular da nereden çıkmıştı? Benim Feminizm ve Queer üzerine tez yazacağım ön kabulü nereye dayanıyordu?

Muhtemelen birçok feminist ve queer konu entelektüel bilgi üretimi olduğunda milliyetçilik, sınıf, kolonyalizm gibi sözüm ona kallavi konular çalışan heteroseksüel erkeklerden bu veya buna benzer tepkiler almıştır. Şayet queerseniz ve feminist teori üzerine bir şeyler yazıyorsanız ve bunlar sizin hayatınızda bir yer kaplıyorsa sanki bu konular dışında hiçbir akademik/entelektüel ilginiz ve bilginiz yokmuş gibi bir tavırla karşı karşıya kalıyorsunuz. Oysa heteroseksüel ‘’sosyal bilimci’’ adamlar için durum böyle değil. Onlar sınıf analizinden Ortadoğu tarihine, Fransız İhtilali’nden gıda politikalarına, Asya ekonomisinden köle ayaklanmalarına kadar her alanda akademik ve entelektüel hareketlilik hakkına sahipler. İşin ilginç yanı feminist ve queer teori adeta akademik bir harem selamlık uygulamasıyla kadınların ve LGBTİ+’ların ‘’mahrem’’ çalışma alanı olarak kodlanıyor. Elbette heteroseksüel erkeklerin queer teoriye dair söz söylememesinin heteroseksüel erkekliğe ‘’halel getirmemek’’ ile ilgisi olduğu kadar kendi ‘’esaslı’’ konularını kadınlara ve LGBTİ+’lara kaptırmama isteğiyle de ilgisi var. Bir grup erkeğin erkekliklerini korumak için queer teoriye kendi söylemlerinde yeterince yer vermemeleri dışında bu alanın öznesi olmadıklarını (eşcinsel olmadıklarını!) ısrarla vurgulayarak queer teori hakkında konuşanları da mevcut.[2]

Yani bizlere zaten queer ve feminist teori alanı bırakıldığı için üstü kapalı bir şekilde “erkek” işi olan konulara karışmamamız söyleniyor. Karışacaksak bile bu alanlara ancak queer ve feminist ‘’evlerimizden’’ yola çıkarak temas etmemiz isteniyor.  Tıpkı toplumun ev kadınlarının ekonomik özgürlüklerini kazanması yerine aile ekonomisine katkı yapacak ufak tefek işler yapmasını yeterli ve münasip görmesi gibi bizlere de o büyük teorilerin kadın ve LGBTİ+ ‘’alt başlığını’’ doldurma işi lütfediliyor. Feminist ve Queer teorinin başlı başına büyük anlatılara dair bütünlüklü bir söz söyleyen kelimenin tam anlamıyla büyük teoriler olduğunu bir kenara bırakırsak buradaki açmaz tarih boyunca kadınların, LGBTİ+’ların ve diğer dezavantajlı grupların çok farklı şekillerde baş etmek zorunda kaldığı bir ayrımcılık biçimidir.

Burada Nilgün Toker’in yakın zamanda okuduğum ‘’Hannah Arendt Niye Feminist Olmadı?’’ isimli yazısının beni tekrardan Arendt’in çalışmalarına bu tartışmayı çözmek için götürdüğünü söylemeliyim. Nilgün Toker bu yazıda çok basit ifadesiyle Arendt için bizim için ‘’kader’’ olan şeylerin (kadınlık, Yahudilik, eşcinsellik vb.) üzerine kurulu bir anlatının kendimizi kurmaya dair hemen hemen hiçbir şey söylemediğini anlatır.[3] Ben yazıyı okuduktan sonra Arendt’in The Jew as Pariah, a Hidden Tradition isimli eserine tekrardan baktım ve Arendt’in kadın ve Yahudi olmakla ve bu alanlara dair bilgi üretimiyle nasıl ilişkilendiğini inceledim. Yahudilik veya Yahudi olmak elbette Arendt’in ürettiği külliyatta önemli bir yer tutuyor ama Arendt’in kadın olmaya dair neredeyse hiçbir şey yazmadığını biliyoruz.[4]

Fotoğraf: Hannah Arendt

Tıpkı “kadın sorunu” hakkında istisnai yazıları dışında hiçbir söz söylememiş olan Rosa Luxemburg gibi Arendt de kendisine atanan alanın bilgisiyle değil kendisinin seçtiği bilginin alanıyla bilinmek ve var olmak istemişti.  Bazı feministler sosyalist kadınların veya düşünürlerin kadın olma deneyimine dair yazmamalarını bilinçli bir erkekleşme veya erkeğe benzeme çabası olarak okurlar. Muhtemelen Hannah Arendt’in ve Rosa Luxemburg’un kadınlar hakkında yazmamaya dair bir dirençleri olmadığını iddia edemeyiz. Kendilerinden kadınlığa veya cinsiyetçiliğe dair bir şey yazmaları sosyal olarak son derece yüksek bir beklentiyken bu kıstırılmaya dair reaktif davranmış olabilirler ancak yine de Rosa Luxemburg’un asıl ilgi alanının ekonomi olduğu ve Arendt’in de esas olarak siyaset bilimiyle ilgilendiği açık bir gerçektir. Başka bir ifadeyle, kadınlığa ve cinsiyetçiliğe dair yazmamaya dair bir dirençleri olsun veya olmasın bu iki düşünür de kendilerini entelektüel olarak esas ilgi duydukları alanda ortaya çıkarmışlardır ve varlığa gelmişlerdir.

Ben kişisel olarak yaşadığımız şu dönemde Luxemburg’un ve Arendt’ın  kadınlık deneyimine dair derin sessizlik yöntemindense daha orta bir yol bulmayı ama her şeyden önce gerçekten bize verilenler dışında ne olduğumuza bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Kuşkusuz queer, işçi, kadın, göçmen vb. olmamız bizim sosyal ve maddi gerçekliğimizi oluşturur ve bilgi üretme sürecimize bu maddi koşulların deneyimselliği kaçınılmaz olarak bir şekilde aktarılır.

Evet, ben LGBTİ+ haklarını gözeten biri olarak tabii ki feminist ve queer teoriden hem akademi alanında hem de güncel yazın alanında etkileniyorum ancak bu ilgi entelektüel bir sosyal alanın taleplerine göre şekillenmiyor. Benim felsefi ve sosyolojik sorularımın merkezinde feminist ve queer teori olabileceği gibi Post Kolonyal teori de olabilir. İkisi birlikte veya birinin merkeze alındığı diğerinin destekleyici tartışma olduğu yazılar da yazabilirim. Her ne kadar kadınlar ve LGBTİ+’lar büyük anlatı kitaplarının alt başlıklarından biri olmayı başarabilmiş olsalar da (!) Kolonyalizm tartışmasına feminizm merceğiyle değil feminizm tartışmasına Kolonyalizm merceğiyle bakmayı tercih edebilirim…

Her ne şekilde akademik bilgi ve ilgi alanlarımı tasnif ediyor olursam olayım queer ve feminist teorinin üzerime giydirilen bir deli gömleğine dönüşmesini istemiyorum. Queer ve feminist teoriyle ilgileniyorsam bile sadece queer ve feminist teori ile anılmayı queerfobinin başka bir biçimi olarak tanımlıyorum. Her queerin veya her feministin esas ilgi alanının queer veya feminist teori olduğunu varsaymak bir çeşit entelektüel kısıtlama pratiğidir (Queerlerin ve Feministlerin ısrarla queer ve feminizm ile ilgilenmesini eleştirmek de queerfobi ve cinsiyetçilik terazisinin öbür tarafıdır). Bu kıstırmadan çıkış feminizm ve queer konusunda tamamen bir sessizliğe gömülmek olmasa da kadınların ve LGBTİ+’ların başka akademik ilgi alanları olabileceği ihtimali kabul görmelidir.

Son olarak bu konuyu noktalarken kişisel olarak tekrardan esas ilgi alanlarımın Din Sosyolojisi, Teoloji, Siyaset ve Sanat Felsefesi olduğunu belirtmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Hayır, tezimi queer teori veya feminizm üzerine yazmayacağım. Tezimi bu bahsettiğim konular çerçevesinde yazmayı düşünüyorum. Başka bir queer veya başka bir feminist tezini queer ve feminizm hakkında yazmayı tercih edebilir ve bu bilgi benim üretmeyi düşündüğüm bilgi kadar değerli ve kıymetlidir. Bu kararım beni veya başka bir queer feministin kararı onu daha az veya daha çok feminist yapmaz. İhtiyacımız olan queerlerin ve feministlerin kendilerine atanan entelektüel alanlar dışında da bilgi üretmek isteyebileceklerini, bilgi ürettiklerini ve kendilerini diledikleri gibi varlığa getirebileceklerini kabullenmektir ki böylece entelektüel anlamıyla bir düşünce serbestliğine toplumsal olarak sahip olabilelim.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

 


[1] Glass Ceilings (Cam Tavan), Sticky Floor ( Yapışkan Zemin), Feminization of Poverty (Yoksulluğun kadınlaşması), Emotional Labor (Duygusal emek) gibi  birçok sosyolojik kavram adeta görünmez kılınmış cinsiyetçilik biçimlerini görmemize imkan sağlamaktadır.

[2] Heteroseksüel erkek sosyal bilimclerin queer ve feminist teoriye dair bilgi üretip üretemeyecekleri konusu uzun bir metodoloji tartışması olduğu için bu yazıda bahsetmemeyi tercih ettim ama bilgiyi kimin ürettiği sorusu bu yazının bağlı olduğu esas tartışma zeminidir.

[3] http://www.amargidergi.com/yeni/?p=1266                                                                                    

[4] Bu tartışma için Seyla Benhabib’in The Pariah and Her Shadow: Hannah Arendt's Biography of Rahel Varnhagen isimli makalesine bakabilirsiniz.


Etiketler:
nefret