30/11/2015 | Yazar: Enver Ethemer

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve HIV cinsel kimliğimize, cinsel yönelimimize bakmadan hepimizi ilgilendirir

Güney Afrika Cumhuriyeti’nde heteroseksüel kadınların HIV taşıma oranı dünyadaki en yüksek oranlardan biri. Kadınlar kendi adlarına kendi bedenleri dışında rızaları olmadan ya tecavüze uğrayarak ya da eşleri veya partnerleri tarafından sadece bir cinsel zevk objesi olarak görüldüğünden HIV enfeksiyonu açısından en riskli grup olarak görülüyor. Ataerkil zihniyetin ve erkeğin cinsel organından doğan iktidar ve gücü tahayyüllü ne yazıktır ki cinsel yolla bulasan hastalıklarda da bir toplumsal cinsiyete dayalı bir erkek zihniyeti hegemonyası yaratıyor.

Kadın kocasına itaat eder mantığının yönettiği veya erkek isteyince kadın vermelidir çünkü erkek eril ve erkekliğini kanıtlayacak “ormanlar kralı aslan” sıfatının hakkini vermesi lazım. Kadınların bu konuda da seçimleri de toplumsal cinsiyet rolleri içinde kadını baskı altına alan ve kadını mağdur eden bir durumda. Toplumsal ahlak anlayışımız ve kocanın memnun edilmesi üzerine kurulu olan toplumsal zihin ve yasam pratiği itaat ve erkek egemenliği üzerine kurulu olunca Kadın ve ötekileştirilen diğerleri hem mikro hem da makro ölçekte hedef olmaktan kurtulamıyor. Bu da hem halk hem de kişi sağlığı açısından değiştirmemiz gereken bir inanç sistemimiz olduğunu gösteriyor.

Erkek üzerinden kurulan günlük yasam biçimimiz ayni zamanda yaşamın her alanında ize bir iktidar ya da güç ilişkisini yönlendiriyor. Bunun başında evlilik kurumu gibi bir ataerki kurumu geliyor ki burada da Kadın ve erkeğin kendi kati ve keskin rolleri içinde cinsellik de üreme amaçlı olarak yaşanıyor. Kadınlar kendi üzerlerine verilen görevlerin sadece anne olmak ve doğurganlık temelli şekillendirdikleri için erkek cinselliği dışarıda veya her şekilde penisin güç ve iktidarını temellendirmek için kullanıyor. Kadınların mahrem üzerine kurulu cinselliği ve mutlak anne üzerine temelli toplumsal cinsiyet rolü kadının kocasının cinselliğini evlilik içinde de her koşulda kabul etmesini soyluyor. Bu durumda kadın kendi bedeni ile ilgili olan kararlara kendisi değil toplum karara veriyor.

Toplumsal süper ego içerisinde kadın eşinin kendisine korunmasız seks önerisini genelde kabul etmek zorunda. Bunun aksi durumlar kadının “ erkeğini yetersiz görmesi” gibi bir argüman üzerine temellendiriliyor. Bu da erkeğin daha çok evlilik dişi ya da partner dişi ilişkilerde bulunduğu tezi üzerinden hareketle kadının cinsel yolla bulasan hastalıklar açısından daha riskli olmasını ve de daha çok risk altında olmasını gösteriyor. Güney Afrika’da durum bu. Türkiye’de de yapılan araştırmaya göre her 1000 kişiden 522 HIV vakasının heteroseksüel ilişkide olduğunu yazıyor. Görüştüğüm iki HIV vakasında kadın şöyle diyor:

“Kocam gitti yattı korunmasız. Önce bel soğukluğu oldu. Bende hasta oldum. Korunalım dediğimde isteme ben öyle şey erkekliğime laf ettirmem. Sonra da HIV tanısı konuldu eşime ve bana.” 

Geleneksel erkek zihniyeti ve erkek roller cinsel ilişki istemeyen kadını ilişkiye zorladığı ve boyun eğme üreme temelli edilgen davranış biçimini empoze etmeye çalıştığı ve kendi rızası dışında da korunmasız cinsel ilişkiye zorladığını göstermektedir. Bu da kadını erkeğine karşı çıkamayan ve istediğini yapmakla yükümlü bir itaat objesi haline sokmaktadır. Kadın hikayelerinde hep erkek evin dışında bir şekilde çok eşliliği seçmiş fakat bu erkeklik göstergesi, güç inşası, erkeğin imtiyazı olarak görülmüştür ki bu da kadını daha riskli bir duruma sokmuştur. Evlilik kurumunun muhafazakârlığı içerinde keskinleşen rollerde kadın erkeğine sorgulamadan bağlanmak ve kendi bedeni üzerinde söz hakki olmadan cinselliğini yasamak zorundadır. Bu da Sinnoth ve Rabin(2012) ve Rosenthal ve Levy(2011) dediği gibi kadını ve evli çiftleri daha çok cinsel yolla bulasan hastalıkları riski altına giren grup durumundadır.

Kısacası söyle açıklayabiliriz döngüyü:

Evlilik ve sonuç olarak aile muhafazakâr ve kadın erkek cinselliğinin çok da fazla konuşulmadığı ve toplumsal cinsiyet rollerinin çok keskin olarak hissedildiği bir kurumdur. Bu kurum bizim kendimizce meşru olarak tabulaştırdığımız ve çok sorgulamadığımız bir yapıdır. Aile içinde kız çocuğuna erkek kardeşine veya erkek gücüne itaat etmesi ve sorgulamaması öğretilir. Bu da toplumsal ahlak ve terbiye ile daha da pekiştirilir. Kız çocukları erkeğini menüm etme üzerine ve erkeğine itaat etme üzerine bir toplumsal rol üstlenirler. Bu da kız çocuklarının evlilikte de cinsel ilişkide daha edilgen olmasına yol açar. Yukardaki araştırmadaki 522 vakanın 388’ine kadınlar HIV’İ;

a.       Çok eşli cinsellik yaşayan bir erkek eşten almışlardır. Fakat boşanmak istemelerine rağmen aile baskısı altında kalmış ve yapamamışlardır.

b.       İkincisi ise korunmalı seks istekleri erkekler tarafından ret görmüştür çünkü erkek kendi iktidarına tehdit olarak algılamış ve bu iktidar sistemi içerisinde evlilikte ya kadını ihanet etmekle suçlamış ya da erkekliğine dil uzatmak üzerinden suçlamıştır

c.        HIV ve benzeri hastalıklar sadece eşcinsel hastalığı olarak görüldüğünden evlilikte eslere hiçbir şekilde bulaşmayacağı ve heteroseksüel hastalığı olmadığı yanlış kanısı sonucunda

bulaşmıştır.

Maalesef bu yargılar ve önyargılar toplumumuzda genel bir kanı ve inanç sistemi olarak var olmaktadır. HIV ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar belli grupların hastalığı değildir. Bu herkesi ilgilendirir. Korunmasız seks her durumda riskli sekstir. Korunmasız cinsel ilişkiden kaçınınız! Cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve HIV cinsel kimliğimize, cinsel yönelimimize bakmadan hepimizi ilgilendirir. Bu herkesin duyarlı olması gereken bir konudur. Sadece homoseksüel hastalığı değildir.


Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret