23/12/2009 | Yazar: Deniz Deniz

Latin Amerika'dan LGBTT’lerin yüreğini burkan haberler geliyor.

Latin Amerika'dan LGBTT’lerin yüreğini burkan haberler geliyor. O Latin Amerika ki, dünya egemenlerine kafa tutan Chavez'in ülkesi Venezüella, devrimlerin ikonu Che Guevara'nın ülkesi Küba’dan Bolivya’ya ve elbette devrimci sohbetlerin baş taçlarından Nikaragua. Bunların yanında Jamaika'yı anmak bile içleri çok daha derinden burkmaya yetiyor. Dile kolay sokak ortasında eşcinsellerin, TT’lerin polisin gözü önünde linç edildiği belki de tek ülke Jamaika. 

Bakın her 20 Kasım, tüm dünyada TT’lere yönelik nefret suçlarını protesto etkinliklerine ayrılıyor. Biz de Türkiyeli LGBTT’Ler olarak hem Ankara hem de İstanbul'da düzenlenen eylemlerle katıldık bu küresel anma gününe. Üstelik bu sefer küresel protestoların dayandığı azımsanmayacak TT cinayetlerini faş eden bir rapor vardı elimizde. Transgender Avrupa’nın (TGEU) Trans Cinayetlerini İzleme Projesi son bir yıl içinde 160’dan fazla trans cinayetini haber vermişti. Verilen bilgilerde yer alan ilginç bir ayrıntıyı gözden kaçırmak mümkün değildi. Kayıtlara geçen 160 cinayetin (ki geçmeyenler de düşünüldüğünde aslında bu sayının çok fazla olduğu da görülecektir) 124’ü, evet buraya lütfen dikkat 124'ü sadece Latin Amerika'da işleniyor.
 
Araştırma sonuçları geçen yıl toplamda 26 ülkede trans cinayetlerinin rapor edildiğini ortaya koyarken, 15 Latin Amerika ülkesinde gerçekleşen cinayetler geçen yıl raporlarda yer alan trans cinayetlerinin dünya çapında % 75’ini oluşturuyor.
 
Ön verilerin son güncellemesine göre, geçen yıl içinde 16 trans cinayetinin 6’sı Avrupa ülkelerinde (İtalya, Rusya, Sırbistan, İspanya, Türkiye ve İngiltere) meydana gelmiş. Asya’daki trans cinayetlerinin Hindistan ve Malezya’da, Afrika’da Cezayir’de ve Okyanusya’dakilerin Yeni Zelanda’da gerçekleştiği rapor edilmiş.
 
Din faktörü

"Acaba din ve dinsel ve yerel gelenek bu cinayetlerde ne ölçüde etkili" gibi bir düşünceyle bu rapora bakmak isteyen bir meraklı, öncelikle bir anektodu gözden kaçırmamalı. O da şu. Raporda adı geçen ülkelerdeki insanlar çoğunlukla iki büyük dine mensup. Hıristiyanlık ve Müslümanlık. Fakat tek başına böyle bir ayırım da bizi doğru bir analize götürmez. Bir de demokrasi faktörü var. Örneğin Avrupa ülkeleri ile diğer dünya ülkelerini demokrasi kavramından soyutlanmış olarak kategorize edemeyiz. Mesela Brezilya ile Hollanda sadece din konusunda benzerleşebilir. Buna karşın demokratik gelenek açısından çok farklılar. Ya da Afrika'daki İslam ülkeleriyle Türkiye'yi salt dini açıdan karşılaştırırsak yanılgıya düşeriz. Çünkü Türkiye’nin bu ülkelerden hem yönetim açısından hem de kültürel açıdan çok önemli farkları var. 
 
Çok çarpıcı bir sonuç

Latin Amerika sosyo-kültürel ve dahası ekonomik yönleriyle İslam coğrafyasına benzerlikler içeriyor. TT bireylerin görünürlükleri noktasında da bazı ülkeleri ise tamamen Türkiye gibi. Örneğin Brezilya. Dünyada en çok TT birey Brezilya'da yaşarken ikinci sırada Türkiye geliyor. Hatta bir yabancı gazete manşetine taşımıştı bu konuyu ve "Türkiye’deki TT’ler Müslüman Türk halkının sabrını zorluyor?" şeklinde bir de saptamada bulunmuştu. Brezilya ile Türkiye arasındaki benzerliklerin yanı sıra önemli bir farklılık da var ki, o farklılığa da zaten o gazete özellikle vurgu yapmıştı: Din farkına. Türkiye nüfusunun büyük bölümü Müslüman, Brezilya ise dünyanın en yoğun Katolik nüfusuna sahip ülkelerinden biridir. Trans cinayetlerindeki sonuçlar ortada. 41 cinayetle Brezilya başı çekiyor. Türkiye'nin de içinde bulunduğu tüm Avrupa’da ise 16 cinayet rapor edilmiş. İki rakam arasında önemli bir fark var. Şimdi o yayın organına sormazlar mı, "Kimin sabrı gerçekten zorlanmış. Müslüman Türk halkının mı, yoksa Hıristiyan Brezilya halkının mı?"
 
Ben şahsen soruyorum. Hiç unutmam Avrupa'dan bir insan hakları izleme örgütüyle yaptığımız bir toplantıda, ülkemizde TT’lere yönelik hak ihlallerinden örnekler verirken, bize "Acaba din faktörünün etkisi var mı, mesela başka bir dine mensup olsaydınız gene bunlar olur muydu ?" diye sormuştular. Ben de "ne alakası var. Tüm bu hak ihlallerinin arkasında aslında siz varsınız" dediğimde hepsi oha falan olmuştu. "Biz de homofobi yok. O kelimeyi siz ürettiniz bize de postaladınız. Tıpkı faşizmi, ırkçılığı da sizin ürettiğiniz gibi. Osmanlı'da bile görünür bir yaşam hakkına sahiptik. Biz de Mevlana geleneği var her şeyden önce" diye konuyu biraz daha açınca şaşırmış bir halde, hak verir şekilde başlarıyla onaylamıştılar.
 
Dedik ya Latin Amerika'dan hiç de hoş olmayan haberler geliyor diye, bakın Che'nin ülkesi Bolivya. Türkiye'de yıllardır Travestiler göründükleri şekilde nüfuz cüzdanlarına resim koyabildikleri halde, Bolivya'daki hemcinslerimiz ise daha geçtiğimiz günlerde bu hakkı kazanabildi.
 
Peki ya onlarca yıl Bolşevik sınıfının yönetiminde kalan Rusya? Bugün Rusya'nın dünyanın en homofobik ülkeleri arasında yer almasını neyle açıklayacağız. Stalin yönetimi altında onlarca yıl eşcinselliğin yok sayıldığı Rusya perestroyka sonrası nerdeyse her praid yürüyüşlerinde eşcinsellere saldırıların olduğu bir ülke oluverdi.
 
Ortada iki farklı fotoğraf var. İki büyük çelişki var.
Elbette Türkiye’de de çok büyük hak ihlallerine uğruyoruz. Elbette hâlâ öldürülüyoruz. Ama ortada böyle de bir gerçek var. Bir tarafta din dışında sosyo-kültürel ve ekonomik açıdan Türkiye'yle son derece benzeşen Latin Amerika, diğer taraftan katliam derecesinde kendini gösteren trans ve eşcinsel cinayetleri ile bir başka Latin Amerika. Bence bu iki fotoğraf üzerinde derinlemesine düşünmenin vakti geldi de geçiyor bile.
 
Ben bu fotoğraftan payıma düşünler üzerinde düşünürken merak ettim, Batı Avrupa'dan gelip Türkiyeli Müslüman LGBTT’lere "Size yönelik bu baskıların arkasında din olgusunun etkisi var mı" diye soran insan hakları savunucuları, acaba Brezilya'daki LGBTT’lere de aynı soruyu sormuşlar mıdır? Soruyorlarsa sorun yok ama sormuyorlarsa, ortada affedilmez bir oryantalist bakış açısı var demektir ki, bunu dönüştürmek de bizim birinci görevimiz olmalı.    


Etiketler: insan hakları
İstihdam