29/07/2008 | Yazar: Evren E. Çakmak



Kaos GL yazarlarından Evren Güvensoy, Hürriyet Gazetesi ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) tarafından organize edilen proje kapsamında yola çıkan "Hürriyet Hakkımızdır, Tren Özgürlüktür" treni günlüklerine devam ediyor. Güvensoy Akdeniz duraklarında yaşadıklarını anlatıyor.

‘Hürriyet Treni Günlüğü’nün ilk bölümü: [[[Hürriyet hakkımızsa…]]]

‘Hürriyet Treni Günlüğü’nün ikinci bölümü: [[[Güneydoğu durakları]]]

Gün gelir de kurak toprakları ıslatmış olan göz yaşları ebediyen gök yüzünde kaybolup, gök yüzündeki nem tanecikleri yeniden ellerimize yağarsa o gün parmaklarımızın arasına işlemiş olan kanlar temizlenir ve bekli de hepimiz özgürleşiriz…

12. Gün: Osmaniye

Hava kararmaya başladığı vakit Osmaniye’ye vardık. Belediye teşkilatı bizi ‘mehter takımı’ ile karşılamıştı. Ne kadar tuhaf bir durum bu diye düşündüm uzun uzun. İnsan hakları trenini militarizmin ve ataerkinin sembolü olan ‘mehter takımı’ karşılıyor. Neyse yorum yapmaya bile lüzum yok zaten. Karşılamayı beğenmediğim için hiç hazırlanmadım bile. Üstümde Diyarbakır’dan aldığım kahverengi şalvar vardı. Onunla iniverdim trenden. Ertesi gün çocukları topladığımızda ilk söyledikleri şey ‘Seni akşam Kürt sandık, az kalsın vuracaktık’ oldu, ‘Ben zaten Kürt’üm’ dediğimde güldüler, ‘Kürt isen okuma yazma nereden bileceksin’ dediler. Bu çocukları bu kadar yabancılaştıran neydi? Halbuki 100 kilometre yukarıları Kürtlerin yoğun yaşadığı vilayetlerdi. Uzatmaya gerek yok, bu şehir tek kelime ile berbattı.

13. Gün: Adana’nın yolları taştan

Halaylar ve çifte telli karşıladı bizi. Bu kez mehter takımı yerine bando vardı. İnsanlar hava kadar sıcağa benziyordu. Hemen şöyle bir Adana turu atayım dedim. Çantamı aldım dolaşmaya başladım. Bıyık buran kavurmacılar mı dersin, iç çeken şerbetçiler mi. Önceki işim; tiyatrodan ayrıldığımdan beri ilk kez bu kadar çok ‘oğlancıyı’ bir arada görüyordum. İş sakata döneceğe benziyor trene döndüm. ‘Evren biz kebapçıya gideceğiz, sen de gelsene’ dediler. İyi pek ala dedim. Cümbür cemaat, seven, sevmeyen, bilen, bilmeyen hep birlikte gittik. Yemekler yendi, fasıl başladı. Kulağıma birisi ‘Lunaparka gidiyoruz biz’ dediğinde ayrı bir sevinçti benim için. Biz demeyi öğrenmiş olmalarının ya da ‘biz’in içine bizleri de dahil ediyor olmalarının sevinciydi bu. Durur mu Evren, hemen kalktım onlarla gittim. Atlıkarınca, balerin, gondol… Korkunca birbirimize sımsıkı sarıldık. Bana en büyük homofobiyi gösteren, ama manjam gibi sitelerde resimleri dolaşan adam bile benimle sıkı fıkıydı bu gün. Bu hem benim için hem de onlar için tam olarak milattı bence. Kusasıya kadar eğlendikten sonra trene geldik. Eğlencemiz burada da durmadı. Enstrümanını alan vagona geldi. Fasıl, eğlence…

14. Gün: Mersin

Mersin’in bu kadar sıcak olduğunu görünce Diyarbakır’a sıcak dediğim için utandım. Gelir gelmez anında yapış yapıştık. Trendeki bir arkadaş ve onun Mersin’deki arkadaşı, toplam üç kişi, birer bira içmek için dışarı çıktık. Yolda Mersinli çocuk anlatmaya başladı ‘Şimdi gideceğimiz bar gey bardı eskiden, nonoşları gönderdiler de biz de rahat rahat gitmeye başladık.’ Hafiften hafiften sormaya başladım, içindeki homofobiyi ölçmeye uğraştım. Baktım ki homofobi seviyesi yenilir yutulur değil ben de patladım. Taksinin içi birden sus pus oldu. Hiçbir şey diyemedi. Zaten söyleyebilecek pek bir şeyi de yoktu. Taksiden indim ve trene döndüm.

Bölgedeki çekişme

Ertesi gün yine eğitim vardı. İnsanlara, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin küçük kitapçığını uzatınca tepki gösterdiler. Kars’tan beri 500 bin adet dağıttığımız kitapçığa ilk tepkiydi bu, çok şaşırdım. Bu şehrin ne farkı vardı düşündüm ve buldum. Farkı, burada iki ayrı cephenin olmasıydı. Yani faşist gruplar ile göçmen Kürtlerin çekişmesi vardı burada. Eğitim bitince ziyaretime gelen Mersinli avukat arkadaşlarla tantuni yemeye gittim. Üstüne de denize karşı birer bici bici (kar, vişne şerbeti, gülsuyu ve muhallebinin karıştırılmasıyla yapılan tatlı) yemek için kıyıya indik. Bölgedeki homofobiyi ve faşist hareketlenmeyi bir de onların ağzından dinledim. Genel tablo burada da çok farklı değildi. Hatta bence boyutları daha da büyüktü.

Top Geçmez Köprüsü

Her zamanki gibi Mersin’den de akşamüzeri hareket ettik. Yol inanılmaz derecede güzeldi. Toroslar’da bir köyde durduk. Köyün adı Hacıkırın’dı. Kadınlar oturmuşlar bizim için gözleme açıyorlardı, bir yandan da nefis dövme ayran. Hemen açılın dedim ve oklavayı elime aldım. Muğla şivesi ile de konuşmaya başlayınca kadınlar gülüşmeye başladı. ‘Aboooov bu da bizden’ dediler. Evet onlardandım. Bu küçük Tahtacı (Göçebe Aleviler) köyü benim memleketim Dalyan’ın deniz görmemiş hali gibiydi. Köyün hemen girişindeki devasa köprünün ismi Top Geçmez Köprüsü imiş. Hikâyesini dinledim ve şaşırdım. Demir yollarımızın yapımı sırasında bu köprüyü yapan Alman mühendisin etek giymesi ve köprüden düşmesi ile ilgili bir hikâyeydi bu. Kendi açmış olduğum ekmekleri de yanımıza alıp yine yollara devam ettik.


15. Gün: Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu

Garip çalgıcıların oluşturduğu bir bando karşıladı bizi. Gidip konuştum, hayırdır dedim. Hikâyeleri Şener Şen’in ‘Selamsız Bandosu’ filminden alıntı gibiydi. Belediyede çöpçü, bahçıvan, şoför olarak çalışırken, MHP’nin belediye seçimlerini kazanması sonucu birden mehter takımı yapılı vermişler. Parti değişince de bandoya çevrilmişler. Unutmadan söyleyeyim Adana’daki bandoyu da Adana’nın ünlü roman mahallesi Çinçin’in muhtarı yönetip, mahalle azaları çalıyordu. Yine her zamanki gibi eğitime başladık. Stant ve sergi malzemelerini toplarken bir genç yaklaştı yanıma. Urfa’da resim bölümünde okuyormuş. Konu oldukça renkliydi. Trende bir ressam arkadaşın beni nü çalıştığını duyunca şaşırdı. ‘Aman duymasınlar burada taşlarlar valla’ dedi. Açılıp, içini rahatça dökemeden çekti gitti.

Muhabirimizin diğer haberleri:

[[[Güneydoğu durakları]]]

[[[Hürriyet hakkımızsa…]]]

[["Çete" davası tekrar görüldü]]

[[‘Eleme Sınavlarına Karşı El Birliği Ve Mücadele Forumu’]]

[[Gençlik günleri rengârenkti]]

[[Dersteydik]]


Etiketler: insan hakları
İstihdam