07/12/2014 | Yazar: Fırat Demir

Müjde Ar, hepimizin gözleri önünde, kendi duygusunun talepkarı Bihter olarak ölerek, kendi yeniden doğumuna hak kazandı.

Müjde Ar, hepimizin gözleri önünde, kendi duygusunun talepkarı Bihter olarak ölerek, kendi yeniden doğumuna hak kazandı. Ve bir daha ölüm ona yanaşmadı. Oysa aynı yıllarda sinemamızdan kadının cenazesi kalkıyordu; ya erkeğin tapınacağı bir kutsal olarak, ya erkeğin taşlayacağı bir günah olarak.
 
Yüzü kiralık evlere bir kurtuluş gibi düşüyordu. Yüzü mahallelerde kaçış çizgisinin üzerinde beliriyordu. Yüzü cesaret edilemeyenin yerini tutuyordu. Yüzü herkes için öpüyordu. Yüzü bir maske, aynada deneniyordu.
 
Ben de bu maskeyi alır; mesela anneme ve teyzeme tutardım. Onlara yeni bir kader veremeyeceksem aklım neye yarayacaktı? Anneannem koluma dişlerini geçirir, al sana saat, derdi. O saate bakıp başka bir zaman seçerdim;
 
Akşam çökmek üzere,
Herkesin yemek masalarında oturup beklediği
Ve sahneyi gözlediği bir yerde,
İşte! Teyzem! Sahnede!
 
Hayatta göremediğim şeyleri filmlerde ararken.
Durup bekleyen yüzlere maske ararken.
Filmler, Müjde Ar filmleri.
Maskenin aslı, yüz, Müjde Ar’ın.
 
Onu yıkayan suyu kabına bir elden biz doldurduk. O da çırılçıplak, tertemiz yansıttı. Köyün en cesuru, şehrin en korkağı yada kırk gecenin saf fidanı. Oyunculuğunun yakıtı, farkındalıktı. Şöhretini cisimleştirebilmişti. Bu cisimleştirme ondaki cinselliği bir arzu nesnesinden ötesine taşıdı. O, dokunup kaçan, sürtünen, önce arzuyu uyandıran, sonra da, esas görkemini gösterip korkutan, yabancılaştıran bir cinselliği kendisine siper yaptı. Kendi bedenine kaçarak kendisini geri aldı. Korunduğu içinse manzarası bozulmadı. Aksine genişledi. Bu manzara karşısında kadınlığın tüm ayrıntılarını üzerinde deneyebilecekti.
 
Ama ilkin ölmesi gerekti. Onu şöhrete taşıyan rolün, Halit Refiğ elinden çıkma televizyon dizisi Aşk-ı Memnu’daki Bihter rolü olması tesadüf değil. Müjde Ar, hepimizin gözleri önünde, kendi duygusunun talepkarı Bihter olarak ölerek, kendi yeniden doğumuna hak kazandı. Ve bir daha ölüm ona yanaşmadı. Oysa aynı yıllarda sinemamızdan kadının cenazesi kalkıyordu; ya erkeğin tapınacağı bir kutsal olarak, ya erkeğin taşlayacağı bir günah olarak.
 
Erkeklerden ona ne?  Hayatın erkeksiz karşılandığı bir evde büyümüştü Müjde. Annesi ve kız kardeşiyle Amazonlar misali direnmişlerdi. Hem bizim tanıdığımız Aysel Gürel gibi flörtöz değil “anne”; aksine çok dikkatli, çok kontrollü. Gözü sürekli kızlarının ve beraber yaşamaya çalıştıkları hayatlarının üzerinde. Tek başına kalabilmenin değeri üzerinde. Kadınlığın gücüyle baş başa kalabilme derdinde. Müjde Ar, o evi terk edip de aramıza katıldığında, ondan başka ne beklenebilirdi ki? Geçmişinde var olanı tekrar edecekti tabii ki. Hayatta kalma hikayeleri anlatacaktı.
 
“Günah işliyoruz kız.”
Ağzında sakızı, bu cümleyi kurar Fahriye Abla. Daha özüne inmemiştir. Mahallenin elinde avcundadır. Ama işte bir cümle, Fahriye’nin bize sözü olur. Fahriye, kadınlar dünyasından gelmektedir ve bu dünyanın hissinden kendisine bir kurtuluş biçecektir. Keza hemen sonrasında erkek arkadaşıyla ilk kez birlikte olur, olmayı göze alır. Sevgilisi belli bir mahçupluk içerisindeyken, Fahriye’nin karşılığı kararlıdır, tutkuludur. Günah, unutulur. Kız, kadın olur. Fahriye, kararlılığının ve tutkusunun diyetini ödemeye de hazırdır. İşte Müjde Ar sinemasının bel kemiği; huzursuzluk bırakan bir içgüdü, bir görünüp bir kaybolan keşfediş, en sonunda da mutlak bir kopuş, yepyeni bir gerçek.
 
Hep gerçekle ilgilendi onun karakterleri. Gerçeğe ulaşmanın binbir biçimiyle. Bazen gerçeğin nasıl kazanıldığını izledik, “Fahriye Abla” gibi. Bazen gerçek katılaştı, karanlıklaştı. “Güneşin Tutulduğu Gün” ya da senaryosunu Murathan Mungan’ın yazdığı “Dağınık Yatak” filmleri, gerekçesiz var olanın yükünü anlattı.  Delirttiği de oldu bu gerçeğin, artık daha fazla taşınamadığı. “Teyzem”, gibi. Bir öptü mü hepimiz için öpen, bir istedi mi hepimiz için isteyen bu kadının delirmesini, delirtilmesini izlemek içe işledi. Bu sefer de herkesin elinden alınan için, bir daha geri gelmeyecek bir masumiyet için özlemle, tutkuyla oynuyordu Müjde Ar. 
 
Bu tutkunun karşılığını içinde yaşadığı toplumda görebilmek inadıyla son bir iş, elinde gezdire gezdire esnettiği gerçeği yırttı. O yırtıktan “Aaaaah Belinda”, “Adı Vasfiye”, “Asiye Nasıl Kurtulur?”, “Arabesk” filmleri çıkacaktı. Toplumun kendisine iyiden iyiye yabancılaşmaya başladığı zamanlarda, son bir kez, anlam aradı. Asiye gibi, birdenbire sahnede buluvermişti ya kendisini, sinemasının ikinci döneminde, bu şaşkınlıktan post-modern bir karakter yarattı. Epik olanın kapısına dayanmış, olup bitenin şeceresini tutuyordu. 
 
Şimdiyse Türkiye ile arasında yastık var. Ne söylese değmiyor. Değmediği için geçmişin onca mücadelesi bir müstehcenliğe, bir yüz kızarıklığına iniyor. Biraz sonra da geçip gidiyor. Manşet: Çok sevişirmiş. Aslında ne yapıyor; güzel güzel Türkan Şoray’la ve Filiz Akın’la oturmuş dertleşiyor. Birkaç sene önce böyle olurdu, NTV’de program sunarken bir laf eder, lafının belden aşağısı alınır, tam karşımıza konurdu.
 
Oysa dersine çalışır gibi Türkiye’yi çalışmıştı o. Cemal Süreya, Türkan Şoray için halk özlemiyle oluşan bir mitostur, der. İşte Müjde Ar, bu mitosun üzerine düşünülmüş, kutsallığı ayıklanıp, bilgisi hayata atılmış haliydi. Göç unsuruyla birlikte şehre taşınan ve yalnızca yolların değil, koskoca modernitenin üzerinden atlayan bir kuşağın, endüstriyle karşılaştığı o şaşkınlık anında, o post-modern anda beliren bir simgeydi. Tapınağı sokağın ortasına kurulmuş bir Artemis. Kiralık evlerin ortasında kocaman göğüsleriyle bir bereket ve savaş Tanrıçası. Bereketini de, savaşını da Türkiye için harcamayı seçti.
 
Sonra Müjde Ar yoruldu, Türkiye yoruldu.
Birisinin hikayesi bitti, ötekisinin hikayesi değişti.
Şimdi yorgun Türkiye, yorgun Müjde Ar’ı bir başka hatırlamak istiyor.
Bu müstehcenlik oyunları, Türkiye’ye yetiyor.
Onun gibi zamanın ruhundan süzülüp gelen bir oyuncu da çıkamıyor.
Bir kadın gelip Türkiye’nin elinden tutmuyor.
Hülya Avşar gözükmüştü o çizgide, 1988-89, iki yıl içerisinde “Fazilet”, “Öğretmen Zeynep” ve “Benim Sinemalarım”la. Devamı gelmedi.
Sonra Nurgül Yeşilçay görünür gibi oldu. Yok, olmadı.
Müjde Ar gibisi doğmadı.
 
Fahriye’nin, Asiye’nin, Vasfiye’nin, Benli Meryem’in… hikayesi de öyle yarım kaldı. 

Etiketler:
nefret