23/10/2009 | Yazar: Yıldırım Türker

Başında ‘Türkiye’de’ sonunda da ‘olmak’ bulunan bir cümle zaten bir sorun alanını işaret eder. Türkiye’de bir şey olmak!

Başında ‘Türkiye’de’ sonunda da ‘olmak’ bulunan bir cümle zaten bir sorun alanını işaret eder. Türkiye’de bir şey olmak! Türkiye’de eşcinsel olmak tabii ki çok dertli bir şey. Fakat burada benim söylemek istediğim şeylerden en önde geleni, mağduriyet dilinden nasıl korunabiliriz? Ama mağduriyet dilinden korunmak sırf eşcinsellerin problemi değil tabii. Aynı zamanda Türkiye’de biliyoruz ki Kürt olmak da çok problemli bir alan, Çingene olmak da öyle. Heteroseksüel olmak da öyle, kadın olmak da öyle… Çünkü Türkiye’de bir şey olmak diye bir alan belirlediğiniz zaman asıl derdimizin Türkiye olduğunu biliyoruz. Çünkü bu başlığı bize yazdıran dert Türkiye. Türkiye ile derdi olan insanlarız. Türkiye’de var olmak konusunda çok ciddi sıkıntılar çeken insanlarız. Her şeyin üst başlığında bir var oluş derdimiz var. Ama bu konuda ilk bir söz ettiğimiz andan itibaren siyasetin alanına giriyoruz. Siyasetin alanı da bir cümle kurmakla başlıyor. Zaten Türkiye’de eşcinsel olmak başlığı da fevkalade siyasetin içinde üretilmiş bir başlık. 

Şimdi siyaset deyince ne anlıyoruz? Siyaset yalnızlığa karşı geliştirilmiş bir stratejiler bütünüdür. Burada özellikle eşcinsellik için de söylenebilecek bunlar aslında. Söyleyecek neler var? Türkiye’de eşcinsel olmak deyince karşılaştığımız neler var? İlk başta karşılaştığımız kendimiz varız. Kendi dertlerimiz var. Kendimizi tanımlama konusunda yaşadığımız sıkıntılar var. Kendimizi tanımanın bizi kıstırdığı o köşeler var. O köşelerden kurtulmak için çırpınırken incittiğimiz hayatlar, incittiğimiz dünyalar, incittiğimiz şiirler, tahayyüller, hayaller var. Bütün bu incitmek istemediğimiz şeyleri incitmeyen, sadece birbirimizin yalnızlığına deva olmak için, birbirimizi yalnızlıktan kurtarmak için ne yapabiliriz? Siyaset zaten her alanda bu noktada devreye giriyor.
 
Türkiye’de eşcinsel olmak deyince sayabildiğim şeyler herkesin bildiği şeyler. Bunların üstünden yeniden geçmek istemiyorum. Biz eşcinsel olanlar eşcinsel olabilmek için, eşcinsel kalabilmek için, eşcinsel olarak kabul görebilmek için çok ciddi badireler atlatmış insanlarız. Ama bu her bir insan için de geçerlidir. Burada aramızda bulunan heteroseksüel insanlar için de geçerlidir. Özellikle kadınlar için geçerlidir. Kürtler için geçerlidir. Böyle ciddi bir sorunumuz var. Yani Kürt Kürt’ü yalnızlığından kurtarabiliyor mu? Türk Türk’ü, kadın kadını, erkek erkeği, erkek kadını yalnızlığından kurtarabiliyor mu? Yalnızlığa karşı, çok feci, uğultulu bir yalnızlığa karşı nasıl stratejiler geliştiriyoruz? Birbirimizin yaralarını nasıl okşuyoruz?
 
Siyasetin, özellikle bu tür azınlık siyasetinin ya da cinsellik odaklı siyasetin bana göre yegâne amacı budur. İnsanları, ölümden, intihardan, yalnızlıktan kurtarmaktır. Dolayısıyla ben zaten cinsellik odaklı bir siyasetin, diyelim ki bu bağlamda eşcinsellik mücadelesini, eşcinsel hakları mücadelesini çok kalıcı olduğuna inanmıyorum. Bir noktadan sonra kendi kendini tüketen bir siyaset alanı olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla bizim bu yalnızlık konusundaki derdimizi çözmek için yapmamız gerekenler ne? Bunu hepimiz üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Kendi kişisel hayatlarımıza nasıl yansıdığı çok farklı belki ama müttefikler bulmak demek siyaset. Müttefikleri niye buluyor insan? Yoldaş olmak için buluyor, dediğim gibi yalnızlığa karşı direnebilmek için buluyor. Birbiriniz kurtarmak için buluyor. Kurtarılmaya değer bulduğu hayatları kurtarmak için buluyor.
 
Ama bir yandan da bütün hayatlar kurtarılmaya değer. Bütün yardım isteyen, bütün yalnız bırakılmış, bütün kıstırılmış, itilmiş insanların ve kesimlerin hayatları kurtarılmaya değer. Dolayısıyla siyasetin neresinde duruyoruz. Mesela bir eşcinsel olarak siyasetin neresinde durmamız gerektiği üzerine ben katiyen bir ahkâm kesmek istemiyorum. Ama ben kendi adıma ittifaklardan geçeceğine inanıyorum. Bunu sadece bir cinsiyet odaklı, cinsellik odaklı bir siyaset örgütlenmesinden çıkarıp gerçekten ittifaklarla bunu daha özgür, daha mutlu, insanların yalnız olmadığı bir dünya tasavvuruna eklemlemek gerektiğine inanıyorum. Ancak bu şekilde bir manası olacağına inanıyorum. Ancak bu şekilde hem birbirimizi kurtarabileceğimize hem buradan bir dünya önerisi üretebileceğimize inanıyorum.
 
Her şey, dünyaya karşı kendimizi nasıl tuttuğumuzdan başlıyor. Eşcinsel olmak dediğimiz zaman da öyle bir şey. Nasıl eşcinsel olmak lazım? Şimdi böyle bir siyasetin içinde çok büyük tehlikeler de bekliyor bizi. Bugün buraya gelmeden arkadaşlarımla uzun uzun bunun sohbetini ettik. Ve hepimizin bu konuda yakınacak çok şeyi vardı. Nasıl siyaset yapar iken, nasıl bir arada durmaya çalışırken birbirimizi incittiğimiz, birbirimizi dışladığımız, birbirimize ders vermeye çalıştığımız, birbirimizin üstünde çok alçakça, farkında olmadan da olsa çok alçakça bir takım iktidar taktikleri uyguladığımız üstüne çok yakınacak şeyimiz vardı. Çünkü bir kere yola çıktığın anda eşcinsel tasavvurunun, senin eşcinsel tasavvurunun bütün yanındaki arkadaşlarının, yoldaşların tarafından paylaşılmasını istiyorsun. Belirli doğruların bir yerlerde yazılmış olduğunu varsayıyorsun ve o doğrulara dayanak insanlara söz hakkı ve oy hakkı veriyorsun.
 
Şimdi, bu oy hakkı meselesi kanımca çok tartışılabilir bir şeydir. Melek Göregenli anlattı; işte üniversitesinde genç insanların yaptığı bir toplantıda, katılanlara sorulmuş; ‘eşcinsel evlilikleri onaylar mısın?’ Bir takım insanlar el kaldırmış. Sonra bir takım tartışmalar sürdükten sonra bir kez daha sorulmuş bu sefer. Hani nasıl bir aşama kaydedildi, hani bir konuşma sonucu bakalım neler değişti? Yine aynı insanlar el kaldırmış. Bütün her şey burada çok kötü bağlanıyor. Biz, nasıl bir görücüye çıkıyoruz? Eşcinsellik içinde çok ciddi bir problem, görücüye çıkma problemi… Bu herkes için de aynı şekilde, mesela DTP’nin yaşadığı, mecliste yaşadığı problemlerden de görüyoruz. Hayat bizi sınamak ve yargılamak istiyor. Özellikle de bir grup olarak, bir kimlik, bir aidiyet olarak. Ortaya çıktığımız andan itibaren bir sınamaya tabi tutuluyoruz ve ortaya çıktığımız andan itibaren herkes kendinde bizi yargılama ve bizim hayatımız hakkında, birebir hayatımızı ilgilendiren konularda oy hakkına sahip olduğu vehmine kapılıyor insanlar. Çünkü ortaya çıkmak, hani come-out diye söylenen şey, açılmak diye tercüme edildi, belki o açılmak, açıklamak, o süreç, tabii çok ani bir süreç. İnsanları açılmaya yönlendiriyorsunuz, açılmaya teşvik ediyorsun, açıldıkları takdirde öz saygılarını kazanabileceklerine, kendileri gibi insanlarla belirli bir siyaset pratiğine başlayabileceklerini iddia ediyorsun, söylüyorsun ama onlar açıldıkları anda karşılaşabilecekleri zorluklar karşısında nasıl bir tavır alabilirler, nasıl bu yargıçlar ve imalar dünyasından kendilerini koruyabilirler, o konuda söyleyebilecek fazla bir şeyimiz yok. Ancak yaşantılar sonucu edindiğimiz işte bir takım deneyimlerimiz var ama dediğim gibi ortaya çıktığın anda seni yargılayabilecek, senin hayatın hakkında kararlar verebilecek insanlarla karşılaşıyorsun. Bu insanlar her alandan fikir sözcüleri olabiliyor. Bir hanım gazetecinin zamanında ‘canım işte eşcinselliğe bir itirazımız yok ama artık yani bilmem ney de yapmasınlar’ şeklinde bir yazı yazdığını ve ben de ona yazıyla cevap verdiğimde çok şaşırdığını ve çok öfkelendiğini hatırlıyorum. Çünkü o kendisini çok yüce gönüllü, bana ve bütün eşcinsellere bir hayat alanı tanıyan bir anne gibi hissediyordu. Dolayısıyla ben de bu bana uzatmış olduğu eli huysuzca iten bir edepsiz ibneydim.
 
Açılmak insanın kendisi içindir. İnsanın kendisi gibi olanlar içindir. İnsan dünyaya açılmaz. Yani illa da gideceğim de annemin onayını alacağım, illa da anneme açılacağım, işte onlar anlayana kadar birbirimizi yolarak geçireceğiz. Ya da ne bileyim, işte gidip şurada açılacağım bütün herkesin onayını alacam. Bunun için mücadele edeceğim. Bence açılmak bunlar değil. Açılmak öncelikle kendinle kurduğun bir ilişkidir. Ve kendin gibilerle kurduğun ilişki biçimidir. Çünkü yargıcı dünya zaten seni sürekli itirafa zorluyor. İtirafın olduğu yerde bir suç vardır. İtiraf, suçu işaret eder. Sonuç olarak sen itirafa zorlanan, üstünde ışıklar yakılıp itirafa zorlanan bir şekilde kendini bulduğun takdirde gerçekten bu konuda itiraz etmen gerekiyor. Çünkü açılmanın itirafla hiçbir ilgisi yok. Hiçbir suç söz konusu değildir.
 
Dolayısıyla onay beklememek, onay beklememeyi öğrenmek çok güç bir şey tabii. Bunun örneklerini Türk siyasetinde de çok görüyoruz. Onay beklemek. Hani bir ara çıkıp biz de kurucu unsurlardanız, biz de Çanakkale’de savaştık diyen Kürtler de mesela onay beklediği için numaracılık yapan Kürtlerdi. Mesela bu da bir siyaset olarak bence çok çirkin bir siyasettir. Ve kendi uğradıkları zulmü kendi elleriyle meşrulaştırma siyasetidir. Çünkü sonuç olarak o Çanakkale’de savaşmadıysan, kurucu unsur değilsen hayatın neresinde yer almayı hak ediyorsun, cevabını vermek lazım. Bu memlekette sadece Türkler ve Kürtler yaşamıyor mesela.
 
Eşcinsellerin de yıllar boyunca çıkıp, biz aslında gayet de efendi, normal, düzgün insanlarız, sizin gibi yaşıyoruz ama bütün her şeyimiz de sizin gibi, bütün duygularımız, yaşadıklarımız, dertlerimizi de sizin gibi fakat tek farkımız işte yatak eşlerimizi seçerken oluyor. E artık o kadarını da görmezden gelin. Oysa hayır böyle bir şey değil tabii ki bu. Bu bir kimliktir ve bütün kimlikler gibi biricik bir kimliktir. Ama bu kimlikte olmamız sadece bizi bir arada durmaya ve bir aile gibi olmaya yönlendirmiyor. Bunun için başka müttefikler ve hayatın başka alanlarına yönelik itirazlarımızı bir araya getirmemiz gerekiyor. Söz gelimi Ermeni sorunu üstüne fevkalade milliyetçi bir dil tutturan ya da gayet militarist bir dil tutturan Kürt sorunu üstüne bir eşcinselle ben kendimi hiç aile gibi hissetmem, hissetmek zorunda değilim. Çünkü benim onunla ortak olduğum noktanın sadece o cinsel pratik olduğuna inanır hale gelirim. Bu da beni eşcinselliğin sadece cinsel bir pratiğin adı olduğuna inandırmaya sürükler ki bunu reddediyorum. Bütün gücümle reddediyorum çünkü eşcinsellik sadece cinsel bir pratiğin adı değil.


Etiketler: yaşam
İstihdam