19/10/2014 | Yazar: Gözde Demirbilek

dünya kimseyi sağlıklı yaşam programı izlerken nutella kavanozuna sen de benim hatalarımdan birisin dedikten hemen sonra raskalnikov’u cinayete iten sosyolojik sebepleri düşünmeye itmesin.

merhabalar merhabalar, vaov ne uzun zaman oldu! merhabalar yazarken gözlerime uzun zamanlar doldu. birazdan boşaltırız gerçi. başlık sizi yanıltmasın zira queer bir daha geçmeyecek bu yazıda. ya da başlık sizi yanıltsın yanıltabildiğine elbette yine de queer yiyelim, queer konuşalım... perşembe havasını biraz geride bırakıp pazar yazısı yazdım size. (burada sitcom dizilerindeki kahkaha efekti giriyor) hani normalinde de perşembeleri aşırı ciddi ve teori akan yazılar yazarım ya bu sefer pazar gevşekliğinde yazayım dedim. (efekt yine girer)
 
bu sabah kalkınca masaya uzun uzun baktım. yalnız yaşadığım bu eve en az altı kişilik aile yemeği masası almak kimin fikriydi? (gerçi masa belediyeden geldi çaktırmayın ben almadım yani ama demek bornova belediyesinin bir çeşit komplosuydu bu) HAYALLER SAAT DÖRDE KADAR TOPLANMAMIŞ MUTLU PAZAR KAHVALTISI, HAYATLAR KİME HAZIRLAYAYIM NEYE HAZIRLAYAYIM DERKEN HİÇ HAZIRLAMAMAK, SOĞUK TAŞA ÇIPLAK AYAKLA BASMAK BE diye düşünürken kendimi yakalayıp yatağa geri yolladım. "canım biraz daha uyu istersen sen..." uyudum. uyandım. (...uyudum uyandım, kepaze bir yaşam diye devam ederdi kafka olsaydı. ne ben kafkayım ne bu aralar milenalarla yaşıyorum. kepazeliğini de gördük de bu ancak uyudum uyandım yalnızım yine bu pazar olabilir) biraz internete bakındım işte, alan açmaya çalışıyorum kendime. evde açılabilecek bütün alanları açtım da şimdi balkonda yatıyorum aslında. mesela bu hafta açtığım alan kilden küçük yükseller yaratmak, kitap okuyan ablamı izmir’e taşımak oldu. 
 
kendisinin önünde hiç eylem yapılmadı, biraz kırgın hayata. bu heykelin benim için etki dozajı öyle yüksek ki bireysel eylemlilik gösteriyorum önünde. bana kırılmıyor böylece. (fırınladıktan sonra çatlama girişimleri olmuş olsa da) neyse henüz kahvaltı etmedim. bu sırada kaos’ta çok güzel bi kahvaltı olduğunu da biliyorum. kahrolsun 21. yüzyılda yüz göz tanıma sistemli telefon bulan teknolojinin ışınlanmayı henüz bulamaması. böyle teknolojiye yazıklar olsun. BAK YAPACAĞIN ŞEY BELLİ: 1 insan, 2 mekan. bu insanı bi mekandan ötekisine yollayacak şeyi yaratacaksın bu kadar. ama nerde... ancak işte kendi kendine çayın şekerini karıştıran bardak filan bulunsun. şaka bi yana, ışınlanma olsa da yine otobüsle giderdim herhalde. ben sizin için istiyorum. (yalan) hayır yalan değil, giderdim yine otobüsle de sadece gündüzleri. (evet) 
 
2003’ten beri ev telefonunun başında haber bekleyen hakan altun’un sesini sonunda birileri duymuş ve reklam etmişler. fakat ne yazıktır ki, bu insana kimse "yav hakan bekleme artık, beklediğin kimse bi hat alalım sana numarasını hatırlıyosan (ki 11 yıl bekleyen o numarayı facebook şifresi bile yapar) ver de ’bu benim yeni numaram :) -hakan altun’ diye mesaj atalım. hem böylece eve tıkılıp kalmamış olursun, çünkü fark ettik biz 2003’ten beri ortalarda yoksun, korkuyoruz evden çıkmıyosun" demeyi akıl etmemiş 11 yıldır bu adamın bi ev telefonu başında beklediğini düşününce ülke olarak bu ayıbımız çok zoruma gidiyor. ve yine ne yazıktır ki reklamda hakan altun yine telefonunun başında ilk günkü hüzünle bekliyo. BİRİ ARTIK LÜTFEN HAKAN ALTUN’U KURTARSIN. buradan evlenme gayesi olan arkadaşlara sesleniyorum. çünkü hakan altun bu ülkede anneannelerin seveceği damat profilinin ta kendisidir. hakan altun, bütün düğünlere çeyrek götürecek yolda akraba gördü mü hal hatır sorabilecek, her telden konuşabilecek, anneanneye "annem nasılsın bi ihtiyacın var mı" diyebilecek,  her şeyden önce AŞIRI EFENDİ OLMAK, O KADAR EFENDİ OLMAK Kİ ANLATAMAM EFENDİLİĞİNDE bi insanı buraların. ülkenin "efendi insan" maskotu bu profili 11 yılda kaybettik, üstelik kaybetme sebebimiz kendinden efendi. inanıyorum başarabiliriz. inanıyorum, hakan altun’u bu topluma yeniden kazandıracağız. latife ediyorum tabi ki, kimseyi bu topluma geri sokmaya çalışmayalım. yolunu bulup kopmuş gitmiş adam darısı hepimizin başına. (sosyolog konuştu)
 
sevdiğime elma soyup dörde böldükten sonra bıçağın ucuyla uzatacak, dahası tabureye oturtup keselerken bu ayı nasıl çıkaracaz bakalım’ı konuşacak yaştayım. yine geçen gün bi arkadaşım EVDE NASIL YAPIYOSUN, YEMEK FALAN ZOR OLMUYO MU ÖĞRENDİN Mİ Bİ ŞEYLER YAPMAYI, TEMİZLİK??? dedi. delikanlı ben geçen gün sıkıntıdan fırında kabak mücveri yaptım, ona yeni isim (isim de Meló de Mucveria şşş) koydum. yeterince açık mı domestikliğim, yoksa biraz daha açarak blenderla suratını mı dağlamalıyım? yemek yapmak dediğin yağla soğanı kavurunca tencerenin sana dönüp sen git yat gerisini ben hallederim demesi zaten.
 
durun! "bu tarz benim" programıyla ilgili yorum yapmayacaktım aslında. sözü çok geçince internetten baktım bir bölüme, gözlerimden kan geldi. gerçekten korkunç. ama ne jüriyle ilgili ne de oradaki yarışmacılarla alakalı benim tezim tam olarak sunucuyla alakalı. bakın, farkında değilsiniz ama olay sunucuda kilitli. öykü serter’in sunduğu bütün programlarda fesat var. hâlâ anlamadınız mı... bi düşünün o kadının girdiği programda huzur yok ya. dağılıyo kadının sunduğu her yer. neyse. kader. destiny’s child’ı da dağıtan o zalim kader değil miydi nihayetinde? 
 
("bu tarz benim" izlemeyin, sağlıklı yaşam programları izleyin, mesela ben izliyorum, 1 haftada çıkarttığım sonuç: yaşamak = kanserojen)
 
dünya kimseyi sağlıklı yaşam programı izlerken nutella kavanozuna sen de benim hatalarımdan birisin dedikten hemen sonra raskalnikov’u cinayete iten sosyolojik sebepleri düşünmeye itmesin. gerçekten. zor oluyo böylesi. 
...
neyse, bu bomboş hezeyanların sonrasında; kendinize çok güzel bakın tamam mı, size çok yakın zamanda romantik olucam. ama şimdi değil. 

Etiketler:
nefret