29/03/2017 | Yazar: Fırat Varatyan

Bir de yalan uydurmuş kendine, ileriye gitmeyeyim diye. Erkekler sadece haroşa örermiş.

Tepemizde karanlık bir bulut görünüyor, yağmuru ıslatmaz korkmayın. Gündemin karın ağrıları bizde birer sancı tadı alıyorken, muhtaç olduğumuz gullüm kendini aratıyorken, gülmeyi unuturken başka bir dünya için savaşıp elimizdekileri korumanın derdine düşmüşken, hayallerimizin, inancımızın, neşemizin, en politik orospuluklar ve zırıllıklarımızın, gülüşlerimizin saklandığı diyarları unutur olmuşuz.

Hal böyleyken lubunyanın boş duranı da koli kesmeyeni de makbul değildir diyerek işe bir el atalım dedik. Birbirimizin hayalindeki o başka dünyalara birer liman kurup ihtiyaç anında en yakın limana yelken açınız levhasını da orta yere asmaya karar verdik.

Artık ütopyalarımızın, dünyalarımızın, limanlarımızın sıralı tam listesini buraya düşürmeye başlıyoruz. İçimizdeki aydınlık bu havadaki karanlığı parçalayacak elbet ama unutur gibi olduğumuz dünyalarımıza bir göz kırpıp; umudun beynimizde olduğunu, biz gitmeden de bir yere gitmeyeceğini hatırlatıp, benim de bir dünyam var elbet dediğiniz ütopyalarınızı yazıp yazıp göndermenizi isteriz.

Sevgi, esenlik ve bol miktarda cicilik dileklerimizle…

Bizimle ütopyasını paylaşan üçüncü konuğumuz Kocaeli’den Ayhan Akmaz. İşte Ayhan’ın ilmek ilmek ördüğü ütopyaları…

Rivayet bu ya, köyün birinde, bir varmış bir yokmuş. Meşrebiniz neye gönül verirse artık. Günün birinde bir “hanım” arkadaş, ki bu hanım arkadaşlar rivayetlerde hep kadın. Toplamış evde ne kadar artık ip varsa başlamış tüm çeşit çeşit, renk renk iplerle bir ütopya örmeye. Yetmemiş, konu komşu kim varsa gezmiş. Onların da artık ne kadar ipleri varsa dilenmiş. Kimseye ütopyasından bahsetmeden gece gündüz, beyi uyurken o ayakta örmüş bitirmiş iplerini.

Velhasıl akşam “bey”, rivayet bu ya beyler de hep erkek, yorgun, argın gelmiş eve. Suratta bir dirhem umut yok. Sömürmüş yüzünün ne kadar astarı varsa erk kapital. Hanım emeğinin tüm huzuruyla yarattığı ilmek ütopyasını göstermiş beye ve anlatmış olan biteni. Oradan aldım, buradan topladım… Derken bey beğenmez mi artık. Cebinden para çıkmadığına mı sevinsin, yoksa kendisi hiçbir şey yapmaksızın mutlu olan hanıma mı? İşte böyle şekillenmiş bu renk cümbüşü.

Rivayet bu ya! Bana gelince ilk ilmekleri attığımda çocuktum. Babaannem iyi bir örücüydü. Bana örgü örmeyi pek öğretmek istemez ama yine de ısrar etmeme dayanamazdı. “Sen ne biçim çocuksun” der başlardı en kolay olanı göstermeye. Tabi ailenin diğer erk formlarında görmemiş böyle bir şey. Şaşkın canım babaannem. Bir de yalan uydurmuş kendine, ileriye gitmeyeyim diye. Erkekler sadece haroşa örermiş. Parantez açayım Haroşa, şiş ile örülen en basit temel model diyelim. Sanırım bu ikimiz arasında kocaman bir yalan. Ben inanmış gibi yapar keyifli zaman geçirirdim.

O yaşlarda tığ, şiş tutmak önemli, el yatkınlığı için. Kız kardeşim çok azar işitmiştir bu yüzden. Eh “hanım” kadınlar böyle ehlileşiyor ya! Üniversiteye gelene kadar pek model öremedim. Annemden ve komşulardan daha iyi yaparım ve bu herkesi kızdırabilir diye aslında. Böyle konular dedikoduların yayılmasına olanak sağlayabiliyor. Babaannemin aman aman öğrettiği haroşa selaniğe, Türkan Şoray kirpiğine, Zeki Müren dişine evrildi durdu. Örmek bende başka bir düşünme mekanizmasına büründü artık.

Ördüm, ördükçe sevdim, nefret ettim, yargıladım, soru sordum. İlmek ilmek sıraya koydum her şeyi. Başka türlüsü herkesin yaptığı şeylerdi. Orta mglı antidepresan işte. İplerim, evimi paylaştığım kedi, balkonumda yaseminler, hanımeli. İki zincire 3’lü trabzan. Tersin üstüne hep düz. Yetmez ama en az bir kedi. Ve o kedilerin muhteşem özgürlük mırıltıları.

Tüm en ufak ütopyalarım beni hazırlıyor yeni bir güne, artık ne yaşayacaksam yaşama namına. Muhtemelen birçoğumuz, yaşam alanlarımızın zor oluşunu kabul ederek yaşıyoruz. Dünyanın güzellikleri parmaklarımızın ucundan geçsin diye belki, benim ufak ütopyalarla beslenişim. Balkonunuzdan gelecek olan bahar habercileri. İşte bu ütopyaların ilk sosyalleştiği yer. Kamusal alan diyorum sıkça balkonuma. Komşularım başta olmak üzere, bu benim dünyam deme şekli belki de. Şimdi size hangi çılgın engel olacak balkonunuzdan özgürlüğü haykırmanıza… Yüksek balkonlardan uzak durmak şartıyla.

Yaşam alanlarımız ne kadar daralırsa biz o kadar çok ütopya sıkıştırmalıyız hayatımıza. Gündem malum yoğunluğunda. Referandumdu, evetti, hayırdı derken bir başkasını kovalayacak gibi. Sonuç ne olursa olsun ben örgü örmeye, balkonumda baharı beklemeye devam edeceğim. "Yol uzun, güzergah zorlu; ne demeliyim? Zarif kardeşim benim" elbet biriktirdiğimiz ütopyalarımız bir gün direncimiz olur. Belki değil mutlaka…

Diğer ütopyalar:

Ütopyalar: Süleyman Bölükbaş’ın Ütopik Manifesto’su

Ütopyalar: Ozan’ın sade, basit insanı!


Etiketler: yaşam
nefret