15/07/2009 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

"Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın herhangi bir başka ülkesinin de Çin üzerinde herhangi bir yaptırımı olabilmesinin yegâne yolu; uzun ve derin bir tarih bilinci olan Çin’i ikna etmek veya utandır

"Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın herhangi bir başka ülkesinin de Çin üzerinde herhangi bir yaptırımı olabilmesinin yegâne yolu; uzun ve derin bir tarih bilinci olan Çin’i ikna etmek veya utandırmak. Bunu da ancak dış politikaları tutarlı, adalet duygusu yüksek, eşitlik ve insan hakları geçmişleri aydınlık ülkeler, o da ancak bir noktaya kadar başarabiliyor."

 
ABD emperyalizmin dünyadaki yerini almaya kararlı adımlarla yürüyen ve gezegenimizin yeni ‘süper gücü’ olmaya hazırlanan adayların başında gelen Çin İmparatorluğu, diğer bütün azınlıklarına yaptığı gibi Uygurları da asimile etmeye devam edecek. Bu muazzam gücün önünde; Uygurlarla tarihi, dini, kalbi bağı ne olursa olsun, Türkiye’nin bugünkü hükümeti AKP hükümetinin de yapabileceği yegâne şey ancak hamaset edebiyatı olabilir.

Çin sadece nüfusu itibarı ile dünyanın en büyük ülkesi olmakla kalmıyor, aynı zamanda da hepimizin gündelik hayatımızda takip edebildiğimiz gibi ekonomik bir dev olma yolunda ilerliyor. Yakın tarihe bir bakıldığında, dışardan kendisine yöneltilen telkin veya tenkitleri de kaale alan bir ülke değil. Mesela Birleşik Krallık, uzun bir süre elinde tuttuğu eski sömürgesi Hong Kong’u, Çin’e kaptırmamak için; hem de Hong Kong halkının desteği ile çok çaba sarf etti ama sonuç değişmedi. Çin, Hong Kong’un sahibi oldu veya dünya, Çin’in kendi vatandaşlarının daha fazla özgürlük ve demokrasi isteklerini desteklerken, bütün dünyanın gözü önünde ‘Tianenmen Meydanında’ bu talepleri fütursuzca kanlı bir şekilde bastırdı.

Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın herhangi bir başka ülkesinin de Çin üzerinde herhangi bir yaptırımı olabilmesinin yegâne yolu; uzun ve derin bir tarih bilinci olan Çin’i ikna etmek veya utandırmak. Bunu da ancak dış politikaları tutarlı, adalet duygusu yüksek, eşitlik ve insan hakları geçmişleri aydınlık ülkeler, o da ancak bir noktaya kadar başarabiliyor.

Kendi azınlıkları ile sorunlu, ‘Darfur Kasabına’ koltuk çıkmış, dünya kamuoyu önünde bağımsız başka bir ülkeyi  ‘işgalci’ damgası taşıyan, dışişleri bakanı bilmem hangi tarikat dengesini sağlayabilmek için atanmış, ‘geçici’ BM Güvenlik Kurulu  üyesi Türkiye’ye, BM Güvenlik Kurulu daimi üyesi dev Çin, şeyinin köşesi ile güler. Dünyanın başka ülkeleri de, ekonomik çıkarları gittikçe artan Çin’i küstürmeyi göze alamazlar.

Ama ne olur? İç politikamıza malzeme olur. Erdoğan eser gürler, MHP, milliyetçi olduğunu ispatlamak fırsatıdır diye, Erdoğan’a yüklenir, Erbakan’ın mücahitlerinin Müslümanlığı depreşir, Alperen Ocağı Kahramanları(!), Vakit provokasyonu ile ülkemizin az bulanan medar-ı iftiharlarından İdil Biret’in konserine saldırı düzenlerler. Çin, Uygurları asimile etmeye devam eder.

Yıllarca bütün dünyanın, ‘Çin bir kültürü, bir dini, bir yaşam şeklini yok ediyor’ diye karşı çıktığı Tibet konusunda hiçbir zaman tutarlı bir hassasiyet gösterememiş Türkiye Cumhuriyeti AKP hükümeti, ‘başına bir Türk seçtirdik’ diye övündükleri Müslüman kardeşlerimizin(!) örgütü İslam Konferansı Örgütü’nden bile Uygurlar için bir karar çıkarmaz! BM’lerde AB’nin önderliğinde, eşcinsellerin insan hakları konusunda AB ile işbirliği yapmayan AB aday üyesi Türkiye, AB’den tabii ki Uygurlar konusunda bir destek bekleyemez.

Bu topraklarda yaşayıp da, insanlık adına nasıl depresyona girmemek mümkün oluyor diye, soruyorsanız; kırk yılda bir olsa da bazen bir yerden umut ışığı önünüze geliyor.  Anadolu’nun bir şehrinde savcılık yapan bir öğrencimden bir e-mail aldım, sizlerle paylaşıyorum:

‘Merhabalar Hocam,
Dün ceza infaz kurumumuzda kalan üç travestinin ifadesini almam gerekti. Soruşturma büromuzda yaklaşık 15-20 kişi vardı, etrafımızda diğer savcı beyler, büro çalışanları, stajer büro çalışanları, jandarma, polis vb... Travesti şüphelilerimiz de gayet gösterişliydiler, gerek kıyafet gerek endam olarak...

Etrafımdaki tüm bakışlara, benden beklenen tavırlara aldırmadan, orada daha önce gözlemlediğim diğer meslektaşlarım gibi gözlerimi kaçırarak ya da bağırıp çağırarak değil, en ufak bir ayrımcılık izlenimi dahi yaratmamaya çalışarak, iki insan gibi olabildiğince iletişim kurmaya gayret ettim. (tabii sonrasında, arkadaşlarımın ve büro çalışanlarının öngördüğüm takılmalarına maruz kaldım ama) İtiraf edeyim biraz kasıldım da, zira Adanalı heteroseksüel savcı olarak, Diyarbakırlı travesti şüphelilerim ile yüz yüze bakarken, insan gibi sohbet havasında ifade aldım ve bir taraftan da çevremdeki insanların durumu garipser, alaycı tebessümlü ifadelerini gözledim.
Bilgi Üniversitesi’nde; ‘okul için değil, yaşam için öğrenmeliyiz’ diyorsunuz.
O gün soruşturma bürosunda dersinize girip, homofobik sınırlardan bu noktaya gelebildiğim için kendimi ayrıcalıklı, şanslı ve mutlu hissettim, sizinle paylaşmak ve teşekkür etmek istedim.
Hoş kalınız’

Uygurlara yardım edebilmek için önce kendimizi kurtarmamız lazım. Gençlerimizden umudum var. 


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam