06/11/2013 | Yazar: İdil Engindeniz

Görevden vazife çıkaranların bol olduğu bir dünyada, bu sözlerle birlikte, ‘namus’ uğruna öldürülen kadınların kanı Erdoğan’ın eline daha da çok bulaştı.

Tayyip Erdoğan’ın Kızılcahamam Kampı konuşması kadın varlığına yeni bir tehdit olarak kayda geçirilebilir. Kız-erkek öğrencilerin aynı evde kalmasını kabul edilemez bulan Erdoğan, bunun denetleneceğini ifade etti. Görevden vazife çıkaranların bol olduğu bir dünyada şunu söylemek belki iddialı ama maalesef yanlış değil: bu sözlerle birlikte, “namus” uğruna öldürülen kadınların kanı Erdoğan’ın eline daha da çok bulaştı.

Eve Ensler’in Vajina Monologları adlı oyunu kendileriyle görüşülmüş iki yüz kadının anlattığı “vajina hikayeleri”ni aktarır ve bedenimizi ne kadar tanıdığımız, cinselliğimizle ne kadar barışık olduğumuz, ilişkileri nasıl yaşadığımız üzerinden bazen komik, bazen hüzünlü örneklerle karşı karşıya bırakır bizi. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, partisinin Kızılcahamam kampında yaptığı kapanış konuşmasında geçen bir kısım, bundan önceki tüm vukuatlarla da birleşerek, nedense bana hemen bu oyunu hatırlattı, daha doğrusu ismini, zira Erdoğan ve şürekasının (kabinesinin) yaptığı da aslında vajina monologlarından başka bir şey değil, ama bu sefer kadınları özgürleştirmek için değil, vajinalarımız yokmuş saymamız için yapılıyor bu konuşmalar. Ve tabi ki asla diyalog değil, kadın olarak var olmadığımıza göre bizimle konuşacak değil herhalde, o(nlar) kendi fikirlerini saçıp dökecek, bu kadarı yeterli. Öfkemizi temelsiz bırakmayalım, Erdoğan’ın konuşmasının ilgili kısmını, hem de Zaman gazetesinde yayınlandığı şekliyle, alıntılayalım:

“Eğitimle ilgili birçok problem bulunduğunu vurgulayan Erdoğan, özellikle yurtlarla ilgili aksaklıkların altını çizdi. Vakıfların daha çok yurt yapmasını teşvik edeceklerini ifade eden Erdoğan, yurt eksikliğinin yol açtığı sıkıntıları sayarken çarpıcı bir örnek verdi: ‘Denizli ilinde şahit olduk. Yurtların yetersizliği beraberinde çeşitli sıkıntılar doğuruyor. Üniversite öğrencisi genç kız, erkek öğrenci ile aynı evde kalıyor. Bunun denetimi yok. Muhafazakâr demokrat yapımıza bu ters. Vali Bey’e bunun talimatını verdik. Bunun bir şekilde denetimi yapılacak.’”
Zaman, bu örneği “çarpıcı” buluyor, olabilir, dünya görüşü çerçevesinde kimi insanlar / aileler kız ve erkek çocuklarının aynı evde / aynı yurtta yaşamalarını istemeyebilir. Hemen akla geldiği gibi sadece “kız çocuk” ebeveynleri değil, “erkek çocuk” anne-babası da bunu tercih etmeyebilir. Muhakkak ki böyle bir görüşün varlığını kabul etmemiz, onu değiştirmek için uğraşmayacağımız anlamına gelmez ama bunu şimdilik bir tarafa bırakalım. Peki ya bunu tercih edenler ne olacak? O “Vali’ye verilen talimat” çerçevesinde yapılacak olan “denetim” nasıl bir toplumsal baskıya dönüşecek? Denizli demiş Erdoğan, bizde de bir Balıkesir örneği var mesela, kadın-erkek öğrenciler bırakın ev arkadaşlığı yapmayı aynı evde biraz fazla zaman geçirdiğinde komşuların kapıya dayandığı. Şimdi komşuların eli daha da güçlü, Başbakan bile bu durumu “kabul edilemez” buluyor nasılsa. Bu durumda o evdeki bizlerin hassasiyeti değil hakları nasıl korunacak? Böylesi halleri asla ve kat’a kabul etmeyeceğini açık açık, Vali talimatıyla, bakan yaftalamasıyla, başbakan kışkırtmasıyla ilan eden devlet mi? Uzunca bir zamandır AKP hükümetinde cisimleşen devletin yaptığı bunun tam tersi oluyor nedense.
 
Yazının başlığında da söylediğimiz gibi, hükümetin ağzından çıkan, devlet politikası haline dönüşen bütün bu sözler erkeğe dair politikalar değil, bunlar bir bütün olarak kadın bedenine dair politikalar bile değil, bunlar doğrudan bizim cinselliğimize, bizim vajinalarımıza dönük politikalar. Vajinamızı ne kadar kontrol edebilirlerse o kadar rahat edecek içleri ama bu konuda da “durmak yok yola devam” durumu söz konusu: kürtaj olma, günah; üç çocuk doğur, aşağısı kurtarmaz; vapurdan inme, gözüm kayıyor; kucağa oturma, içim fena oluyor… “Üretilen” politikalar bu kadar gayri-ciddi temellendirilince verilen örnekler de ancak bunlar olabiliyor.
 
Peki buna karşı ne yapabiliriz, ne yapıyoruz? Sokağa çıkıyoruz ve çıkmalıyız da tabi, sokağa çıkmanın ne kadar büyük bir güç olabileceğini (siyasete tahvil olmasa da) Gezi’de de gördük, siyasi bir güç olmasa bile orada olma, birlikte olma hali bize güven veriyor. Ama bunun ötesinde ne yapıyoruz? Herkes kendi köşesinde çok ciddi çaba harcıyor, geliştirdiği stratejiler doğrultusunda çalışıyor belki ama sanki bütün bu çabalar tiyatro sahnesindeki karton dekorlar gibi kalıyor, var gibi ama gerçek değil aslında. Bugün Türkiye’de kadın hareketi dediğimizde ne kadar bütünlüklü ve bütüncül bir şeyden bahsediyoruz? Erkeklerin veya eril zihniyetli kadınların ortaya attığı konuların etrafında birden alevlenip sonra bunu neye evriltiyoruz, nasıl örgütleniyoruz, özellikle de kentli kadın kimliklerimizle başka kadınlarla nasıl bir araya geliyoruz / bir araya gelebiliyor muyuz? Kazova direnişi konulu bir yazı vesilesiyle direnişteki kadın işçilerden biriyle görüştüğümüzde direnişin kendilerini (kadınları) nasıl değiştirdiğinden bahsediyordu. “Kimseyle pek konuşmazken, başım önümde işe gidip gelirken şimdi açıldım, rahat rahat konuşuyorum artık herkesle. Başka bir arkadaşımız dini inancından dolayı erkeklerle bir araya gelmezken şimdi öyle bir şey kalmadı”, diyordu. Bunlar çok basit örnekler belki ama bir kadının toplumun kendisine dayattığı kimlikten özgürleşebilmesi için daima bir direniş mi gerekli? Aslında evet, direniş içinde, mücadele içinde öğreniyor ve özgürleşiyor insan ama Kazova’dan önce tanımadığımız, Şişli’de çalışmasına karşın mesela Taksim’deki x eyleme, y toplantıya katılmasını sağlayamadığımız kadınlarla nerede buluşacağız? Cevap çok da zor değil galiba aslında: oldukları yerde. Onlar neredeyse orada olarak, gerçek, sahici ihtiyaçlar neyse onların etrafında bir mücadele örgütleyerek. Onları “bilinçlendirerek” değil, onlarla birlikte bilinçlenerek. Birlikte “devlet elini vajinamdan çek” diyemeyeceğiz belki, “am benim dilletirim, bağ benim belletirim” de olmayacak muhtemelen sloganımız ama birlikte dönüşeceğiz, dayanışacağız ve varacağımız nokta hepimizin özgürleşmesi olacak.(sdyeniyol.org)
 

Etiketler:
nefret