04/05/2009 | Yazar: Yıldırım Türker

Son zamanlarda Lezbiyen, gey, travesti ve transseksüel (LBGTT) vatandaşlara yönelik saldırılar yoğunlaştı.

Son zamanlarda Lezbiyen, gey, travesti ve transseksüel (LBGTT) vatandaşlara yönelik saldırılar yoğunlaştı. Öldürülen LBGTT insanlarının katilleri bulunmuyor, dosyaları besbelli gözlerden ırak raflara kaldırılıyor.
Nefret dilinin siyasetin her alanında yegâne meşru dil haline geldiği zamanlarda yaşıyoruz yine.
İnsan olmaya, dünyalı olmaya yönelik umutlar tükendikçe bu topraklarda en iyi bilinen dil devreye giriyor. Taraflar tırnaklarına kana batırıp birbirlerini katillere işaret etmeye devam ediyor.
Bize de döne dolaşa aynı çığlığı büyütmek kalıyor.
Memleket cephesinde yeni hiçbir şey yok.
Doğduk, büyüdük, ölüme daha da yaklaştık, ama seferberlik halinden çıkamadık.
Hayatımızın zinciri paslı salıncağı, Kemalizm’le İslam arasında gıcırdayıp salınıyor. Bu kulakları sağır eden gıcırtı kimsede akıl, izan, sukûnet bırakmıyor. Bu iki sözde kutbun birbirini amansızca beslediğini her an hatırlamadığımız takdirde bir gün taraf olmaya kalkışabiliriz. Kanımca, iyi bir insan, iyi bir vatandaş, iyi bir dünyalı olma yolunda bir Türkiyeliyi bekleyen en büyük tehlike budur.
Hayat, memleket koşulları, ‘güçler dengesi’ bizi hakemliğe zorluyor.
Hakemlik, özneliği elinden alınmış insanlar için biçilmiş bir kaftandır. Biçenler, asıl kutupların Kemalizm ve İslâm olmadığını gayet iyi bilen karanlık terzilerdir.
Oturduğumuz yerden vatanı-milleti-ümmeti korumak amacıyla kutsal bir mücadeleye girişmiş bu Hacivat ve Karagöz’ün samimiyeti, doğruculuğu, kahramanlığı üstüne ahkâm kesmeye başladığımız anda mükemmel seyircilere dönüştük demektir.
Öte yandan, kolay değil elbet, yaralarını kendi kısıtlı imkânlarıyla sarıp yoluna devam etmeye çalışanların, başı hiç okşanmadan, kendi gibilerin başını okşamasına izin verilmeden yaşayagelenlerin tuzakların üstünden bir bir atlayarak akla ulaşabilmesi. Dolayısıyla hepimiz, kendi yaralarımızın sızısıyla dünyamızı okumaya çalışıp hangi taraftan fazla yara almışsak karşı tarafı müttefik belleyerek aksak bir ritim tutturmuşuz işte.
Sanıldığının ve iddia edildiğinin aksine Kemalizmin seküler ahlakla en ufak bir ilgisi yoktur. Laiklik diye bayrağını açmış olduğu ülkü, adını kazandıran anlamıyla laisizmin uzak akrabası bile değildir. Bütün gücünü ve fiyakasını dayattığı tabulardan alır. İnsanlığa sunulmuş diğer dinlerden hiçbir farkı yoktur. Patentini kimselere kaptırmadığı yasaklarla ayakta durur. Bu nedenledir ki bir din kadar kapsayıcı, bir araya gelmesi yalın akla mümkün gelmeyen çeşitli gruplaşmaları, siyasi akımları şaçakaltında toplayıcı özelliğe sahiptir. Tabularının başında da, evet bildiniz, şanlı ordumuzun dokunulmazlığı gelir.
Öte yandan İslam’ın, gazası her halükârda mübarek yorumunu bayraklaştırmış olanların, önüne gelen dertliyi döverken arkasını dönüp kendinin zenci fotografını önümüze sürüyor olması, asıl derdin ne olduğunu çaktırmadan işaret ediyor.
Alttakilerden ya da üsttekilerden olmanın seçmiş olduğun tabular bütünüyle ilgisi yok elbet. Ama Cumhuriyet’in mağdurları olarak İslami kesimi gösterip İslâmın mazlumiyet damarından güç alanlar aynı oyunu oynamaya soyunmuş. Bu sözde mağdurların hiç de mağdur görünümleri yok. Kibirden yanlarına yaklaşmak mümkün değil. Kâh karikatürlerle kâh gariban vatandaşla itişiyorlar, dişlerini geçirebildiklerinin canını silkeliyorlar. Korumalarını namlı işkencecilerden, dostlarını şanlı işadamlarından seçiyorlar. Tabuların tesisi konusunda karşılarına aldıklarından en ufak bir farkları yok. Güç ve iktidar adına kullanmayacakları çağrı, suiistimal etmeyecekleri kurum yok. Kendilerinden ve inançlarından o kadar eminler ki her fırsatta kendi tabularını yerleştirmeye planlar kuruyorlar. Sızıntıya bayılıyor, durmadan hayatla aramızı kutsal pompalıyorlar. Okullarda yaratılış öğretilsin. Kutsalın dokunulmazlığı karşısında akıl sussun. Kendilerine yakıştırdıkları özgürlük, asla  dünyayı kucaklamıyor. Kendilerinin erdemli; hırpalattıklarının, aç bıraktıklarının, iktidarlarına payanda olamayacak güçsüzlerin günahkâr olduğuna inanıyorlar. Günah kavramının çarpıtan aynasında gördükleri dünya acıların dindirildiği, mutluluğa bakan bir dünya değil elbet. Russel diyor ki: ‘Erdemli olanlara, bu günah kavramının sunduğu en büyük ödüllerden biri, vicdan azabı duymadan acı çektirme fırsatıdır.’ Vicdan azabı duymuyorlar.
Sonuçta herkes kendi ordusunu istiyor. Kendi dediğim dedik güç makinesini.
Bir Hacivat’a bir Karagöz’e gülüyoruz. Biri halktan, biri nispeten beyzade görünüyor. Ama aynı hayal perdesinde, birbirlerini besleyerek yaşayıp gidiyorlar. 

Vakit işbaşında
DTP’ye durmadan ve soluk aldırmadan PKK’yı lanetlemesini tavsiye eden, onu böylelikle köşeye sıkıştırıp siyaset alanının dışına itebileceğine inanan sözde demokrat-liberal-muhafazakârların aklına AKP’ye şu soruyu sormak neden gelmez acaba?
Vakit paçavrasıyla arana mesafe koymayı düşünmüyor musun ey yeni merkez partisi? Böylesine kendinden emin bir şekilde ortalığa nefret saçan, katillere görev dağıtan bir gazetenin temsil ettiği görüş ile ilişkin nedir? Utanmıyor musun?
‘PKK’lı çocuklarına burs dağıtan Hıristiyan misyoneri, kızları pazarlayan mama’ Türkan Saylan’ın kanserini kendi allahlarının cezası ilan eden bu gazete, son zamanlarda LBGTT oluşumlarının hak ve özgürlük mücadelesini hedef almış durumda.
‘Üniversitelere türbanlılar alınmazken gey ve lezbiyenler rahatlıkla giriyor’ diye kıyamet koparıyor. İnsan fıtratından kaçkınlar. Sapıklar. ‘Şey..ne’ler.
İnsan fıtratından, kız çocuklarını taciz etmekle kaçılmıyor besbelli.
Vakit, düşmanlarını bir kez daha duyuruyor: ‘DTP’liler, Atatürkçüler ve gey-lezbiyenler 17 Mayıs’ta Ankara’da buluşuyor.’
‘Homofobi Karşıtı Buluşma’nın haberini veriyor.
Zafer Üskül’ü gey derneklerle diyaloga girdiği için ‘AKP’nin Üsküllü belası’ ilan eden gazete kendisine saldıranların listesini de çıkardı geçende: Ergenekoncular, homoseksüeller, cadalozlar ve Kartelozlar.’
Her dem menzilinde olan Yahudi ve Ermenileri saymaya gerek yok elbet.
Gökten yere inmesi yakınlaşan, şimdilerde demokratça bir coşkuyla kucaklamamız beklenen Fethullah hocaları da  kadınları ne zaman ve hangi koşullarda dövmek gerekir, İslam’da kadının eğreti yeri üstüne vaazlar verip, ‘Karşı cinsle düşüp kalkma ve konuşma arzusu ya bir zaaf eseri ve tabiat bozukluğu veya o cinse ait karakteri taşıma emaresidir.’ fetvasında bulunmamış mıydı? Sentezi aseksüel, hıçkırıklı bir kadın düşmanında
bulan ‘liberal’lerin, nefret dili karşısındaki boynu büküklüğü insanı gerçekten öfkelendiriyor.
Vakit gazetesi ve onun dilini paylaşan, o dilden rahatsız olmayan, o dilin dolaşımda olmasını hazmetmeyi ‘demokratlık’ zannedenler büyük bir insanlık suçu işliyor.
Onların istediği, bilerek ya da bilmeyerek inşasına destek olduğu hayat, ölüme tapılan, din kisvesi altında şirazeden çıkmış bir nefret dilini şiar edinen vahşilerin utanmadan mağduriyet tasladığı bir dünya.
Tekrarlayalım. Seyirci kalmak suç ortaklığıdır. Seyirci kalmayın. Nefret suçlarına karşı çıkın!
 


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
İstihdam