08/06/2010 | Yazar: Selçuk Candansayar

Recep Bey seslenmesine gösterilen manasız alınganlık ve öfkenin ardında yatanı çözümlemeye devam edecekken Mavi Marmara saldırısı araya girdi.

Recep Bey seslenmesine gösterilen manasız alınganlık ve öfkenin ardında yatanı çözümlemeye devam edecekken Mavi Marmara saldırısı araya girdi. Saldırgan İsrail, gemiyi bastı, yaraladı, öldürdü.

İsrail şiddetinin kabul edilebilir hiçbir yanı yok elbet. Mavi Marmara’ da ortaya çıkan kanlı şiddet, birkaç gün sonra aynı amaçla yola çıkan Rachel Corrie gemisinde ise olmadı. Aradaki farkı aslında gazeteci Ayşe Karabat, Mavi Marmara saldırısının olduğu gün açıklamıştı. Barış için çalışanların kendilerini engellemeye çalışan silahlı saldırganlara nasıl davranacaklarıyla ilgili eğitim almaları gerektiğini, Mavi Marmara’ya inen saldırgan İsrail askerlerine sopalarla saldırılmasının bu eğitimlerinin olmadığını gösterdiğini söylemişti.

Rachel Corrie’dekilerin en küçük bir direniş göstermeden Aşdod limanına götürülmelerine karşı çıkmamaları, Mavi Marmara’dakilerin ise öldürülerek yine hedeflerine değil aynı limana götürülmeleri, üzerine düşünmek gerekiyor.

Bu fark Vatandaş Kemal ile Recep bey arasındaki farkla da açıklanabilir. Tıpkı Yılmaz Güney ile İbrahim Tatlıses arasındaki fark gibi.

Yılmaz Güney’de Kürttü, kır kökenliydi. Ama onu Tatlıses’ten ayıran en önemli fark öyle ya da böyle Cumhuriyet modernleşmesiyle kentli olmak üzere kente gelmiş olmasıydı. Güney, yoksulluk içinde ayrımcılığa uğrayarak büyüyen ama kente geldiğinde, kentlileşerek devrimcileşen bireyin temsilcisiydi.

Tatlıses ise yine yoksul bir Kürt olarak, ayrımcılığa uğrayarak büyümüş ama kente geldiğinde kentlileşmek yerine lumpenleşmiş ve varoşun temsilcisi olmayı seçmişti. Bu seçimin özgür irade ile olmadığı açıktır ve fakat yine de Tatlıses kentlileşmek yerine kenti talan ederek onu kırsallaştırmanın temsilcisi olmuştu. ‘Lüks’ otel odasının tavanına çiğköfte yapıştırmak, odaya getirtiği mangalda kebap yapmak gibi ‘eylemleri’ hatırlanacaktır.

Burada önemli olan bu eylemlerin aslında ne kıra ne de kente ait olmamasıdır. Kentin ortasında ‘sanki kır’mış yanılsaması yaşamaya kalkmak, kenti eleştirel bir değerlendirmeden geçirmeden onu arzu edilen ama yüz vermediği için kaçırılıp, ırzına geçilerek sahip olunan bir hayat tarzı olarak görmeyi karşılamaktadır.

Tatlıses’in özellikle ilk filmlerindeki oyunculuk tarzı, bedensel duruşu, jest ve mimikleri, boynunu bükmesi, beyaz kaşkoluna alıcı gözle bakıldığında bir Yılmaz Güney karikatürü görülmesinin nedeni de budur.

İçselleştirmeden, özentili bir taklit çabasıyla, öfke içinde, ‘eleştirip değiştirmek’ için değil sadece ‘ele geçirip, sahip olmak’ için kente gelmenin sembolü varoştur. Güney’in gecekondularda, Tatlıses’in ise varoşlarda sevilmesi, aynı mekânı işaret etmelerine karşın gecekondu ile varoş arasındaki farkın da belirleyecisidir.

Varoştan gelenin iktidarı ele geçirdiğinde iktidarın asli temsilcisi olmaya çabalaması ve fakat donanımsızlığı yüzünden ‘kiçleşmesi’ de bu yüzdendir. Havuzlu villa da buna karşılık gelir. O modernleşerek, kentlileşerek kenti değiştirmek yerine örtük yetersizliğin yönlendirdiği bir açgözlülükle hiçbir donanımı olmadan, elde ettiğine dönüştüğünü sanan, ama ancak karikatür olabilendir.

Bu anlamda ‘abi servise araba götürülür mü, sapasağlam parçaları değiştiriyorlar, sanayide bir arkadaşım var arabanı ona götürelim’ diyen ve ona yeni göründüğü için değiştirtmediği parça yüzünden kaza yapınca arabanın üreticisine öfkelenip ‘kader’ diye sorumluluktan kaçan adamla, arabasını servise götüren ama servisin uygulamalarını sorgulayıp, eleştirip anlamadığına onay vermeyen adam arasındaki farktır olup biten.

İlki kentte kır değerlerini yürütmesine neden olan örtük yetersizliğiyle yüzleşmek yerine kır değerlerini yüceltmeye çalışan, ikincisi ise kente geldiğinde kentlileşerek kenti değiştirmeye çalışan kişileri temsil ederler.

Vatandaş Kemal kır kökenli bir kentlidir, Recep bey ise kır kökenli bir varoş delikanlısıdır. İlki Cumhuriyet’in üretimi ikincisi ise defosudur.


Etiketler:
İstihdam