30/01/2010 | Yazar: Yıldırım Türker

70 öncesinin hızlı ve hovarda üretimine geçmiş Türk sinemasındaki patlamanın kof sesiyle düş kırıklığına uğrayanlar.

70 öncesinin hızlı ve hovarda üretimine geçmiş Türk sinemasındaki patlamanın kof sesiyle düş kırıklığına uğrayanlar.
İyi niyetli, küçük bütçeli filmlere destek olmak için içi kıyılarak ya Turgut Uyar’ın bir şair için kullandığı tanımlamayla, ‘gümrükten kaçırılmış bir tıraş makinesi’ ya sinemanın elifbasına bir göz atmaya vakti olmamış bir torlaklık eserini seyre duranlar.
Sinema âşıkları. Onmaz düşçüler.
Bu yıl, bir film karşısında zevkle titredi: ‘Vavien’.

Şimdiye dek tuhaf bir cazibesi olan absürd tiplemeleriyle, bildiğimiz kimseyle rekabete yeltenmeyen komik adam yaratılarıyla televizyondan tanıdığımız Engin Günaydın, iç cebinden çıkardığı öyküyle sinemaya giriş yaptı.

Engin Günaydın’ın benzersiz bir güç ve vurgu taşıyan taşra anlatısı, Türk sinemasının unutulmayacak bir eşiği olarak kayda geçecek mutlaka.

Taylan Kardeşler’in her iki filmini de huzursuz bir beklenti, tatsız bir boşluk hissiyle seyretmiş bir sinemasever olarak bu sürpriz beni çok sevindirdi. Çünkü Kardeşler’in çektiği televizyon dizilerinden imzalı yaratılarına kadar hep bende kışkırttıkları bir beklenti oldu. Derin bir sinema duygusu, bir gün özgün bir dile sahip olacak bir ışıltı hissettirdiler hep.
‘Vavien’le Günaydın’ın yazdığı dünyanın Taylanlar’da olağanüstü bir karşılık bulduğunu görmek iç açıcı.

Öyküsünü bu kadar sakin ve özgüvenli bir dille anlatan, maalesef az film üretebildi Türk sineması.
Kara mı kara mizahı sadece öyküsüne sadık kalarak, ahlakçı olmanın da, kolaycı olmanın da tuzaklarına hiç yakalanmadan kurabilen ‘Vavien’in seyirci kitlelerinden teveccüh görmemiş olması elbette hiç umut verici değil.

Edebiyata akraba duran bu öyküleme tarzına karnı tok olan kitleler besbelli Günaydın ve Binnur Kaya’dan farklı bir iş bekliyorlardı.
Oysa her ikisi de televizyon persona’larından tamamıyla soyunmuş olarak bambaşka bir oyunculukla karşımıza çıktı.
‘Vavien’in karanlık cinayet teşebbüsü öyküsü olağanüstü bir oyunculuk resmi geçidi sunuyor öncelikle.

Binnur Kaya’nın dünyanın en iyileriyle tartılacak oyunculuğu karşısında hayranlık duymak az kalıyor. İnsanın bu filmi kapıp Almodovar’a koşası geliyor. Onun bir oyuncu olarak büyücülüğü hatırlatan derin önsezisi-şaşırtıcı içgörüsü oyunculuk derslerinde örnek olarak sunulmalı.

Benzersiz Settar Tanrıöğen’den kısacık rolüyle seyir tarihimize bir çentik atan İlker Aksum’a; Özal papatyalarından Canan Arıtman’a kadar bol göndermeli bir kadınlık hali yelpazesiyle bizi serinleten Serra Yılmaz ve tabii peruğundan Kaya-Günaydın çiftinin ergen oğlunu canlandıran genç Nedim Suri’ye, her oyuncunun alışık olmadığımız kalitede varlık sergilediği bir film zaten ‘Vavien’.

Bütün bunların ötesinde filmin kanımca en heyecan verici yanı, bir Türkiye mikrokozmosu yarattığının altını hiç çizmeden bize bir bakış biçimi önermesi.

Aileye, şerefe, erkekliğin zorbalık hakkına, kötülüğün bayağılığına, kadınlığın gönüllü kurbanlığına dair lafı hiç dolandırmadan zifiri bir karanlığa işaret edişi. Bunu yaparken, çok çok bildik hayatların buradan da okunabileceğine ikna ederek seyirciyi kendine güldürmesi. Kendine gülen seyirci, mizahın rüyası değil midir zaten?

Kasaba hayatının sıkıntısı, insanlara sunduğu kısıtlı varoluş alanlarının boğuntusu da bir şey mi, diyor Günaydın-Taylanlar. Ötesini, en içini; evlerde mahzenlerde duvar kovuklarına saklanan sırların nasıl örgütlendiğini anlatıyorlar.

Onun için mutlu sonda, becerilememiş bir cinayet teşebbüsü üstüne oturan ana baba ve hiç ilgilenmedikleri ergen oğulları mutlu aile pozunda yola koyuluyor. Tam da memleket gibi.
Suçortaklığı ve unutuş üstüne mutluluk pozu.


Etiketler: kültür sanat
nefret