11/03/2016 | Yazar: Zerrin Duralı

Cinsiyet belası denen mevzunun hem bu kadar ciddi hem de bu kadar hafifleştirilerek anlatılması, düşündükçe içimden kendi kendime kahkahalarla gülmeme neden oluyor. Zira filmde bir tek gülümseme, sırıtma bile yok ama o kadar komik ki...

Bu yıl (2016) If İstanbul Bağımsız Filmler Festivali'nde saat 11:00 gibi bir saatte bir film izledim (ne lüks!) Sihir gibi geldi bana. Geceki rüyalarım devam mı ediyordu yoksa. "Film, rüya gören bir rüyadır" demiş Siegfried Kracauer, bunu sonra öğrendim. "Devrim için tek gereken düşlerini hatırlayabilen düşçülerdir" demiş Tenesse Williams da. Hadi filme ve düşlerimize bakalım.

Yer Diyarbakır... Nam-ı diğer Amed demeli. 21 plakalı arabalarla netleşiyor mekân algım. Hiç görmediğim bir şehir olmasına rağmen oranın Diyarbakır olduğunu bir şekilde anlıyorum ben. İzlediğim filmlerden belki. Belki de gerçekten kimliği/kişiliği olan bir şehir olmasındandır.

Weşarti (Gizli), Ali Kemal Çınar'ın senaryosunu yazıp yönettiği ve oynadığı bir acayip film. Queer diyeceğim Amed'e uymayacak. Ben de zaten queer sözcüğünü bir yazıda hiç cümle içinde kullanmadım. Acayip diyeyim, çok acayip. Ama bir o kadar da "normal" açıkçası. Filmdeki karakterler, akıp giden hayat; Ali Kemal elinde hortumla bakkal dükkânının önünü yıkayan bir adam işte.

Cinsiyet belası denen mevzunun hem bu kadar ciddi hem de bu kadar hafifleştirilerek anlatılması, düşündükçe içimden kendi kendime kahkahalarla gülmeme neden oluyor. Zira filmde bir tek gülümseme, sırıtma bile yok ama o kadar komik ki... Komik olan elbette ki hayatı alışılagelmiş cinsiyet kalıplarının cenderesine sokan hâlimiz, cehaletimizi bilgelik sanmamız. Simon de Beavoir bir kadın olarak daha ne zaman demişti "Kadın doğulmaz, kadın olunur" diye. Peki ya erkek? Erkek doğulur ve erkek ölünür değil mi... "Erkek gibi kadın" deriz demesine (gene erkekliği yüceltiriz) ama "kadın gibi erkek" bizi bozar. ("Karı gibi" denir ona zaten) Hani her kadında erkeklik her erkekte kadınlık hormonu var ya... Olsun o kadarcık. Koskoca bilim insanları kadın kadınlığını, erkek erkekliğini kaybediyor diye endişelerini sunuyorlar arada bir. İşte Weşarti mevzunun böylesine bilimdışı bir merkezde görüldüğü bu cennet topraklarda konuya bilimkurgu ötesi bir tarzla yaklaşıyor. Nefret cinayetlerinin zemini olan bu hayatın içinden çıkarılmış ironi pek çok acıya merhem olacak sihirde. Şahsen benim yüzyıllık acılarıma öyle iyi geldi ki... Hele filmin içinde kullanılan ve kaç kere izlediğim Gün Doğmadan (Before Sunrise) Filmi'nin o sahnesi (ilk öpüşmelerini anlatan o sahnede, o öpüşme sahnesini göstermemiş olsa bile) tarihteki bütün o ilk öpüşme imkânsızlıklarımı silmiş gibi oldu.

Küçük bir çocukken kafam karışmıştı benim bu mevzulara. İki entelektüel ve devrimci abiyle birlikte büyüdüğüm evde bir kız çocuğu olmak çok incitici bir eşitsizlikti; kabul edemedi çocuk ruhum. Bir şeylere isyan etmem gerekiyordu anladığım kadarıyla. Rolüme isyan ettim. Aslında öyle de sessiz sakin içine kapalı bir çocuk, kimseyi kırmadan, hırpalamadan yormadan nasıl isyan edilirse... Kendimden başka türlü bir erkek yarattım ben de. Feminizmle tanışıncaya kadar nefret ettim bendeki kadınlıkla ilgili her şeyden. Sonra okudum, öğrendim bir şeyler ve kadın direnişinin kendimce her zaman içinde oldum. Ama kendimi uzun zaman eksik bir erkek olarak gördüğümün farkına varmam ve bundan vazgeçmem kolay olmadı. Sanırım fazla hüzünlü ve yalnızdım.

"Bedenimiz hapishanemiz midir, mabedimiz midir" sorusunu öyle beklenmedik bir üslupla sormuş ki Weşarti. Murathan Mungan yazılarından birinde "çekilen bunca acı kadının da erkeğin de kendine kavuşamamasından" der. Kadın olmak, erkek olmak sıkışıp kalmak bir yerlere asılında. Kendine kavuşmak özgürlükle mümkün elbette. Ama aşktan söz edildiğinde bir kadın ve bir erkekten ötesini düşünemiyor insanlar hala, ikisinden birine tam uymuyorsan görünmez oluyorsun. Filmi anlatacak değilim, herkes bulsun ve mutlaka izlesin n'olur. Ama şu kadarını söyleyeyim; film bir değişim hikâyesi.

Filmin dili Kürtçe ve ben bunu çok şiirsel buldum. Kürtçe bu toprakların dili olarak aslında benim gibi Kürt olmayanların da bir ölçüde bilmesi gereken bir dildir diye düşünüyorum. Bir sürü Kürt arkadaşım oldu, onlar hepsi Türkçe biliyorlardı ama ben hiç Kürtçe öğrenmek ihtiyacı duymamıştım, bunu yıllar sonra fark ettim. Ve o zamandan sonra biraz öğrenmeye çalıştım doğrusu. Ve bir defasında aslında anadili olan Kürtçeyi tıpkı benim gibi bilmeyen bir kadına âşık olduğumda onun bu acısını biraz hafifletmenin bir yolu olarak bir gün ona okumak için Kürtçe bir şiir ezberlemiştim. Fırsat olmadı... Yazgısı Kürtçe'ye benzeyen bir aşk oldu. Filmin dili bu yüzden de beni çok etkiledi.

Filmde Mem u Zin destanına çok hoş göndermeler var. Mem u Zin'de ilginç bir şekilde kız kılığına girerek aşkı arayan iki erkek ve erkek kılığına girerek aşkı arayan iki kız vardır. Buna belki şimdiye dek hiç dikkat çeken olmamıştır. Üstünde düşünmek gerekir.

Film beni çok çok etkiledi. Bu coşkuyla bir şeyler yazdım yönetmeni Ali Kemal Çınar'a ulaştırdım sevgilerimle birlikte. Ben bir film eleştirmeni değilim. Film izlemeyi seviyorum sadece. Bu filmi de herkese anlatmaya çalışıyorum işte, duyduk duymadık demeyin. Bu ülkede böyle bir film yapıldı ve ilk ödüllerini aldı bile. Ama aslında filmin kendisi yalın haliyle bir ödüldür kederli ruhlarımıza. Yaralarımıza hakiki bir merhemdir. Delice bir kahkahadır aptal suratlara atılmış. Durdurulamayacak bir cesarettir, işin gücün arasında. Neden değişir insan, aşkı aramadıktan sonra?


Etiketler: kültür sanat
nefret