29/05/2012 | Yazar: Hande Çayır

İnsan gövdesi… Ten… Bütün fiziksel ve kimyasal organizma… TDK vücut sözcüğünü böyle tanımlamış. Mustafa Nuri, Vücut isimli bir film yapmış.

İnsan gövdesi… Ten… Bütün fiziksel ve kimyasal organizma… TDK vücut sözcüğünü böyle tanımlamış.
 
Mustafa Nuri, Vücut isimli bir film yapmış.
 
Leyla porno film çekmiş yıllarca. Bedeni açıkta… Kıyafetleri ablası tarafından “Normal bir şeyin yok mu giyecek?” diye algılanıyor. Alışveriş yaparken bakanlar oluyor; “Hiç mi insan görmediniz?” diyor ve kutuları deviriyor. Yıllardır görmediği yeğenlerine hediyeler alıyor; özlemle sarılıyor. İçtenlikle dinliyor. Genç sevgilisine doğallıkla “Gel…” diyor kapıyı açıp ve ablası ile tanıştırıveriyor: “İsmet-İzzet!” Abla gidiyor. Haplarla ayakta duruyor. Yapamadığı yumurta için ağlıyor. Sevgilisi gibi genç olabilmek istiyor. Estetik operasyonlara bırakacak bedenini. Gözaltı morlukları, göbek üstünde biriken yağlar, kol toparlama… Her birine ayrı ayrı seviniyor.
 
Bir bedene ne çok şey oluyor…
 
İzzet, anne ve babasının cinselliğine gidip geliyor. Etlerini sıka sıka “Üstüme çık!” diyen bir adam ve ağlaya ağlaya soyunamayan bir kadın ve onları izleyen bir çocuk… Kaç insan için bu bir şiddet? Kaç insan için fantezi? Kaç insan yaşadı, yaşıyor, yaşayacak bunu?
 
İzzet’in annesi, kilolu… İzzet’in kardeşi kilolu… Üzüntülerin yemek olup bedene girmesi… Bolca… Sıkça… Kardeşi dans ediyor. Bedenini makyajlayıp… İdeal bedenli-posterli dünyasından… Anne, engel oluyor. Engelli anneler… Bolca… Sıkça… Türkiye’deki anneler… Çocuklar… Odak noktası… Başka bir noktanın olmaması… Bunun çocukları boğması… Bunun anneleri yorması…
 
Leyla’nın ablası da anne… Usturuplu giyiniyor. Yemek masasında, kocası, “Kardeşinle aranızda üç yaş var ama o salmamış bak kendini!” deyince isyan ediyor: “Bulaşık, çamaşır, ütü, iki çocuk… O da yapsın da göreyim!” Yeri gelince de övünüyor. Tozlara çok dikkat ediyor. Üstüne tozlar siniyor.
 
Herkesin hikâyesi farklı… Bu hikâyedeki adamlar seks istiyor. Düşünüyorum: Filmde seksten zevk alan kadın yok mu? Alıyorsa da Leyla’nın resmedildiği gibi porno oyuncusu mu? Anneler isteyerek seks yapmaz mı? Türkiye sinemasında neden böyle filmler yok? Sinemanın gerçeklik ilkesine aykırılığından mı? İçim sıkılıyor…
 
İzzet’in aynı yaşlardaki olası sevgilisi, yakın arkadaşlarından “Sarı dişli, çenesi kıllı…” diye bahsediyor. İzzet sıkılıyor. Leyla ile mutlu. Kardeşine sarılırken sıcacık… Sarılmalarının karşılığı olarak “Beni rahat bırak!”cevabını alsa da…
 
Porno çekme tutkusu olan adam, Yılmaz, arkadaşları ile - sevgilisinin görüntülerini izlerken birden yenge oluyor imaj-kadın ve kukla bedenler ortamı terk ediyor.
 
İnandım bu filme. Ağlamadım. Gülmedim. Öyle, inandım. Ara sıra…
 
Kuşların ve İzzet ile Leyla’nın ardından üç çarşaflı kadın mı geçti; yoksa onlar, yerlerine oturmamış seyirciler miydi, emin olamıyorum. Eğer öyle ise, bu da bedenin örtülmesi… Bıçak, bebek, ölüm… Her hikâye bir sona bağlanmalı mı? Süreç ve yalın bir bağlama belki daha kucaklanası olurdu. Sonuçsuz… Ve vücuda dair neredeyse her şey var filmde. Kas geliştirmek, makyaj yapmak, seks yapmak, ölmek ve doğmak, operasyon geçirmek, kafasında saçı kalmamış anne, bedene giren yemekler, kesilen ve kanayan bir surat… Her şeyi bir arada ve arka arkaya görmek iki kişilik sade bir Fransız filmini özletti.
 
Bununla birlikte, filmin adını, film bittikten sonra hatırlamak ve tüm vücutlu sahneleri bulmaya çalışmak damla sakızlı Türk kahvesinin bıraktığı, sonradan gelen tada benziyor.
 
Leyla’nın tek kırmızı küpesi var. Saçlarını açıyor genç adamın karşısında. Tüpçü, öpücük kilitlenmesi yaşıyor. Yatak sahnesindeki ayaklar… Onlar, Vücut’un en güzel hali… Orada “Beden denetiminin bir devlet politikası olması hali…” sanki yoktu. Yoksa var mıydı?
 
Bu yazıyı yazmış, bekletiyordum ki “Kürtaj cinayettir!” açıklamaları başladı. Soyadımıza da devlet karar vermek istiyor; doğurup doğurmayacağımıza da… Bu baskıları anlamaya çalışma çabasında bir yarar yok. Ses çıkarmak, kabul etmemek, uyum göstermemek, direnmekle birlikte belki umursamamak, odak noktamızı değiştirmek de bir yoldur. Toby Clark, “Sanat ve Propaganda” kitabı geliyor aklıma.
 
Hafta sonu Aslı Ertürk’ün Beden-Sonuç İlişkisi filmini izledim. Gülnur Elçik ve Tuğba B. Özenç’in derlediği Bedende Kıpırdanmalar kitabını aldım. İyice büyüdü içimizdekiler… Biyopolitika konuştuk: (http://www.toplumvebilim.com/public/sayfa.aspx?id=764)
 
“Toplumsal ve siyasi düzenin merkezi bir metaforu olan bedenin spor, estetik, cerrahi, sağlık, siyaset, moda, hukuk, diyet, edebiyat, görsel sanatlar ve post fizik gibi pek çok alanın aktörü haline geldiğini” anlama çabası… “Heteroseksüel Bedene Muhalif Beden”, “Güzelliğin Cetveli”, “Tıp ve Teknoloji Politikaların Müdahale Alanında Beden” gibi bölümlere yer verilmiş. Kitap, bilmenin getirdiği bir rahatlama ve fark edilenlere karşı bir sinirlenme hali bırakıyor.
 
Bedenden çıkan sıvıların gösterilmesinin –kan, sperm, sümük, salya, kusmuk, irin, ter- izleyicide gerilim yarattığı söylenir. Bir tür yabancılaşma hali… Kan, sperm, sümük, salya, kusmuk, irin, ter…
 
Bazen yabancılaşıyorum. Bu sıvılar dışındaki her şeye…

Etiketler:
nefret