05/02/2010 | Yazar: Ozan Redd

Bir sınıf öğretmeni okulundan mezun olduğu yıl uzak bir Kürt köyüne atanır.

Bir sınıf öğretmeni okulundan mezun olduğu yıl uzak bir Kürt köyüne atanır. Bu köyde yalnız ve yabancı olmasının dışındaki en büyük sorunu okula yeni başlayan çocukların Türkçe bilmemesidir. Öğretmen de onların dilini bilmez.


İki Dil Bir Bavul filmi, bu öğretmenin bir yıl boyunca Kürt çocuklarla nasıl anlaştığının, yalnız başına bu köyde ne yaptığının, ne hissettiğinin ve çocukların yabancı bir dille temaslarından kaynaklanan dünyasının hikâyesidir. Bu yazı yazılırken film gittiği birçok festivalden ödülle dönmüştü. 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde bu yıl ilk kez verilen “En İyi İlk Film Ödülü”nü aldı. Uluslararası Ortadoğu Film Festivali’nin belgesel jürisi tarafından En İyi Ortadoğu Belgeseli seçildi ve Siyah İnci Ödülü’nü kazandı. 16. Adana Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz Güney Jüri Özel Ödülü ve Sinema Yazarları Derneği En İyi Film Ödülü’ne layık görüldü. İki Dil Bir Bavul, ZagrebDocs Film Festivali’nde En İyi Genç Yönetmen ve Saraybosna Film Festivali’nde de EDN Talent Ödülü’nü kazandı..  Filmin iki yönetmeni var: Özgür Doğan ve Orhan Eskiköy. Orhan Eskiköy ile filmi hakkında söyleştik.
  
Filmi kurmaca olarak mı yarattınız?
Filmi kurmaca olarak çekmedik. Filmdeki her şey gerçek. Biz kurmacanın belgesel sinemaya uygun olan kısımlarını kullandık. Örneğin belgesel deyince insanların aklına omuz kamerası gelir. Biz olabildiğince tripod üzerinde kullandık kamerayı. 
 
Sınıfta olaylar akarken araya girdiğiniz noktalar oldu mu?
Sınıfta ve diğer mekânlarda yaşananlara müdahale etmek istemedik. Bizim müdahalemiz orada olmaktan ötede değil. İster istemez orada olmamız karakterleri etkilemiştir. Ancak bunun da hikâyenin seyrini etkileyecek güçte olduğunu düşünmüyoruz.
 
“Kendisine benzemeyenle kurduğumuz ilişki korku üzerine kurulu.”
 
Filmi çekerken vicdani açıdan karışmak isteyip de kendinizi tuttuğunuz yerler oldu mu?
Filmde görünen karakterlerle ilgili değil de diğerleriyle kurduğumuz farklı bir ilişki oldu. Özellikle ikinci sınıflarda okuma yazma konusunda sıkıntısı olan birkaç çocuk vardı. Onlarla okul saatleri dışında oturduk, çalıştık. Böyle bir film çekmek için yola çıkan insanların vicdanlarının her an tetikte olduğunu bilmek gerekli. Elbette müdahale etmek istediğimiz anlar ve durumlar olmuştur. Ancak o zaman sadece o ânı kurtarmış olurduk. Bu mendil satan çocuğa karşı vicdani sorumluluk duymak gibi bir şey. Mesele çocukların mendil satmasına karşı vicdanın rahatsız olmasıdır. Mesele sistemle ilgilidir. Dolayısıyla kendimizle bu konuda bir muhasebemiz olsa bile biz filmin yaratacağı vicdanı ön plana koyduk.
 
Filminizin belgesel diye nitelendirilmesi sizi rahatsız ediyor mu?
Belgesel diye nitelendirilmesi bizi rahatsız etmiyor. Ancak bu yüzden filme saygı duyulmaması bizi üzüyor. Belgesel sinema ile ilgili bir fikri yok insanların. Çünkü henüz örnekleri çok az. Belgesel sadece televizyon için üretilmiş şimdiye kadar. Onlar da gayet sıkıcı, hikâye anlatmaktan çok ansiklopedik bilgiler. Dolayısıyla sinemalarda gösterilmesi çok zor belgesel filmlerin. Oysa biz İKİ DİL BİR BAVUL’u bir sinema filmi olarak yaptık. Kurmaca filmlerle beraber yarışıyor olmasının da nedeni bu. Ayrıca bizim için bu türsel ayrım belirsizlik kazandı. Kurmaca nerede başlar, belgesel nerede başlar, bunlar artık iç içe girmiş durumda. Biz iki türün de olanaklarını kullanarak filmler yapmaya devam edeceğiz.
 
Filmi çekerken  iki kişiydiniz, ayrı düştüğünüz fikirler oldu mu?
İki kişi olmamız aslında büyük bir avantajdı. Çünkü başka kimse yoktu. Yorgunluk dışında başka bir sorunumuz olmadı. Her işi iki kişi yapınca ortaya büyük bir yorgunluk çıkıyordu. Yani hem sesçi hem kameraman hem şoför hem aşçı vs…
Biz iki yönetmen olmasını bir avantaja dönüştürdük. Birbirini dinlemekten usanmayan iki dostuz önce. 8 yıldır beraber fikir üretiyoruz. Bu önemli bir süre.
 
“Televizyondaki ya da sinemadaki eşcinsel temsillerine baktığınızda hep dalga geçilen, hor görülen, erkeklerin ve kadınların şiddetine uğrayan karakterler görürüz.“

Siz yörede halkla iletişim kurmakta zorluk çektiniz mi?
İletişim sorununu kadınlarla ve çocuklarla yaşadık. Kadınlar hiç Türkçe bilmiyorlardı. Özgür’ün anadili Zazaca. Köyde Kırmanci konuşuluyor. Özgür tek tük bazı kelimeleri anlayabiliyordu. Köydeki erkekler çok uyumlu ve konuksever insanlar. Evlere onlar olmadan bile girip çıkabiliyorduk. Benim Kürtçe ile hiçbir ilişkim olmaması gerilmeme neden oldu zaman zaman. Bundan biraz da utandım. Yıllardır oralara gidip geliyorum çünkü. Sadece tek diyebildiğim “Kırmanci bilmiyorum”.
 
Çekimler ne kadar sürdü?
Çekimler bir eğitim-öğretim yılı boyunca sürdü. Bir köye 8 defa gidip toplamda 70 gün filan kaldık. 70 saat çekim yaptık. Kurgu da yaklaşık 4 ay sürdü.
 
Emre Öğretmen’e nasıl ulaştınız?
Öğretmenlerin atamaları yapıldığında okul açılmadan 15 gün önce göreve başlıyorlar. Biz de atamaların yapılıp öğretmenlerin ilçe merkezlerine gelmeye başladığı gün Viranşehir’deki öğretmen evinde kalmaya başladık. Gelen öğretmenlerle tanıştık; ancak hiçbiri aradığımız gibi biri değildi. Sonra Siverek’e gitmeye karar verdik.
Orada Emre ile karşılaştık. Tercihlerinin dışında bilgisayar ataması ile buraya gelmişti ve bundan çok mutsuzdu. Mutsuzluğunu da çok iyi ifade ediyordu. Duygularını açıkça ve rahat bir şekilde ifade ediyor oluşu onu seçmemizin ana nedeniydi.
 
Neden Siverek’teki Demirci Köyünü seçtiniz?
Emre o köye atandığı için Demirci’yi seçtik.
 
Zülküf’e filmde geniş yer vermenizin nedeni neydi?
Belgesel sinemada da kurmaca filmlerdeki gibi ana karakterler olur. Emre gibi Zülküf de ana karakter. Zülküf aslında sınıftaki en uyumsuz kişi. Yani neden orada olduğunu, karşısındaki öğretmenin neden kendisini anlamadığını ya da kendisinin neden öğretmenini anlamadığını çok iyi dışa vuruyordu. Zülküf’ü o yüzden seçtik.
 
Bavul filmde önemli bir sembol bence. Ben bunu uzaklık olarak da düşündüm. Ülkenin doğusu ırak olan, arkada bırakılan mı?
Farklı okumalara açık bavul imgesi. Filmin adının içinde geçmesi de bu nedenle. Bavula farklı anlamlar yüklensin istedik. Sizin söylediklerinizin de bir karşılığı var.
 
Kürt sorununa bu şekilde yaklaşma fikri nasıl ortaya çıktı?
Biz sorunun orada başladığına inanıyoruz. Kürtler eşitliğin ilk kez orada bozulduğunu biliyorlar. Konuştukları, dünyayı anladıkları dilin yok sayılması, temel eğitim haklarını alamamaları onlarda bir travma yaratıyor ve bu hayatları boyunca devam ediyor. İnsanın adalet duygusu sarsılırsa isyan etmesi kolaylaşır. Haksızlığa uğradığımızı, içimizde oluşan öfkeyi hatırlamalıyız Kürt sorunu üzerine düşünürken.
 
Öğretmenin öğrencilere yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elinden geleni yapmak isteyen; ama kabahati çocuklarda aramaktan başka seçeneği olmayan biri Emre. Sisteme kızsa da sistemi sorgulayacak ne gücü var ne de arkasında duracak kimsesi. O da sistemin kurbanlarından biri; tıpkı aynı sorunu yaşamış ve hatta yaşayan diğer öğretmenler gibi.
 
Afiş benim dikkatimi çekti; öğretmen arkasını dönmüş çocuklara, bence filmde de böyle biraz.
Koca bir ülke aslında çocuklara arkasını dönmüş durumda. O çocukların geleceğini birey olarak düşünenler vardır onları dışarıda bırakıyorum. Mesele kendi çocukları için istediklerini başkalarının çocukları için de istemeyenlerde. Devletin bütün çocuklara aynı mesafede olmayışında…
 
Yılmaz Güney nasıl etkiledi sinemaya bakışınızı? Kendinizi onun takipçisi olarak mı görüyorsunuz? Altın Koza’da da  Yılmaz Güney Özel Ödülünü aldınız.
Yılmaz Güney elbette hayata bakışı ile önemsediğimiz birisi. Onun takipçisi olarak tanımlamıyoruz kendimizi. O dönemde onun yaptığı sinema doğruydu. Artık bu dönemde onun çektiği gibi yapılmaz sinema. Çok değişti her şey. Ancak onun ülkesine, halkına ve dünyaya bakışını önemsiyoruz. O da gerçek duygulardan yola çıkardı. O yüzden seyirciyle önemli bir ilişkisi vardı. Seyirciyi etkileyen onların hayatla kurduğu ilişkiye dokunan bir sinema dili vardı. Bu gibi özellikleri sürdürmeyi önemsiyoruz. Filmimizin onun adıyla beraber anılması çok onur verici bir durum tabii. Bir de N.Bilge Ceylan’ın elinden o ödülü almış olmak aslında geçmişle şimdi arasında bir bağ kurduğumuz hissini yarattı bende.
 
“Kürt Açılımı” konusunda ne düşünüyorsunuz?
Açılım kavramı beni rahatsız ediyor. Bir devletin kendi vatandaşları arasında ayrımcılık yapmış olduğunu kabul edip özür dileyerek işe başlamak yerine şimdi onlara bir ayrıcalık tanıyacağız demesi demokrasi kültürü açısında çok incitici.
Önce anayasayı değiştirmek gerekliydi. Etnik, cinsel, dini bütün kavramlardan temizlemek gerekli o metni. Bundan sonra yapılacak şeylerin değerli olacağını düşünüyorum.
 
Kürtler, eşcinseller, transeksüeller, travestiler “öteki” şemsiyesinin altındalar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bunun anayasal bir sorun olduğu ortada. Farklılıkları tanımayan herkesi aynı şekilde tanımlamak isteyen bir ülkede yaşıyoruz. Bu ülkeyi yaratan bireyler var. Onların hayatlarını hangi dilde, dinde ve cinsiyette yaşadıklarının bir önemi olmamalı.
 
Öğretmen, Kürtçe öğrenmeyi reddediyor, Kürtleri görmezden geliyor aynı zamanda bence. LGBTT  bireyler için de aynı şekilde görmezden gelme konusu mu sizce?
Farklı olanlara karşı bir gözlerimizi kapama durumumuz var. Kendisine benzemeyenle kurduğumuz ilişki korku üzerine kurulu. Kürt deyince insanların aklına terör kavramı geliyor. Bunu yaratan da devletin kendisi. Kürt sorununu 30 yıldır böyle yönettiler.
Eşcinsellik için de aynı şey geçerli. Televizyondaki ya da sinemadaki eşcinsel temsillerine baktığınızda hep dalga geçilen, hor görülen, erkeklerin ve kadınların şiddetine uğrayan karakterler görürüz. Bu da toplumun kendisine eşcinsellerin hep “öyle” olduğunu ve onlara kötü davranılabileceğini üretir. “Bana benzemeyen benden değildir” diye düşünen faşizan bir yeniden üretme politikasından bahsediyorum. Bu politika din-dil-cinsiyet ayırt etmez.
 
Yeni bir film projeniz var mı?
Yeni projemiz var. Üzerinde çalışıyoruz bir senedir. Çünkü biz filmi bitireli aslında bir yıl oldu; ama Türkiye’deki festival trafiği geç başladı. Türkiye’de kimler ne sorunlar yaşıyor ve kimlerin sesi doğru şekilde duyulmuyor diye bakıyoruz. 
 
Teşekkür ederim Orhan Bey, size ve Özgür Bey’e… Böyle etkileyici bir filmle sistemin eğitim konusundaki açmazını gözler önüne serdiğiniz için. Yolunuz aydınlık olsun.
Bu filmi herkes merak edecek ve filmi her izleyen bir yorum yapacak, filmin etkisi evlerinize döndüğünüzde geçmeyecek; çünkü akıp giden beyaz perdede yaşamın ta kendisi… Zülküf’ün avucundan akıp gidiyor zaman…


Etiketler: kültür sanat
İstihdam