08/09/2009 | Yazar: Can Başkent

Ulrike Meinhof ve Andreas Baader'in kurucuları olması nedeniyle Baader - Meinhof grubu olarak da bilinen RAF, Avrupa'nın en aktif devrimci silahlı örgütlerinden biriydi.

Ulrike Meinhof ve Andreas Baader'in kurucuları olması nedeniyle Baader - Meinhof grubu olarak da bilinen RAF, Avrupa'nın en aktif devrimci silahlı örgütlerinden biriydi. Özellikle, Baader'in 1974'teki açlık grevi sırasında Jean-Paul Sartre tarafından ziyaret edilmesi, sonrasında Foucault, Deleuze ve Guattari tarafından da öyle ya da böyle desteklenmesi, Fransız entelektüel dünyası ekseninde ve sonrasında da sol camialarda gruba derin bir sempati beslenmesini sağlamıştır. Grup, 1998'de otuz yılın ardından kendini feshetmiştir. 

Bu romantik devrimcilik minvalinde, Meinhof'un en militan özdeyişlerinden biri hiç aklımdan çıkmıyor yıllardır, "Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı tercih ederim".
 
Anarşist günahlardan biri olan kör şiddet ya da öfkeye bulanmış reaktif eylemler, sadece politikada değil, sıradan yaşamın ufak detaylarında da kendini gösteriyor ister istemez.
Devrimci politikaların zemininde, o hepimize tanıdık romantik bir duygulanımın olduğunu düşünüyorum ben de çoğumuz gibi. "Politik bilinç" de, bu romantik duygulanımı devrimciliğe dönüştürür. Bu algoritma nispeten aşikâr: önce romantikleşiyorsunuz, bir üzüntü kaplıyor bedeninizi; sonra da kimi dışsal etkenlerle bu üzgünlüğünüz öfkeye dönüşüyor.
 
Yukarıda andığım düzeneği, elbette sadece politika zemininde kullanmak zorunda değiliz, zira üzüntünün öfkeye dönüşebileceği tek platform politika değildir. Romantizmin tanım itibariyle yoğun olarak hissedildiği romantik ilişkiler, benzer bir algoritmanın görülebileceği belki de ilk düzenektir.
 
Peki, romantik ilişkiler zemininde Meinhof gibi davranmak mümkün mü? Üzüntüyü öfkeye dönüştürmek, Bakuninci olarak aslında, devrimci bir itkidir, yıkıcıdır ve yapıcıdır.
Romantik ilişkilerde, öfke genellikle ayrılıklardan sonra görülür. Yeterince üzülünmüştür ve artık yıkıcı tutkuyu yapıcı tutkuya dönüştürmek için bu üzüntü öfkeye dönüşür. Bu hepimize aşağı yukarı aşinadır. "Eski sevgiliye gıcık olunur", "bir daha görülmek istenmez" vd. Peki, her şey bir yana, bu doğru mudur? Öfke, romantik ilişkilerde yapıcı mıdır?
 
İnsanı, geçmişinin var ettiğini düşünüyorum. Geçmiş deneyimlerinin birikimi, geçmişte öğrenilenlerin günümüze dek muhafaza edilmesi, beni ben yapar. Arkadaşlıklar, okul eğitimi, bir kentte yaşamaya adapte olmak ve hayattaki hemen her şey bu şekilde işler. Ancak, söz konusu romantik aşk/seks ilişkileri olunca, geçmiş birden sihirli değnekle dokunulmuş gibi bir sorun olmaktan çıkıyor. Bu, beni çok şaşırtıyor.
 
Bunun en önemli nedeni, bencillik ve içsel bir küstahlık bana kalırsa. Arabesk kültürün "Kerhaneden karı almak" olarak nitelediği bu zihniyet, farkında olarak ya da olmayarak belki de, gündelik hayatın hüzünlü gel-gitlerinden kendini belli ediyor. "Ben sana doğru yolu öğreteceğim" okumasına sahip bir bencillikle "Kirli geçmişini benimle temizleyeceksin" okumasına sahip bir küstahlığın dışavurumu olarak türlü türlü kereler kendini gösteriyor tüm bunlar ve bu beni çok rahatsız ediyor.
 
İlişkilerde bu sendromun yaygın olmasının en önemli nedeni, yeni partnerin geçmişimizi bilmemesi ve yeni partnerin geçmişimizle ilgili tek bilgi kaynağının çoğunlukla sadece ama sadece biz olması. Bu elbette, ciddi bir sorun. Böylece, bıkmadan usanmadan "geçmişin hataları" tekrarlanacaktır.
 
"Geçmişin hatalarının", yeni ilişkilerde yeni hatalara dönüşmesi, ilişkilerde deneyimin aslında çok önemli olmadığını gösteriyor bana. Zira nasılsa geçmişimi yeni partnerim bilmediğinden, eh, eski ilişkimde de bu hatalar aslında benim değil, eski partnerimin hataları olduğuna göre, belki yeni ilişkim bu hataları, "hata" olarak idrak etmeyecektir. Ne güzel bir düşünce akışı değil mi?
 
Bu algoritmada beni rahatsız eden, Kantçı ahlak eksikliği. Kimi moral yanlışlar, öznesi kim olursa olsun, çevresel etmenler ne olursa olsun gene de yanlıştır (Kant bununla ilgili bir kural dahi verir kategorik emperatiflerinde). Bu konuya çok değinmeyeceğim - meraklı okuru Kant ahlakın uygulamalarını onlarca kere öyle ya da böyle anlatmaya çalıştığım eski yazılarıma davet etmekle yetineyim.
 
İlişkilerde üzüntünün öfkeye dönüşmesinin yıkıcılığını, ilişkilerin başlangıcı öncesi bir geçmişi olmamasına bağladım. İlişkilerin geçmişi olmamasına rağmen, bireylerin geçmişi vardır ve bu geçmiş bir yanılsamayla yani "deneyimlerle" kendini yeniler görülür. Ancak, daha yakından bakarsak, bu deneyimlerin, aynı edimin bıkmadan usanmadan tekrarı olduğunu görürüz. Zira ilişkiler öğrenme parkuru değil, ego tatmin parkurudur bu yazının çerçevesinden bakıldığında, haliyle egomuza zarar gelmesin diye de köprüler yakılır. Bu da tüketici kapitalizmden hepimize aşina olan bir davranış kalıbıdır - insanları da tüketebiliriz zira.
 
Bu sorunsalı nasıl çözeceğiz? Kapitalizmin top yekûn bir mücadeleyle yıkılabileceğini görmek zor değil. Bu yazıda itiraz ettiğim mevzular üzerinden satır aralarında kimi önerilerde bulundum. Öfke ve üzüntü arasındaki ilişki üzerinden gündelik hayat okumaları yapmaya çalıştım. Dolayısıyla çözümün monogamik ya da değil, ilişkilerin tarihsizliğini engellemekten geçeceğini düşünüyorum. Bu, bence sadece bir çözüm değil, anti-kapitalist bir modeldir.
 

Etiketler: yaşam
nefret