06/02/2013 | Yazar: Selçuk Candansayar

Her seçim aynı zamanda bir vazgeçişi de içerir. Barışa giden yolda neyi seçtiğimiz nelerden de vazgeçeceğimizi belirleyecek. Barış sürecinde CHP ve BDP’nin var olan halleriyle kalmaları olası değil, ama seçimleri var olarak kalıp kalmayacaklarını da belirleyeceğe benziyor.

Barıştan toprak, para ve mutlak iktidar kazanmayı hesap edenlere karşı barışı eşitlik, özgürlük ve insanca hayat için bir güç birliği fırsatı görenler arasındaki mücadeleye tanık oluyoruz.
 
Eşitlik, demokrasi ve insan hakları temelinde bir barış isteniyorsa, bu süreci TBMM’de ve toplum içinde yürütebilecek iki temel aktörün CHP ile BDP olduğuna önce bu iki partinin inanması gerekiyor.
 
Her iki partinin de yanlarına sosyalistlerin ve mecliste temsil edilmeyen sosyalist partilerin birikimini ve moral desteğini almaları durumunda Türk- İslam sağının partisi AKP’nin barışı yerine solun barışını tesis etmek mümkün olabilecek.
 
AKP’nin barışının ne menem bir barış olacağını anlamak için Türk- İslam sağının yüzyılı aşan tarihini kabaca hatırlamak bile yeterli. Türk- İslam sağı kimliğini başlangıçtan bu yana Kürtlere, Ermenilere, Rumlara ve Alevilere yönelik ırkçı, ayrımcı zihniyetiyle inşa etmiştir. Bu anlamda Mahmut Esat Bozkurt ne kadar CHP’liyse Celal Bayar da o kadar CHP’lidir.
 
Kürtler kendilerine AKP’nin biçtiği rolün ‘yeni Abdülhamit’in yeni ‘Hamidiye Alayları’ olmaktan öte olmadığını görmeliler.
 
Analarının ak sütü gibi hakları olan anadillerini AKP barışı olursa ancak turistik bir meta olarak kullanmaktan öte bir şey kazanmayacaklarını fark edemezlerse, Türkiye dindar otoriter kapitalizmiyle 1950’lerden bu yana sürdürdüğü jandarmalık görevini iki dilli olarak yürütmeye devam etmekten öte bir değişim yaşamayabilir.
 
Erbil’de hep birlikte namaz kılınıp, adında Q ve X harfleri olan bir Kürt şirketinin İMKB’ye kote olması mı kutlanacak, özgürlük, eşitlik, dayanışma türküleri mi söylenecek?
 
Bu karmaşık gibi görünen barış fırsatı sürecinde CHP ve BDP yöneticileri çok temel bir soruya yanıt vermek zorundalar. İstediğimiz barış soldan mı gelsin sağdan mı? Bizi barışa sırtımızı sola yaslamak mı götürür, sağa yaslamak mı?
 
Kürtler, otuz yılı aşan savaş koşullarında sol temelli bir politik bilinç ve yeni bireyin de inşa edildiğinin ayırtındalar. Başta Yeni Kürt kadını olmak üzere eşitlikçi, laik ve imece temelli bir hayattan yana yeni Kürt bireyi, Türk-İslam sağının insafına terk edilecek mi? Dili kazanmak için dini kabul etmeyi göze almak bu kazanımları berhava eder mi?
 
CHP için de benzer bir açmaz söz konusu. Cumhuriyeti ve kazanımlarını sadece koruyacak mı, daha ileriye eşitliğe, özgürlüğe taşımak için mücadele mi edecek? Kendi tarihi onu aydınlatacak örneklerle dolu. İçinden Demokrat Parti’yi çıkardığında kendisinde laikliği ve parlamenter demokrasiyi korumuştu. Yetmişlerde Ecevit, insanca hakça düzen dediğinde Cumhuriyetçi Güven Parti’sini kuranlar ondan kopmuş ama bu kopuş ve sola yöneliş CHP’nin oyunu bir daha tarihinde alamayacağı kadar yükseltmişti. 1989 sıçraması 12 Eylül Darbesi ile uzlaşmayacağını, kavga edeceğini ilan ettiği için olmuştu. Sonra Deniz Baykal öncülüğünde 12 Eylül ile uzlaşarak iktidar olmaya çalıştığı yani sağa döndüğü için başına gelenler dün gibi canlı. CHP kendi tarihinde sırtını ne zaman sola yaslasa oylarını artırmış, yüzünü ne zaman sağa dönse erimiş bir parti.
 
Şimdi B. A. Güler de kendisini ifade eden ve akademik dil kisvesi altında bilimi de kirleten örtük ırkçılıkla bağlarını koparıp, sırtını parti içindeki sola yaslama cesaretini gösterebilirse kaybedeceği en fazla Güven Partisi olacak.
 
Her seçim aynı zamanda bir vazgeçişi de içerir. Barışa giden yolda neyi seçtiğimiz nelerden de vazgeçeceğimizi belirleyecek. Barış sürecinde CHP ve BDP’nin var olan halleriyle kalmaları olası değil, ama seçimleri var olarak kalıp kalmayacaklarını da belirleyeceğe benziyor. 

Etiketler:
İstihdam