19/08/2013 | Yazar: Sinem Hun

Anayasa yapım sürecinde LGBT haklarının yeni Anayasa’nın eşitlik maddesinde değil de ilgili maddenin gerekçesinde düzenleneceğine dair basında çıkan haberler çeşitli çevrelerde çeşitli yankılar buldu:

Anayasa yapım sürecinde LGBT haklarının yeni Anayasa’nın eşitlik maddesinde değil de ilgili maddenin gerekçesinde düzenleneceğine dair basında çıkan haberler çeşitli çevrelerde çeşitli yankılar buldu: Bir kesim, bunu bir zafer olarak nitelerken başka bir kesim, özellikle LGBT hak mücadelesi veren örgütler, ortada bir kazanımın değil aksine tutulmayan sözlerin olduğunu iddia ettiler.

Öte yandan, şu ana kadar yapılan tartışmaların genelde vicdani ve politik tercihler üzerinden yürüdüğüne şahit olmaktayız. Ama kanımca bir şeyi unutuyoruz: LGBT bireylerin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği üzerinden ayrımcılığa uğramama taleplerinin anayasallaşması aslında vicdani ve/veya politik yükümlülüğün ötesine geçen bir şeye işaret etmektedir. Bu, hâlihazırdaki hükümetin  (çok genellemiş olacağım; ancak var olan tabloya bakıldığında anayasa yapıcı ya da yap(a)mayıcı (!)) irade de denebilir) imzası ve TBMM’nin onayıyla 24.11.2011 tarihinde iç hukukun parçası haline gelen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinden (İstanbul Sözleşmesi /6251 sayılı kanun) kaynaklanan HUKUKİ bir yükümlülüktür. Nasıl mı? Adım adım anlatayım:

1-İstanbul Sözleşmesi 24.11.2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak iç hukukun parçası haline gelmiştir. (Bkz: http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/03/20120308M1-1.pdf )

2- İşbu sözleşmenin 4. Maddesi “Temel Haklar, Eşitlik ve Ayrımcılık Yasağı” başlığını taşımakta olup Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu maddeye bir rezerv koymamıştır. (ki Sözleşme sınırlı sayıdaki madde dışında rezerv konulamayacağını öngörmektedir.)

3- Orijinal (İngilizce) metinde 4. Maddenin konu bakımından önemli olan üçündü bendi şu şekildedir:

The implementation of the provisions of this Convention by the Parties, in particular measures to protect the rights of victims, shall be secured without discrimination on any ground such as sex, gender, race, colour, language, religion, political or other opinion, national or social origin, association with a national minority, property, birth, sexual orientation, gender identity, age, state of health, disability, marital status, migrant or refugee status, or other status.(Bkz: http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/convention-violence/default_en.asp

4- Buraya özellikle ve bilerek İngilizcesini koydum; çünkü Türkçe metinde, orijinaldeki “gender identity” yani “cinsiyet kimliği” ifadesi yerine “cinsel kimlik” denmektedir. Bu yanlış bir tercümedir. ( Yeri gelmişken şunları da eklemeden geçmek istemiyorum: Bu tercüme yanlışlığı trans bireylerin varlıklarını ve hukuki statülerini reddeden bir anlam da doğurmaktadır ve bunun fark edilmesi ayrıca önemlidir. Özensizlik olup olmadığını bilemeyeceğim; ancak özensizlik dahi olsa bu, bence, transların temel insan hakkına ne kadar “kulak verildiğinin” de bir işareti olarak okunabilir. Ancak şunu eklemeliyim ki böyle durumlarda imza atılan orijinal metindeki anlam ve ifade geçerli kabul edilir. )

5- Şu durumda cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim bir “statü” olarak iç hukukun zaten bir parçasıdır. Yani işin özü şudur: Türkiye’de LGBT kadınlar şiddete karşı devlet koruması altındadırlar. Türkiye Devleti içerde ve dışarda bunu taahhüt etmiştir. Bununla ilgili tartışmanın zamanında Meclis’te partiler arasında yapılmış olup olmaması maddenin geçerliliğini veya etkililiğini hiçbir şekilde değiştirmez. Kaldı ki Devlet, taahhüt etmekten öte uygulamada da bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri LGBT kadınlar yararına koruma kararı vermektedirler. (Bir örnek için bakınız: http://gazetesok.com/haber/turkiyenin-ilk-siddet-butonu-trans-oykuye-verildi_176286 )

6- Görüldüğü üzere cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği üzerinden, hâlihazırda sadece kadın LGBT’leri ilgilendiriyor olsa da, normatif bir “olmuşluk” vardır. Böylesine bir “olmuşluğun” olduğu bir ortamda cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine eşitlik maddesinin sadece gerekçesinde yer vermek ileri değil geri bir adımdır. Ayrıca bu, Anayasa yapıcının hukuki bir yükümlülükten de kaçtığı anlamına gelir: Anayasalar sadece “devletlerin ne olduğuna” dair belgeler değildirler, insan hak ve özgürlüklerini, yenilikler ve gelişmeler çerçevesinde güncelleyerek koruma altına alırlar. İç hukukun hâlihazırda tanıdığı ve koruduğu statüleri yeni Anayasa’da da tanımak anayasa yapıcıların üzerinde sadece vicdan ve politika ekseninde tartışma yürütebilecekleri bir mevzu olmaktan iki yıl önce çıkmıştır. Ortada hukuk tekniğini ilgilendiren bir denkleştirme sorunu vardır.

7- Bir kere daha söyleyelim: Anayasa yapım sürecinde bu normatif “olmuşluk”a anayasal bir veçhe kazandırmak ne salt vicdani ne de salt politiktir; bu her şeyden önce hukuki bir yükümlülüktür. Anayasa yapım sürecine katılan tüm partilerin ve tarafların bu yükümlülüğün farkında olması gerekir. Ayrıca hukukçuların ve akademisyenlerin bu konuda “hukuki çerçevede” pozisyon almaları bence elzem ve acildir. Nitekim hiçbir insan hakkı beklemez, beklettirilemez!

 

 

 

 

    


Etiketler: insan hakları, sivil anayasa
İstihdam