06/02/2013 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Sendikal mücadeleyle yan yana yürüyebilecek bir enformatik devrimci savaş olası kapitalist saldırıların tamamından daha güçlüdür.

Sendikal mücadeleyle yan yana yürüyebilecek bir enformatik devrimci savaş olası kapitalist saldırıların tamamından daha güçlüdür.
 
Sözlü bir tartışmayı “doğru” yürütebilmek için tarih boyunca “süregelmiş” yazılı-sözlü tartışmaların farkında olmak gerekliliği vardır; bu gereklilik ve gereksinimi “doğru” algılayabilmenin tek yolu da geçmiş konusundaki bilgimizi sağlamlaştırırken geçmişin hataları konusundaki bilgimizi keskinleştirerek bugünü dünden korumaktan geçer. Bu bağlamda entelektüel olanı dışlamak da onu tek başına amaç haline getirmek de “eylem yahut fikir obsesyonu” yerine koyulması gereken tavır olmamalıdır. Keza eylemin tek başına amaç haline getirildiği tüm siyasetler, tarihsel bir hezimetin baş aktörleri olmuşlardır. Öte yandan da mücadelenin sürmesi için umut olabilmeye devam etmişlerdir.
 
Böyle bir konuyu tartışmaya açma gereksinimi, özellikle Büyükelçilik eylemi ardından gerekliliğini kanıtladı. Özellikle eylem üstüne konuşulurken ortaya atılan ifadeler, aslına bakarsanız bizim için birçok kavramın ne kadar muğlâk, altlarındaki zeminin ne kadar aldatıcı ve kaygan olduğunu gösterir niteliktedir.
 
Şimdi tartışmanın esasına dönecek olursak bizi bekleyen çeşitli sorular var:
 
1) Düşünce, yazı, tartışma anlamını yitirmiş midir?
 
Hayır, bunu söylemek her şeyden önce fikri bir örgütlenme zemininden kaçıp Maoizm’e ve aydın düşmanlığına kadar varabilecek bir zemine yayılır. Dahası, thinkthank’ler ve tankları aynı anda üreten emperyal-kapital bir düzene karşı fikri bir argüman geliştirmeden, toplumsal bir tahayyül geliştirmeden harekete geçmek Lenin’in “sol sapma” olarak tabir ettiği noktaya denk gelecektir.
Elbette ki sol sapma içerisinden çıkan devrimci enerjiyi yok saymak hatalıdır; ancak gerçek olan şudur ki teorik anlamda müttefiklerini ve düşmanlarını tanımlayamamış bir hareket, kafa karışıklığı içindedir ve bu kafa karışıklığını aşmak zorundadır.
 
2) Kafa karışıklığı nasıl aşılır?
 
Ortadoğu’nun modern tarihinin en başarılı militan örgütlenmesi hiç şüphe yok ki Kürt Özgürlük hareketi ve Kürdistan İşçi Partisi PKK’dir. Gültan Kışanak, geçtiğimiz ay Express için verdiği Sakine Cansız’ın ölümü üstüne söyleşisinde Kürt hareketinin Apocular dönemindeki evresine “ideolojik evre” dediğini ve Türkiye Solu’ndan farklılaşmasının en çok da bu evrede merkezden çevreye yayılan bir ideolojik saptama değil de üstünde tartışılarak oluşturulan bir siyasi mücadele olduğunu hepimize hatırlatmıştır. Belki de hareketin bu kadar büyük ve güçlü olmasının temelinde yatan etmen de bizzat budur.
Bugün gerçek anlamda “yeni” bir sol oluşturma yahut “sol bir örgütlenme” yaratma gibi bir arzumuz varsa mevcut pratiklerin “franchising” yöntemiyle lokalleştirilmesinin tamamen anlamsız olduğunu kabul etmek durumundayız. Mahallelerdeki dinamiklerin bile bambaşka işlediği, neoliberalizmin işgalini tamamlama aşamasında olduğu bir ülkede kentlerin soylulaştırılması da dahil olmak üzere birçok konu temel anlamda antikapitalist mücadelenin ana  damarları olmuşken, fraksiyonlar birliği gibi görülen perspektiflere bağlı kalarak bir şey oluşturulamayacağı, dar cemaat kalıplarının bir şey ifade etmeyeceği ortadadır.
Bu bağlamda kafa karışıklığımızı aşmanın en önemli yolu, çoklu okumaları tartışma zeminine de taşımak, “Allah’ın kelamı” gibi değer verdiğimiz birçok metini sorgulayarak gözden geçirmektir. Öcalan’ın, Beşikçi’nin, Müftüoğlu’nun, Kürkçü’nün ve daha birçok öncü figürün söylemlerini merkez olarak saymak yerine bu kişilerin etraflarındaki dinamiklerle iletişimsel bağ kurmak, bu iletişimsel bağı örgütsel mücadele dönemini aşan bir noktaya getirerek, karşılıklı suçlamalardan kaçınmak ilk hedef olmalıdır. Keza, örgütler arası mücadele günümüzde magazinel bir boyuttan öte bir anlam ifade etmemektedir ki ulusal Kürt kurtuluş hareketi hariç kimsenin ortaya koyduğu ciddi bir strateji gözle görünür durumda değildir.
 
3) Şiddet 
 
Şiddet kelimesine atfedilen anlam kadar bu şiddetin devlet kaynaklı olanıyla devrimci olanını ayırt etmek de mühimdir elbette; ama asıl mühim olan devrimci şiddetin stratejik kullanımıdır ki bir eylem konusunda bir örgütün “stratejik” bir karara varmasıyla stratejik bir bozguna uğraması arasında büyük fark vardır.
Şiddetin devrimci olması stratejinin devrimci olması anlamına gelmez. Devrimci olan taktik değil, stratejidir. Kapitalizmle savaşma stratejiniz yoksa, Mango’nun camını kırarak yalnızca Mango’nun camını kırmış olursunuz, Hey Tekstil işçilerini örgütlemekle Mango’nun camını kırmak arasındaki fark işte buradadır.
Yaratılması gereken şiddet artık iletişimsel olarak yaygınlaşabilecek bir şiddettir. Bugün Hey Tekstil patronu Aynur Bektaş’ı yahut Nike, Zara gibi markaları Türkiye’de üreten Cavit Çağlar’ı itibarsızlaştırmayacak hiçbir şiddet taşeronlaşmış tekstil üretimine darbe vurmayacak, anlam da taşımayacaktır.
Emperyalizm vardır, yeni-emperyalizm şirket-devlet ortaklığında elbette sürmektedir. Ancak onu zayıflatmanın yöntemi beden değil bizzat kognitif olarak ortaya konacak bir emeğin stratejik kullanımıdır.
Her ne kadar kullandıkları dildeki ataerkiye dayanan zihniyeti eleştirsek ve eylem hedeflerinin stratejik olarak vuruculuklarını bazen zayıf görsek de Redhack, dünya örneği olarak da Anonymous ya da Wikileaks gibi hareketlenmeler de stratejik devrimci şiddetin en anlamlı kullanımlarıdır.
Eğer “yeni bir terörizm” arıyorsanız, toplumu değil ama markaları dehşete sürükleyecek olan işte bu terörizmdir. Şiddetin metaya yahut bireye değil, enformatik alana yöneltildiğinde yaratacağı hasar geçmiştekinden çok daha fazla ve güçlüdür. Sendikal mücadeleyle yan yana yürüyebilecek bir enformatik devrimci savaş olası kapitalist saldırıların tamamından daha güçlüdür.
 
4) Nasıl Bir “Bilgelik”?
 
Çağımızın gerektirdiği bilgelik ne kalaşnikofun, ne Marx’ın bilgeliği ile açıklanabilir. İhtiyacımız olan asıl bilgelik teknik bir bilginin sahipliği olarak tanımlanabilir. Güçlendirilmiş güvenlik sistemlerinin tamamının “insan yapımı” olduğu ve kolaylıkla aşılabileceği gerçeğini unutmadan yaşamalı, stratejilerimizi bu yönde konumlandırmalıyız. Silah taktik bir unsurdur ve stratejisiz anlam ifade etmemektedir. Stratejilerini konumlandırmadan taktikleri üstünden kendini tanıtan kim olursa olsun, ister siber ister fiziki ortamda yaptığı eylemin değeri tartışmaya açıktır.
 
Bizim aradığımız bilgelik örgütlü siyasetin yeni medya ortamında güncel siyasal ve hukuki pratiklerden azade biçimde kendini sürdürebildiği, anarkosendikalist olarak da sendikalist olarak da adlandırılabilecek bir sistemin yanı sıra, kendi kızıl vurucu güçlerini yaratmış ve burjuvazinin yüreğine korku salan bir bilgeliktir. Bu bağlamda örgütsel bir dışlayıcılık yerine ta Roma’nın Agustus döneminden kalma “içselleştirme” ve “içerme” stratejilerinin önemine dayanmalıdır.
 
Örgütlerin ismi ve taktik farklılıklarını görmezden gelerek, ortak stratejiyi farklı taktiklerle hayata geçirmek tek başına solun ihtiyacı olan tavırdır. Farklı bayrakların ve flamaların altında kızılın ve karanın kapitalle kavga eden tüm anlayışlarını taşısak da muktedirle mücadele konusundaki enstrümanlarımıza dair fikir birliğimiz en büyük şansımız konumundadır.
 
Ya ihtiyacımız olan bu bilgeliği önemser, yeni medya örgütlenmeleri, kızıl hack aktiviteleri, antikapitalist gayrimerkezi emek kolektifleri gibi 21. asrın yükselen değerlerini stratejimizin merkezine koyarız ya da güvenlik ve disiplinle örülmüş bir toplumsal ağın ortasında dijtal yahut analog olarak devletçe sürdürülen bu takip karşısında yalan yanlış dava iddianameleriyle örülen bir egemen hukukunun piyesinde söz sahibi oluruz.  Devrimci olan savunma değil saldırıdır. Saldırıyı örgütlemekse ancak saldırarak öğrenilir. Bu saldırının bu çağdaki konseptlere karşı biçimine dair tartışma her daim açıktır; ancak bunun ne tek başına sendikadan, ne silahtan ne de meclisten geçtiğini söyleyebiliriz.
 
Söyleyebileceğimiz tek şey enformasyonun ve bilgi teknolojilerinin, artık solun elinde kalan ve işgale karşı en “anonim” direnci oluşturabileceği alan olduğudur.

Etiketler:
İstihdam