07/04/2010 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

İçimdeki kızgınlık, geçtiğimiz 1 Nisan Perşembe günü Üsküdar Adliyesi’nin önünde kabarmaya başladı. 1.

İçimdeki kızgınlık, geçtiğimiz 1 Nisan Perşembe günü Üsküdar Adliyesi’nin önünde kabarmaya başladı. 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, Ahmet Yıldız davasının “açık yargılamasının” 3. celsesi yapılıyordu. Mahkeme salonuna giremedim; adı “açık yargılamaydı” ama hâkim beyler salonda kalabalık istemiyorlarmış. Kapıda polis midir, mübaşir midir nedir bilmem, anlamam, üniformalı birisi binadan içeri bile sokmadı. Kapıda duruşma tutanağının bir kopyasını alabilmek için bekledim. Tutanağa göre; “Tanık İbrahim Can”, Ahmet’in sevgilisi, hayat arkadaşı olduğunu anlatıp mahkemeye Ahmet’in nasıl arabasında kurşunlanarak öldürüldüğünü ve cinayetin arka planını anlatmış. Ahmet’in sevgilisi tanıklığını yapmıştı ama davanın katil zanlısı olarak aranan Ahmet’in babası “sanık” Yahya Yıldız henüz ortalarda yoktu. “Gereği görüşülmüş” ve “Sanık Yahya Yıldız” hakkında çıkartılan “yakalama emrinin infazının beklenmesine” karar verilmişti. Türk Polisi, katil zanlısını yakalarsa 30 Haziran 14:00’te, 4. celsede bir ilerleme olacak!

Bağlarbaşındaki adliyeden, bahar havası depresyonumu biraz olsun dağıtır belki diye, Üsküdar’a kadar yürüdüm. Yolda, Kavaf acaba özür dilemiş mi, istifa etmiş mi, dilemediyse, istifa etmediyse, Başbakan gereğini yapmış mı diye, motorda okumak için gazeteleri aldım.

Bu konularda haber yok ama başbakan, bir tablet hazırladıklarını ve gücünü aldığını söylediği halka, bir “hap” gibi sunacaklarını söylemiş! Gücümüzü halktan alıyoruz diye, her fırsatta bar bar bağıran Başbakan, acaba bu halka neden bu kadar az güveniyor, onu küçük görüyor diye, düşündüm? Kendisini iktidar yapacak saduyuya sahip milyonlar, 30 madde arasından beğendiklerini seçemez mi yani? Neden hepimiz beğendiğimiz Anayasa değişiklik maddelerine evet, beğenmediklerimize hayır diyemiyoruz da, AKP hapını tek tablet olarak yutmaya zorlanacağız diye; Boğazın canım havasına rağmen, depresyonum azalacağına arttı.

Aslında bu yazı burada bitti. Perşembe günü yazdığım yazıyı, Pazartesi gazeteye göndermek için bilgisayarımdaki dosyasına koydum. Ta ki Salı’nın, Akşam Gazetesi’ni görene kadar. Akşam öyle fazla güvenilir, kaliteli bir gazete değil; umarım  Nisan 2010 nüshalarında 2. sayfadan verdikleri haber doğrudur. (Daha “gey” yazmayı bile öğrenemediler, hâlâ “gay” diye yazıyorlar. Ne olacak canım, İngillizce’sini yazıvermişler demeyin. Türkiye’deki LGBTT hareketi “gey” kelimesini kullanmak istiyor, bunda çok haklı bir sebebi var. Yerim yeterli değil, umarım başka bir yazımda anlatma fırsatı olur.) Haber’e gore; Halil Ergün bir kere daha gey olmadığını iddia edip, iddasını “Altını çizerek söylüyorum, ben gay(sic) değilim” diye bitirmiş. Şahidi de Seyyal Taner! Bu, Yılmaz Güney’in “Yol’u” ile hayatımıza giren, solcu imajından taviz vermeyen, solun adayı olarak belediye başkanlığına bile soyunmuş, tiyatro ve sinemamızın en ağır abilerinden geçinen Halil Ergün mü? Ülkenin işçi sendikaları topun ağzındayken, gençlerimiz eşcinsel oldukları için “yaşam hakkından” mahrum bırakılırken, bu ülkenin ezilenlerinin, “solcu” olduğunu iddia eden bir sanatçıdan biraz cesaret ve dürüstlük beklemeye hakları yok mu? Bu kadar korkaklık, kendine saygısızlık, sisteme bu kadar ayak uydurmak olur mu? Haftada 50-60 bin lira kazanacağım diye, bu yapılır mı? Hem sen kim oluyorsun? Ricky Martin’den daha şöhretli, Ian McKellin’den daha büyük bir sinema ve tiyatro oyuncusu, Murathan Mungan’dan daha önemli bir sanat ve kültür adamı mısın?
Görüyorsunuz, nisan depresif başladı. Zaten memlekette siyasi İslam’ın yükselmesine paralel, homofobi de yükseliyor. Adı mazlum, güya insan hakları(!) örgütleri hiç fütursuz zalimliğe soyunuyor. Farklılıkları yok etmek kültüründen en çok çekmiş zannettiğiniz gruplar bile, ya iktidarın yanında yer alıyorlar ya da sessiz kalıyorlar. Hatta benim bu mücadelede her zaman en güvendiğim kadınlar ve feministler bile bilmem neden, iş homofobiye gelince Türkiye’de seslerini kaybettiler.

Türk Ordusu’ndan bile korkmayan Taraf Gazetesi’nin, LGBTT haberlerine dikkat ediyor musunuz? Kavaf’’ın ürettiği nefret söylemi karşısında söyleyecek fazla lafları olmadı. Yurtdışındaki gey haberlerini, magazinsel olarak pek kaçırmayan Taraf, Ahmet Yıldız ve diğer nefret cinayetlerini de genellikle es geçti. İşte bu nedenle, 3 Nisan’da Taraf’da yayınlanan “Hilal Kaplan” imzalı “İslam ve eşcinsellik meselesi” yazısını duyunca acaba tünelin sonunda bir ışık mı görünüyor diye, umutlandım.  Ne de olsa Boğaziçi Ünüversitesi gibi saygın bir eğitim kurumumuzda mürekkep yalamış, kadın bir köşe yazarı, nihayet Taraf’ın kayıtsızlık ayıbını örtecektir diye. Heyhat, özür dileyen, empati kurmaktan uzak bir yazı. Esas sorunu, bütün politik İslam yazar ve düşünenlerinin ortak sorunu: Eşcinselliğe dışardan bakıp, bizde böyle şey olmaz diye, yazıyorlar. Kabullenmeniz belli ki biraz zor olacak ama İslamın Tarihi de, bugünkü bütün İslam ülkeleri de, AKP de, Saadet Partisi de, tarikatlar da eşcinsellerle dolu. Oranları da, içlerinde var oldukları toplumdaki eşcinsellerin oranı ile aynı. Daha korkuyorlar ve tabii ki daha bastırılmışlar.  İkiyüzlülükle ve riya ile buraya kadar. Ya İran ve diğer başka 7 İslam ülkesinde olduğu gibi cinsellikleri farklı olan insanları katledeceksiniz ya da evrensel insan haklarına uyum sağlayıp farklılıklarımızla bir arada yaşayacağımız bir demokrasiden yana olacaksınız.

Zaten “farklılıklarımızla var olabilmek” sizlerin de istediği şey değil miydi? Of, of bu bahar depresif başladı; yetti gari bu iki- yüzlülük!


Etiketler: yaşam
İstihdam