30/04/2014 | Yazar: Gözde Demirbilek

romantik ve cinsel deneyimlerini mukayese ederek ‘ben aslında şu muyum’ sorusuyla kendini darlayan biseksüellere sesleniyorum: SAL BİRAZ.

görünürlük kaygısını son derece ön planda tuttuğumuz şu günlerde aslında hepimizin artık farkına varmanın ötesinde harekete geçmesini gerektiren bir biseksüel görünmezliğiyle karşı karşıyayız. bu görünmezlik LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks) kavram netliği açısından da çok önemli bir yerde duruyor. en basitinden biseksüellik kafalarda hâlâ kabul edilmemiş eşcinsellik, eşcinselliğin kabulünde ilk adım gibi gözükmeye devam ediyor. 

insanlar çok seviyor birileri hakkında yönelim sorgulaması yapmayı. biseksüel bir kadın uzun süre hayatına sadece kadınları aldığında bu nedense “eşcinsellik bastırma” ya da “biseksüelim diye kendini avutma” olarak konuşulmaya başlıyor. duymuşsunuzdur, “lezbiyen oldu o” falan diyenleri. hayır tatlım falanca lezbiyen falan olmadı. bir biseksüel sen onun biseksüel olduğuna inan diye bi erkek bi kadın bi erkek bi kadın diye sırayla hayatına insan almak zorunda da değil. inanmamakta özgürsün de yönelim beyanını sorgulamak sana düşmedi herhalde.

kaldı ki biseksüel biri hayatına hiç erkek almamış da olabilir. sen bu onu biseksüel yapmaz mı sanıyorsun? neyse, biliyor musun aslında sanmalar zincirinde yalnız değilsin, çünkü senin “lezbiyen oldu”, “o eski gey” gibi cümleleri kullanmana sebep olacak o kadar çok film var ki; belki de bu noktada l&g temalı filmlerin çoğunun eşcinsel görünürlüğünü ortaya koymaya çalışırken biseksüel görünürlüğünü engellemesine değinmek gerek. 

l&g aşk görünür filmlerde söz konusu eşcinsel ilişkiyi yaşayan karakterlerimizin biri genelde yönelimiyle problemi olmayan, kendine ve çevreye açılma sürecini atlatmış rahat; ötekisi de “karşı cinsle” biriyle ilişkisi yeni bitmiş/zorla sürmekte ya da daha önce hep “karşı cinsle” ilişkilenmiş ilk defa böyle hisler yaşayan bir karakter oluyor. bu noktada film sürekli “kendini keşfetmeye” dönüyor. hah iş bu “kendini keşfetme” noktasına girdiğinde yüzyıllardır eşcinselmiş ancak fark ediyormuş gibi gösterilirken aslında göz ardı edilen şey biseksüellik oluyor. karakterimiz yıllardır zoraki olarak “karşı cinsle” olmuş da kendini “sonunda” bulmuş gibi gösteriliyor.

zoraki ilişkiler kendine açılma sürecinde eğer korkular hakimse bastırmaya çalışmanın büyük bi parçası olabilir, oluyordur muhakkak. ama genel olarak kullanılan hikâye örgüsünde bi tarafın ilk “hemcins” ilişkisi, doğrudan “eşcinsel olduğunu keşfetti”ye varabiliyor. ama bu örgüde eski ilişkilerinin “zoraki” olduğu kısmı açıkça belli edilmedikçe biseksüellik tamamlanmamış eşcinsellik, biseksüeller de “aslında eşcinsel ama itiraf edemiyor” zannı altında kalmaya devam ediyor. 

biseksüel biri olarak ben de kendimi bu gereksiz sorgulamaya itmiştim. 4 yıl gibi bir süredir hayatıma sadece kadınlar giriyordu. ben biseksüel değil de lezbiyen miydim, biseksüelliğimin sallantılı “erkeklerden hoşlanma” tarafını tamamıyla kaybetmiş miydim gibi sorular aklımı karıştırıyordu.

bazen kendimizi çok iyi bildiğimiz halde kavramsal olarak bir şeye baktığımızda “buna oturmuyorum” kaygısı taşırız. erkeklere nadiren hoşlantı duyuşum vaktiyle beni de “aslında lezbiyenim ve kendimi mi bastırıyorum?” sorusuna itmiş olsa da bir cinsiyetle daha fazla romantik ve cinsel pratik yaşamış olmak, biseksüelliğimizi düşürmez. başka bir ifadeyle, çoğunlukçu kaygılar güdüp çoğulcu taraflarını örseleme birtanem.

eşcinsellik ve heteroseksüellik, tanım bazında bir noktadan öteki noktaya düz bir doğru gibi kitlelerce “net” olarak tanımlanırken, biseksüellerin bir noktadan geçen sonsuz doğrular oluşu “kafa karışıklığı” olarak görülüyor. tüm bunların ardından, romantik ve cinsel deneyimlerini mukayese ederek “ben aslında şu muyum” sorusuyla kendini darlayan biseksüellere sesleniyorum: SAL BİRAZ AŞKIM.

biseksüelliğin görünürlüğünü ortaya koymaya çalışırken tehlikeli argümanlar kullanmak da başka büyük bir sıkıntı. “aşkın cinsiyetsizliğine inanıyorum” (bunu da bi’ zamanlar kullanan biri olarak) demek, yönelimi “aşk” üzerinden tanımlıyor olmak problemli bir noktada duruyor. insan tabii ki aşkın cinsiyetsizliğine inanabilir, lâkin biseksüel yönelim aşktan mı ibaret? biseksüeller aşık olmadan ilişki yaşayamaz mı? bunları bir düşünmek gerek.

görünürlük için neler yapılabilir noktasında sloganlar önemli. “ayşe fatma’yı ahmet mehmet’i birbirlerini sevebilmeli” elbette ama neden ayşe fatma’yı handan’ı sevebiliyorken neden bi mustafa’yı da sevebilemesin? 

bu arada mümkünse artık yıllardır aramızda çığ gibi durmuş, eşcinseller içinde hakim o bifobiler bi yıkılsın. “hıı biseksüel misin”ler bitsin. kendisinden sonra “karşı cinsle” ilişki yaşayan eski sevgili öfke, bifobik söylemleri beraberinde getirmesin. hepimiz hayatta başarısız ya da kötü bitmiş ilişki girişimlerinde bulunuyoruz ama bunu yönelime ya da eski partnerimizin yeni partnerinin “cinsiyetiyle” ne ilgisi var? “benimle birlikteydi sonra gitti bi erkeğe hem de bi erkeğe aşık oldu :(” eee? “kadınlarla olsa iyiydi de gitti bi erkekle oldu” mu olay yani aslında? başka bir deyişle: kuş yuvadan uçmuş, kuşun yuvadan uçması değil de uçtuğu yuvanın rengi mi önemli? bilemiyorum altan, bunlar bana hep bifobi kokuyor.

özetle benim canım hareketim, biseksüel görünürlüğü önemli bi yerde duruyor. bu görünürlük olmalı ki sonra yaptığımız etkinliklerde biri gelip “yani şimdi biseksüellik kişilik bozukluğu mu?”, “doyumsuzluk mu?”, “kararsızlık mı?” diyemesin.

üzerine çalışmamız gerek, bu görünmezlik bizim eksikliğimiz. ve azıcık özen gösterirsek telafisi hiç de imkansız bir yerde durmuyor. 


Etiketler: yaşam
İstihdam