25/08/2011 | Yazar: Tuğrul Güven

Şanlı Türk Ordusu, askere alırken insanların özel hayatlarına dair ayrıntıları ortaya dökmek sureti ile insan haklarına aykırı hareket ediyor; ben bunu bilir böyle söylerim. Bildiğim ve önce tanrıya sonra Kraliçe’ye şükrettiğim şeyse iyi ki sabahleyin o siyah g-stringi giymekten vazgeçtiğim.

 
Şanlı Türk Ordusu, askere alırken insanların özel hayatlarına dair ayrıntıları ortaya dökmek sureti ile insan haklarına aykırı hareket ediyor; ben bunu bilir böyle söylerim. Bildiğim ve önce tanrıya sonra Kraliçe’ye şükrettiğim şeyse iyi ki sabahleyin o siyah g-stringi giymekten vazgeçtiğim.
 
Endişe verici bir gün geçirdim. Askere gitmek için tecilimi bozdurmaya ve bir an önce askere gitmek için başvurmaya karar verdim. Sabahleyin erkenden babamla birlikte Ankara Abidinpaşa’daki askerlik şubesine gittik. Tanrı Kraliçe’yi korusun ki bütün askerlik şubelerini bir araya toplamışlar ve hepsi de Q-Matic sıra sistemi ile çalışıyor. Benim askerlik şubem Ankara’da olmadığı için (buradan baba tarafından Ankara’lı olmadığım sonucunu çıkarabilirsiniz) yabancı askerelik şubemi Altındağ ilan ettiler ve 1. sırayı bana bahşettiler (her sıranın başı benim olmalı). Gözlerimi gizlediğim güneş gözlüğümün altında fıldır fıldır etrafı keserken işte onunla karşılaştık. Masasına yayılmıştı ama bana bahşedilen sıra numarasının gereği tabii ki çok fazla göz temasında bulunamadık. Beni yanına çağırdı. Evet! En sonunda hiç çekinmeden bana aşkını itiraf edecek bir erkek! Kraliçelere layık sıra numaram ile yanına gittim. Güzel gözleri vardı. Vücudu da fena sayılmazdı ama beni yüceltecek bir evlilik yapmam gerektiği için sadece bir iki sırıtmakla geçiştirdim. Beni yönlendirdiği kadın ilk olarak ne olduğunu anlamadı sonra askerlik ile ilgili durumu anlattınca uflaya puflaya işimi gördü (salak kadın! erkenden gelmişim; kraliçelere layık 1 numarayı almışım. Daha ne?) Bana milyonlarca defa gibi gelen git-gel-imza-at’tan sonra nihayet doktora inebileceğimi söyledi. Bi saniye? Ne doktoru? Nedeen? Ay muayene mi olacağım? Kös-kös, burnum havada, çantam elimde doktor odasına indiğimde kapıdaki yaklaşık 20 kişilik bir orduyu göredüğümde donup kaldım. Ne yani? Kutsanmış kraliçeler ile haşır-neşir olan birisi bu yirmi kişilik ordunun içinde mi soyunacaktı?

Şanlı Türk Ordusu, askere alırken insanların özel hayatlarına dair ayrıntıları ortaya dökmek sureti ile insan haklarına aykırı hareket ediyor; ben bunu bilir böyle söylerim. Bildiğim ve önce tanrıya sonra Kraliçe’ye şükrettiğim şeyse iyi ki sabahleyin o siyah g-stringi giymekten vazgeçtiğim.

Babama bir haller oldu şubenin ortasında. Birden benim heyecanlandığımı filan düşünmeye başladı. Evet, heyecanlandım ama sebebi askere gidebilecek olmam tabii ki değildi. Elbette ki gitmeyi istiyorum (lol), hazırım filan ama 20 erkekle aynı odada çıplak kaldığımda Küçük Coach’ın kalkmasından endişe etmiyor da değilim. Endişelenmem gereken diğer bir konu da g-string giymemiş olmamın sevincini bastırıyor: likralı ve dikişsiz bir beyaz slip giymiştim.

Pantolonumu çıkarmaya yeltenirken arkamda bir adamın varlığı ile irkildim. Sonuçta kutsal Kraliçe’nin bir sırdaşına arkadan yaklaşıyordu. Abi dedi, en maskülen bakışlarımla kafamı çevirdim. Sende benim gibiymişsin dedi. Eyvah! Sonunda bir sitede profilimi filan gören birisi olmadık bir yerde out oldu! Nasıl?? diyebildim. Kıllarımı göstererek gülümsedi. Şerefsiz pek de tatlıydı aslında. Kendisini bekleme salonundan beri kesiyor ve büyük bir aşk besliyorum. O nasıl boyundu yarappim! Aman! Tanrı kraliçeyi korusun!

İsmim okunduğunda çoktan pantolonumu çıkarmış; masanın köşesine saklanarak Küçük Coach’ı sola yatırmıştım. Yaklaşık 35 gösteren bünyem ve vücudumu kaplayan doğal kazağım sayesinde tüm gözler önce bana sonra Küçük Coach’a kaymaya başlamıştı bile. Hiç tepki vermedim; batan balığın yan gittiğini aklımdan çıkarmadım ve zaman zaman Kraliçe’lerin bile böyle utanç verici durumlarda kaldığını düşünerek tartıya çıktım.  Asker ilk önce bana, sonra ufaklığa baktı, bir süre gözünü alamazken benim özgüvenim de bir kaleden ötekine kaçırılan İskoçya’lı Mary’nin at arabasının yerine lök diye oturan tekerleği gibi yerine geldi. Dönüşte herkesin bana yol verdiğini eklememe gerek yok; ben onların abileri sayılırım; hatta 1. numarayı kaptığıma göre zaten o sıra benim hakkım...

Kahretsin ki doktor tarafından yepyeni ve tam teşekküllü bir hastaneye sevk ediliyorum. Coach Bey, 40 kilo fazlanız var dediğinde bir taraftan hayranlıkla seyredilen göbeğimi seyredenleri süzüyor öbür taraftan doktora yaklaşıyorum. Nasıl tatlı bir ayı; nasıl tatlı... Ufaklık kafasını kaldırır gibi oluyor. Kendimi masasının üzerine bırakıp çıkar şunları; başbaşa muayene et beni demek geçiyor içimden. Bir kraliçe sırdaşı iffetini daima korumalı ve hopplalıktan kaçınmalıdır. Yine burnum dik, gözlerim ilerde (aşağı kaysa benim aşağıdaki kalkacak); pantolonuma ve gömleğime gidiyorum. Üzülmedim de değil. Ben ne hayaller ile girmiştim içeri; 3+5 kişi aynı odaya giricez; bacaklarımızı 45 derece açıcaz, prostat muayenesi filan yaptırıcaz. Olmadı birden hepimizin iç çamaşırlarının indirilmesi istenilecek ve herkes birbirinkini görmek için yarışacak. Hiç birisi olmadı tabii. Bir kraliçenin sırdaşı olduğumu bilmeyen ama arkamdan bir yaslamadığı kalan adamla hayranlıkla göbeğimi seyrederken bakışıyoruz ve bedenimi çepeçevre saran lacivert kumaş pantolonumun altına ayakkabılarımı giyerken kulağıma sanki bir iç çekiş geliyor. Kesiliyor muyum nedir? Kan da akmadı ama? Tamam, çok ucuz bir espiriydi.

Sevgili askerlik şubem tarafından Mevkii Hastanesi’ne aktarıldığımda herşeyin daha yeni başlığından haberdar değilim tabii. 15 tane (çüşşş!) fotoğraf istiyorlar. O anda tüm mücevherlerimi satsam (üzerimdeki tüm mücevherlerim parmağımdaki Sinop işi gümüş yüzük, kolumdaki künyem ve boynumdaki zincirim ile gizli hazinemden ibaret; ederi ise gümüşlerle çeliklere 100 lira desek, gizli hazineye de paha biçmesek... toplamda paha biçilemeyecek kadar filan) 15 tane fotoğraf bulamam. Aşağıda çekiyorlarmış. İnip çektireyim dedim ama berbat bir zemin üzerine katil bakışlı bir fotoğrafım basılıverdi. Keşke bana kezbahn’ı getiriiiiiiiiiiiiiiin! diye yırtınsaydım. Belki bir homoseksüel bakış açısı yakalar ve yıllardır aradığım gerçek aşkımı bulmama vesile olurdu...

Bir kraliçe her zaman gülümsemelidir. Sırdaşları ise bu sırların ağırlığını taşımanın yanında daima başlarını dik tutmalıdır. Mevkii Hastanesi’ne gözümde güneş gözlüğüm ve burnum dik girdiğimde bir çokları tarafından kırklarının ortasında sivil ve daşşaklı bir memur sanılıyorum. Herkes bana yol veriyor ve maiyetimdeki babam ve dayımla dahiliye polikliniğine varıyoruz.
...
bla...bla...bla. burada ekşınlık bir şey yok. Geçiyorum.

Mevkii Hastanesi’nin Dorothy asker popülasyonu bir hayli fazla. Bir tanesini gözüme kestirdim. 1.95 boy, mavi gözler, sarı saçlar... Tam bir Talbot. Yani yanaşabilirim ilerde. Umarım Tanrı Kraliçe’yi korur ve benim de böyle asker arkadaşlarım; hatta ötesinde askerlik ekşınlarım olur.

Mevkii Hastanesi’nde işim bitmedi. Eğer yarın birisini yolarsam ilk işim gelip size anlatmak olacak. Ben yazarken sıkıldım, siz okurken. Neyse, by.
 

Etiketler: insan hakları, askerlik
nefret