12/06/2015 | Yazar: Can Yaman

Benim gibi CHP’lilerin HDP’nin barajı aşamamış olsaydı dahi, seçimlerin gerçek galibi olarak onu benimsemesinde CHP’de eksik kalmış HDP birleştiriciliğinin, umut ve cesaretinin rolü büyüktü.

Editör notu: Seçimler bitti, koalisyon olasılıkları konuşulmaya başlandı. Biz de hükümetsiz hava sahasından faydalanıp Gökkuşağı Forumu yazarlarımıza sorduk: Seçimi ve sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?   
 
Seçimler öncesinde herkes kâhin geçiniyorken tüm astrolojik ihtimaller dâhilinde tedirgindim. Sonuç her ne kadar halkın iradesine bırakılsa da işin ucunda hep başka iradelerin olması muhtemeldi. Ama bu seçim sürecinde türlü seçenekler kafamda dolanmasına rağmen bazılarının hedefe kitlenmesi hedefi on ikiden hatta %13’le vurmasına neden oldu.
 
Salt bir aile geleneği olmaktan çıkıp bir çıkış ideolojisine dönen CHP particiliği son beş yılımı daha kapsar olmuştu. Kendi “devrimci ilkelerimi” sorguladığım süreçte “omurgalı siyasetin” en kökten ilkeselliğini savunan partinin benim sığınağım oluşu, hiç kuşkusuz kaçınılmazdı. Bu kimilerine göre şoven ID’me bir geri dönüş gibi gözükse de hepimizin pusulasını kaybettiğinde beslendiği ana damara doğrulmasından kaynaklanıyordu aslında. Her ne kadar fiiliyatta Kemalizm’e ailecek sahip çıkamasak da bu ülkenin kurucu ilkelerine güvenen bir geçmişimiz vardı.
 
Evet, CHP ve yıllar içinde değişen ve gelişen siyaseti çok sorgulanası. Ecevit’inden Baykal’ına, bir misyon partisi olmaktan çıkıp birilerinin sırf nemalanmak için hiçbir gelişme gözetmeden bağnazca savunduğu ve altını boşalttığı ilkeler, eleştirilmesi gereken öncüller. Buna rağmen ya da her şeye rağmen CHP, benim gibi düşünen, zaman içinde umudunu kaybetmiş ve bunun sonucu yalnızlaşmış orta yaşlı “gençler” için bir tür sığınak. Kürt sorunu ise üniversite yıllarıma kadar sadece yakın çevremize giren ya da ilişkilenen insanların doğu kökenli vatandaşlar olarak tanımladıkları bir realiteydi. Zaman içinde DEP’li milletvekillerinden Kuzey Irak’ta Saddam sonrası gelişen yerel ve “yabancı” etkiler bizim, Kürtlere daha farklı gözlerle bakmamıza neden oldu. Köken olarak ayrıldığımız insanların bilinçli olarak eli silahlı birer caniye benzetilmesi,  akabinde diri diri yakılan genç öğretmenlerin haberleri, köylerinde dışkı yedirilen ya da zorla tahliye edilen insanların kayıplarından önce gelecekti.
 
Benim dönüşümüm, İstanbul’dan daha doğrusu evden kaçmak, sarı tuğlalı yola baş koymakla oldu. Vardığım yer gökkuşağının üzerinde bir ülke yerine Orta Anadolu’nun tam ortasındaki bir bozkır olmasına rağmen iki senemi geçirdiğim yükseköğrenim hayatım, bana akademik bilgiden çok, Türkiye gerçeğine dokunan reel bilgileri sağlayan insanlarla karşılaşmamı sağlayacaktı. Bu sadece dış değil, içsel açılma sürecimi de beraberinde getirdi. Evet, artık Kansas’ta değildim fakat orası da bir Oz değildi. Ama bulunduğum nokta tam da gökkuşağının üzeriydi. Ayağımda kırmızı yakut ayakkabılar yoktu. Onun yerine yeşil el yapımı botlarım olmuştu.
 
90’ların sonu belirsizlikler ve umutlarla doluyken 2000’ler öyle hızlı bir geçiş yaptı ki bugünün tabiriyle bir eksen kaymasından çok ülke bir eksene dönüşecekti. Apo’nun yakalanması, beynelmilel bir ekonomik krizin patlak vermesi ve bunun ortasında kamusal alana çıkan LGBT hareketi, aslında yeni olmayan ama ana akım Türkiye’sinde kulak ardı edilen şeyleri gündemleştirecekti. Kürtlerle barış sürecinden özerkliğe, yurtdışındaki eşcinsellerin evlilik haklarına dair her şey gündeme taşınıyordu. Bu süreçten kârlı çıkacak olan koca bir 90’lar siyasi cehenneminden hortlayacak yeni muhafazakâr liberallikti. O akımın lideri İstanbul’da egemenliğini kuralı yıllar olmuştu zaten. Ama bu yetmezdi ve tadına tüm ülke bakmalıydı. Dünya üzerinde savaş karşıtı yürüyüşler sonlanırken yerel barış için masaya oturuldu. Kara bir muhafazakârlığın gelişini belki çok iyi niyetli belki bilinçli olarak arkalarına alan “yetmez ama evetçi” elitler bu sürecin mimarı oldu. Bu, LGBT ve onun bileşenlerine duyduğum kişisel ve düşünsel bağımın çözüldüğü zamanlardı. Sadece star kaprisiyle açıklanması eksik ve yetersiz kalan duruşum, yaklaşan karanlığın batının kötü cadısından daha bet duyduğum bir kükürt kokusundan geliyordu.
 
Düşünsel çözülmenin getirdiği dağınıklık ruhsal çözülmeye götürdüğünde beni artık işler rayından çoktan çıkmıştı. Tam kendimi toplamalıyım derken ülkeyi delip geçen ekonomik teğet, AKP’li olmayan tüm “mançkin”leri* ezip geçecekti. Çalınan KPSS sorularının mağdurluğundan taşeronlaşmanın getirdiği köleliğe kadar iktidarın tüm zulümlerini deneyimlemiş biri olarak, Kürtlerin ve diğer ötekilerin markajda kalmalarını anlayamıyordum. Bu da gelişen tüm süreçlere antipatiyle bakmama neden oluyordu. Hâlbuki barış süreci anlamlıydı ama değneğin ucundaki anahtarın yanlış cadıda oluşu bir sorundu.
 
İçlerinde geçerli sebeplerle yakalanmış kişiler olsa da Balyoz operasyon sürecinin tüm askeri sivil erkânı Silivri’de toplanması aklıma, doğma büyüme canım Beşiktaş’ı terk etmek zorunda kalarak Büyükçekmece’ye sürgün misali yerleşmemi getirdi. Artık tüm CHP yandaşları aynı yerde konumlandırılıyordu. Yalnız onca asker yargılanırken yerli Pinochet’imizin neden yargılanmadığı, ölene kadar neden ona sıra gelmediği aklımda hep soru işareti olarak kalacaktı.
 
Gezi süreciyle beraber kurtarılmış bölge ilan edilen Beşiktaş, sokaklarında 70’li yılların San Fransisco’sunu andıran el ele korkusuzca yürüyen lezbiyen çiftleriyle terk edişime adeta nispet yapıyordu. Gezi, elimizde patlayan barış sürecini, üç çocuğun ve kutsal heteroseksüel ailenin ısıtılarak önümüze tüm cinsiyetçiliği ve ayrımcılığıyla gelmesini, ekonomik buhranın, intiharların, kadın cinayetlerinin bir ağacın çığlığıyla bizi birbirimize düşüren süreci sorgulamamıza, bizi gene bizle mutlak kılan yeni bir dünyanın mümkün olacağının habercisi oldu. Yankısı ta Antarktika’daki penguenlerin çiftleşmelerine kadar duyulacak koca bir alev topuna dönüştü. Yalnızlıklarımızın, çaresizliklerimizin bizi tekrar bir araya getirdiği yerde aslında neyin öncelik olduğunu hatırlamamıza vesile olacaktı, oldu da. İşte biz seçimlere böyle girdik, kutsanmış aile yapısının, Özgecan’ların, ekolojinin dayanılmaz savunuculuğunda ölen gezi çocuklarının, taşeronlaşmanın getirdiği bedelsiz ölümlerin, pervasızca talan edilen servetin infialiyle. Belki sırf bu yüzden seçim barajı sadece yıkılması gerek baraj değildi. Duvardaki sıradan bir tuğla misali değersizleştirilen kaderimizin yeniden çizilmesi için o duvara inen bir balyozdu. Benim gibi CHP’lilerin HDP’nin barajı aşamamış olsaydı dahi, seçimlerin gerçek galibi olarak onu benimsemesinde CHP’de eksik kalmış HDP birleştiriciliğinin, umut ve cesaretinin rolü büyüktü. 
 
*Oz Büyücüsü kitabında, kitabın kahramanı Dorothy’nin gökkuşağının üzerine geçtiğinde karşılaştığı cüce topluluk. 

Etiketler:
İstihdam