13/09/2010 | Yazar: Volkan Yılmaz

Kaos GL Dergisi, Mart-Nisan 2010 tarihli 111. Sayısında “dosya” konusu olarak “Yoksulluk”u tartışmaya açmıştı. 

Kaos GL Dergisi, Mart-Nisan 2010 tarihli 111. Sayısında “dosya” konusu olarak “Yoksulluk”u tartışmaya açmıştı. 

“Yoksulluk” başlıklı Kaos GL Dergisinin dosyasında yayınlanmış yazıların tamamını kaosgl.org okurları ile de buluşturmak için yayınlamaya başlıyoruz.
 
Tanıklık ve yorumlarınızla tartışmaya katkı sunabilirsiniz…
 
“Yoksulluğumuz/Yoksunluğumuz” başlıklı dosya sunuşunda, “KaosGL yoksulluk ile ilgili bir dosya yapmaya neden ihtiyaç duydu?” sorusuna cevap veriliyordu. Volkan Yılmaz’ın “Sosyal Vatandaşlık Etrafında İttifakın Olanakları Üzerine” başlıklı yazısı ile kaosgl.org’da yayınlamaya başladığımız “Yoksulluk” dosyasının sunuş yazısından işte bu sorunun cevabını da paylaşıyoruz.
 
Yoksulluğun LGBT Hal(ler)i
“Yoksulluk, maddi ve kültürel kaynaklardan yoksun kalındığını ifade eden bir durum ve/veya süreç olarak tanımlanabilir. Egemen iktisadî paradigma yoksulluğu, doğallığında/kendiliğinde oluşmuş yahut yoksulluk içinde bulunan bireyin özelliklerinden kaynaklanan bir durum ve süreç olarak kodlar. Oysaki yoksulluk, bir şeyin yokluğu, bir şeylerden yoksunluk ve yoksullaştırma kavramları üzerinden kavrandığında yoksulların, kendi varoluşunu belirleyebilme imkânına sahip özneler olmaktan uzak oldukları anlaşılır. Yoksulluğun bu tür kavranışı, bireyin içinde bulunduğu toplumsal formasyonun tarihsel gelişimini ve o formasyondaki üretim-bölüşüm ve tüketim ilişkilerinin tahlil edilmesini gerektirir (Akyüz, 2006). Burada uzun boylu bir tahlile girişmeden günümüz açısından bir değerlendirme yapmak gerekirse; kapitalizmin yeni bir evresini teşkil eden, neo-liberal politikaların yön verdiği küreselleşme süreci, var olan toplumsal yapıları hızla dönüştürerek, ‘yeni ekonomi’nin gereklerine göre biçimlendirmekte, bu sürece koşut olarak farklı görüngüleriyle yoksulluk giderek artan ve derinleşen bir dinamik olarak karşımıza çıkmaktadır (Turan, 2007). Bir başka ifadeyle küresel kapitalizm bir yandan bolluk yaratırken onunla eş zamanlı olarak yeni kıtlık biçimleri doğurmakta ve buna bağlı olarak sefaleti modernize etmektedir (Rahnema, 2009).”
 
Peki, yoksulluk bizi neden ilgilendiriyor?
“KaosGL yoksulluk ile ilgili bir dosya yapmaya neden ihtiyaç duydu? Yoksulluğu tüketim merkezli olarak tanımlayan kapitalist tüketim toplumu, LGBT bireyleri ‘varlıklı tüketiciler’den oluşan homojen bir topluluk olarak görme eğilimindedir. Buradan hareketle LGBT bireylerin nüfusun geri kalanına göre daha az yoksul olduğuna dair mit daimi surette beslenir. Hatta bu mit çoğu zaman muhalif siyaset icra ettiğini ileri süren yapılarda da kabul görür. Oysaki LGBT bireylerin büyük çoğunluğu ile kapitalizmin bir türevi olan ‘pembe ekonomi’nin yön verdiği yaşam tarzına sahip, sistem içerisinde yer tutmuş ve bizatihi sistem tarafından öne çıkarılan LGBT bireyler farklı sınıf konumlarını temsil ederler. Sınıf ayrımlarını görmezden gelerek ya da muğlâklaştırarak orta-üst ve üst sınıf LGBT bireyler tüm LGBT topluluğunu temsil eder nitelikte görmek LGBT bireylerin kapitalist toplum içerisinde ezilmesini, sömürülmesini ve yoksullaştırılmasını gizlemeye hizmet eder (Morgan). Dolayısıyla LGBT bireyleri küresel kapitalizmin yarattığı küresel yoksulluğun dışında düşünmek için herhangi sebep yoktur. Bu nedenle Kaos GL’nin bu sayısında yoksulluk ve yoksulluğun LGBT hallerini irdelemeye çalıştık.”
 



Volkan Yılmaz*
,

yoksulluğun ve ötekiliğin yani farklı türden eşitsizliklerin tekil hayatlarda üst üste gelmesi gerçeğinden hareketle halk mefhumunun içinde eşcinsellerin de mevcut olduğunu göz ardı etmeyen bir ‘sosyal vatandaşlık’ savunusu etrafında Türkiye’de güçlü bir siyasal ittifak inşasının olabilirliği üzerinde duruyor.
 
Sosyal Vatandaşlık Etrafında İttifakın Olanakları Üzerine
 
Geniş kitlelere yoksulluk getiren kapitalizm ve şiddeti sıradanlaştıran her türlü öteki düşmanlığı, birbirlerinden görece bağımsız ama birbirleriyle sıkıca ilişkilenebilen güç eşitsizliklerine işaret ediyorlar. Bu iki eşitsizlik biçimini analitik olarak birbirinden ayrı tutmak bizlere hem yoksulların etnisite, inanç, cinsiyet ve cinsel yönelim temelli farklılıklarından bağımsız olarak yoksul olmalarını bir eşitsizlik meselesi olarak gündeme getirme imkânı veriyor, hem de diğer tüm aidiyetlerinden bağımsız olarak eşcinsellerin toplumun eşit birer ferdi olarak yaşamlarını sürdüremiyor olmalarına dikkat çekmemize olanak sağlıyor. Dolayısıyla bu iki tür eşitsizliği analitik olarak birbirlerinden ayrıştırmak hem her türlü indirgemeciliği önlüyor, hem de önemli siyasi ittifak imkânları açıyor. Fakat kimi zaman yoksulluğun ve öteki düşmanlığının birbirlerinden ayrıştırılması, ikisinin birbirlerini nasıl beslediklerini görmemizin önünde bir engele de dönüşebiliyor. Analitik ayrımlarımızı bir anlık bir kenara bırakıp, yaşamın kendisine bakmayı unuttuğumuzda hem yoksulluğun hem de ötekiliğin bazı insanların yaşamlarında nasıl birleşip tek bir vücuda bürünebildiğini gözden kaçırabiliyoruz. İşte bu noktada, “yoksul” olana aşktan ve cinsellikten, “eşcinsel” olana da temel ihtiyaçlardan arınmış olmayı atfetmeye başlıyoruz. Yoksulu Kemalettin Tuğcu romanlarında, eşcinseli de Brokeback Dağları’nda aramaya koyuluyoruz. Hâlbuki farklı türden eşitsizliklerin tekil hayatlarda üst üste gelmesi hayatın bir gerçeği.
 
Dünyanın hemen her yerinde, eşitsizliklerin bu iç içe geçmişliğini dert ederek topyekûn bir eşitlik siyasetini ancak ne yazık ki bir avuç insan sahiplenebiliyor. Süreç genelde şöyle işliyor: Yıldırım Türker’in “Türkiye’de Eşcinsel Olmak” adlı yazısında sözünü ettiği gibi, önce aynı dertten insanlar biraraya geliyorlar ve güçleniyorlar. Yan yana gelen bu insanlar ardından müttefikler bulmaya başlıyorlar. Çoğu zaman müttefiklerle birarada durabilmek de yazının başında bahsettiğim, analitik ayrımlarımızı geri çağırmamızı gerektirebiliyor. Kimlerle, hangi konuda, nereye kadar ve nasıl yanyana durulacağı konusunda bu analitik ayrım siyaseten önemli olanaklar sunuyor. Bu yazıda da ben, böylesi bir müttefiklik alanı sağlayabilecek bir “sosyal vatandaşlık” çerçevesine dikkat çekmek istiyorum.
 
“Sosyal vatandaşlık” ideali, sınıf temelli eşitsizliklerin insan yaşamı üzerindeki olumsuz etkilerini eşit vatandaşlık statüsü üzerinden asgari düzeye çekme hedefiyle ortaya atıldı. Bu idealin farklı biçimlerde somutlaştırılmaya çalışıldığı Avrupa refah devletleri deneyimlerinden geçen, başta feminist hareket olmak üzere kimlik hareketleri ise belirli eleştiriler dillendirdiler. Bu eleştiriler dâhilinde, vatandaşlık statüsünün tek tipleştirici uygulamaları beraberinde getirdiği ve özgürlüğün sınırlarının devlete devredilemeyeceği seslendirildi. Bu haklı karşı çıkışlarla birlikte, Avrupa’da sosyal vatandaşlık idealinin kendisi de önemli bir dönüşüm geçirdi. Her ne kadar bu tartışma bitmemiş olsa da, Avrupa düzeyinde artık sosyal vatandaşlığın bütün farklılıklarıyla toplumun tüm fertlerine hizmet etmesine dair iyi kötü bir toplumsal kanı da yaratıldı. Tabii Avrupa’da da devletin sosyal politikalarının özel hayata müdahale edecek bir biçimde uygulanıp uygulanmadığı, aileyi mi bireyi mi esas aldığı gibi meseleler henüz daha çok yol kat edilmesi gereken önemli mücadele alanları olarak ortaya çıkıyorlar. Dolayısıyla ben de burada sosyal vatandaşlığı gündeme getirirken, LGBTT Hakları Platformu’nun vurguladığı gibi “halk dediğimiz bütünün içinde her kültürden işçi, memur, ev kadını, esnaf eşcinselin de olduğunu” gözardı etmeyen bir sosyal vatandaşlıktan söz ediyorum. Bu idealin böylece kendiliğinden vücut bulmayacak olsa dahi, bir ideal olarak korunmasının ve hak mücadelesi içerisinde hedeflenmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Sosyal vatandaşlığın ilk elde evrenselci sosyal politikalar ile kurulmaya başlanabileceğini ve bu politikaların tüm yoksulların olduğu gibi yoksul LGBTT bireylerin durumlarında da iyileşme yaratacağını savunuyorum.
 
Türkiye’de bu çerçevenin sağlaması mümkün olmasa da, Türkiye gibi güvenlik alanında güçlü, sosyal politika alanında güçsüz olan ABD’ye bakmanın, Türkiye’yi düşünmek için de faydalı bir referans olabileceğine inanıyorum. ABD’de LGB bireylerin yoksulluk durumunu inceleyen “LGB Topluluğunda Yoksulluk” adlı rapor Kaliforniya Üniversitesi Hukuk Okulu Williams Enstitüsü tarafından 2009 yılında yayınladı. Bu rapora göre, LGB bireyler ve aileleri arasında gelir yoksulluğu oranının, heteroseksüel bireyler ve aileleri arasındaki oran ile hemen hemen aynı olduğu ortaya çıkıyor (Albelda vd., 2009). Dolayısıyla, eşcinseller içinde yaşadıkları toplumdan daha zengin ya da daha yoksul değiller. Eşcinseller içerisinde ise kadınların, Afrika kökenli Amerikalıların ve kırsal bölgede ikamet edenlerin daha yoksul oldukları görülüyor. Özellikle kadınların aile kurarak ve eşleri üzerinden maddi refah elde etmeleri beklenirken, evlenmeyen lezbiyenler (ya da heteroseksüel kadınlar) toplumun geri kalanına oranla yoksullaşıyorlar. Yaşlandıkça ise, yoksullukları gittikçe kronik bir hal alıyor. Başka bir deyişle, gelir yoksulluğu açısından ABD’de eşcinseller ABD toplumunun hemen tüm özelliklerini aynen yansıtıyorlar. Bu nedenle, adı geçen rapor tüm yoksulları olumlu etkileyen evrenselci sosyal politikaların yoksul eşcinsel bireyleri ve ailelerini de olumlu etkilediğine vurgu yapıyor. Yani asgari ücret ya da asgari gelir desteği gibi sosyal politikalar toplumun tümünde olduğu gibi yoksul LGB bireylerin gelirlerinde de iyileşme yaratıyor.
 
Tabi ki yoksulluk yalnızca gelir ile ilgili bir mesele değil. İş bulabilmeyle, eğitime erişimle, sağlık hizmetlerine ulaşabilmeyle, başını sokabilecek bir barınma imkânının olmasıyla da yakından ilgili (Buğra, 2005). Bu açıdan Williams Enstitüsü’nün raporu, LGB bireylerin kendi ailelerinden, heteroseksüel bireylere oranla çok daha kısıtlı oranda maddi destek alabiliyor olduklarını belirtiyor. Dolayısıyla (özellikle açık) LGBTT bireyler çalışarak geçinmeye herkesten daha fazla bağımlılar. Belki de bu nedenle çalışma hayatındaki eşitsizlikler üzerine düşünmek ve bu eşitsizliklerle mücadele etmek dünyanın birçok yerinde işçi sendikaları ile eşcinsel örgütlerini biraraya getirdi. Bu noktada, KAOS GL’nin ibreyi çalışma yaşamına ve işçi sendikalarına çevirmiş olması çok önemli bir adım. Çalışma yaşamına ek olarak, barınma ve sosyal hizmetler gibi sosyal politikanın her alanı üzerine düşünmeye de ihtiyaç var. Örneğin, ABD’de genç eşcinseller arasında aileleri ile sorun yaşadığı için evden atılan bireylerin sayısı hayli yüksek olduğu ve evsiz gençlerin neredeyse yüzde 40’ının LGBTT gençlerden oluştuğunu görülüyor (Ray, 2006). Dolayısıyla, örneğin gençlik politikalarının yani gençlerin bağımsız yaşamasına olanak sağlayabilecek evrenselci sosyal politikaların yoksul LGBTT gençler için olumlu sonuçlar getireceğini tahmin edebiliriz.
 
Hak temelli bir sosyal politika etrafında oluşabilecek bir ittifakın örneğini Avrupa’da görüyoruz. 2010 Avrupa Yoksullukla ve Sosyal Dışlanma ile Mücadele Yılı kapsamında içerisinde Uluslararası LGBTT Derneği-Avrupa’nın (ILGA-Europe’un) da bulunduğu Avrupa Yoksullukla Mücadele Ağı (EAPN) adlı bu ittifak, Avrupa Birliği üye ülkelerinin tüm ilgili bakanlarına hitaben bir mektup kaleme aldı. Bu mektupta EAPN üyeleri Avrupa’daki siyasi iradeyi yoksulluk ve sosyal dışlanmanın yapısal sorunlar olduğunu tanınmaya ve bu yapısal sorunlarla kapsamlı bir biçimde mücadele etmeye çağırdılar. Ayrıca temel gelir düzeylerinin insani seviyelere çekilmesini, evsizliğin ortadan kaldırılmasını, AB fonlarının kapsamlı bir yoksullukla ve sosyal dışlanmayla mücadele politikasının oluşturulması için kullanılmasını önerdiler. Türkiye’de böylesi bir sosyal vatandaşlık savunusu etrafında güçlü bir siyasi bir ittifak kurmanın kolay olmadığı ortada fakat imkânsız değil. Bu tür ittifakın başarısı ise, olası müttefiklerin başarısı ile de yakından bağlantılı. Örneğin asgari ücrette işçilerle, asgari gelir desteği/vatandaşlık gelirinde bunu dert edinen siyasi partilerle ve sendikalarla, özel hayatın dokunulmazlığı savunusunda kadınlarla, bağımsız yaşam taleplerinde engellilerle yan yana durmak mümkün. Birçok alanda bir anda hak mücadelesi gerçekleştirmeyi, birçok grupla omuz omuza durmayı ve aynı anda resmin bütününü kaçırmamayı başarmak hayli güç olsa da, ancak bu tür yanyanalıklarla örülebilecek bir sosyal vatandaşlık ile tüm toplumsal kesimleri olduğu gibi LGBTT bireyleri de yoksulluğa ve sosyal dışlanmaya mahkûm etmeyecek bir toplum yaratabilme ihtimali mevcut görünüyor.
 
*Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu
 
KAYNAKÇA 
Albelda, R., Badgett, L. M. V., Schneebaum, A., Gates, G. (2009) “Poverty in the Lesbian, Gay and Bisexual Community,” California Center for Population Research-Online Working Paper Series, University of California-Los Angeles: The Williams Institute.
Buğra, A. (2005) Yoksulluk ve Sosyal Haklar, Sivil Toplum Geliştirme Merkezi. Online erişim:<http://www.stgm.org.tr/docs/1207303932Yoksulluk%20ve%20Sosyal%20Haklar-Ayse%20Bugra.pdf>
LGBTT Hakları Platformu. (2010) Hasta Tutsaklara Özgürlük Platformuna Dair LGBTT Hakları Platformu Açıklaması, 8 Ocak. Online erişim: <http://www.lambdaistanbul.org/php/main.php?menuID=5&altMenuID=5&icerikID=8257>
Ray, N. (2006) Lesbian, Gay, Bisexual and Transgender Youth: An epidemic of homelessness. New York: National Gay and Lesbian Task Force Policy Institute and the National Coalition for the Homeless. Online erişim: <http://www.thetaskforce.org/downloads/HomelessYouth.pdf>
Türker, Y. (2009) “Türkiye’de Eşcinsel Olmak”, KAOS-GL, 104, Online erişim:
< http://www.kaosgl.com/content/turkiye%E2%80%99de-escinsel-olmak>
 
İlgili bağlantı:
Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Ayşe Buğra ile söyleşi


Etiketler: yaşam
İstihdam