10/03/2009 | Yazar: Murad Esin

‘Hani benim sevincim nerde Bilyelerim, topacım Kiraz ağacında yırtılan gömleğim Çaldılar çocukluğumu habersiz. Penceresiz kaldım anne

‘Hani benim sevincim nerde
Bilyelerim, topacım
Kiraz ağacında yırtılan gömleğim
Çaldılar çocukluğumu habersiz.
Penceresiz kaldım anne
Uçurtmam tel örgülere takıldı
Hani benim gençliğim nerde.’

Şarkısı ile tanımıştık O’nu . Ahmet Kaya’nın Kasım 1987 tarihinde çıkardığı "Yorgun Demokrat" adlı kasetinin ilk parçası olan "Hani Benim Gençliğim Nerde" ve bu şarkıyla birlikte onlarca Ahmet Kaya parçasının sözleriyle bir daha unutmayacaktık O’nu.
 
Geçen hafta Yusuf Hayaloğlu’nu kaybettik. Ben ölüm haberini sabah Türkiye'den haberleri okurken gördüm. Bir yıldız kaymıştı. Yusuf’un şiirleriyle ilk tanışıklığım çocukluğuma gider. 1987 yılında Ahmet Kaya’nın "Yorgun Demokrat" albümündeki şarkıları büyük halamın çiftliğinde ilk defa dinleyişimi hiç unutamam. Yusuf'un dizelerinde 1970-1980 arasında yaşanan olaylarda kaybolan hayatlar, yitirilen sevdalar, evlatsız kalan annelerin hayat hikayeleri vardır. Ahmet Kaya - Yusuf Hayaloğlu çalışmaları Anadolu coğrafyasında yaşayan ve 1970’lerden gelmiş sağcı solcu farketmeden tüm kesimler tarafından dinlenen çalışmalardı. İnsanlar Yusuf’un dizelerinde ve Ahmet Kaya’nın sesinde 1970'lerde çektikleri acıları buluyorlardı. 1980 sonrası yaşadıkları unutulmuşlukları, hapisleri, sürgünleri ve analar gencecik çocuklarını idam sehpalarında yitirişlerini! Ve Ayşe Şen’in "Başarılı Yaşam Öyküleri" kitabından Yusuf Hayaloğlu’nun kendi hayat hikayesini anlatışı. Doğduğu, yaşadığı toprakların bir özeti olan, Tunceli’de başlayan bir ailenin dramatik yaşamında Erzincan, Kemaliye’de doğan bir sevda çiçeğiydi Yusuf. Kemaliye’nin yüzlerce yıllık konaklarında ve bir o kadar eski taş döşeli yollarında şekillenen bir sevginin hikayesiydi. Anadoluydu O! 1970'lerin kan ve gözyaşı ile örülü yıllarında yetişen biri olarak 1980 darbesinin hapse göderdiklerindendi. Yorgun bir demokrattı belkide. Şiirlerinde ayrılık ve acılardan söz etti. Acı çekmeyi benimseyen bir özlemin feryadı olarak acılara tutunarak yaşayan bir neslin örneğiydi. 1970 kuşağı bir bir terk ediyor bizleri. 1970'leri yaşayıpta hayata acılarla tutunarak bakan çok azdır sanırım. Hemen her ailede bir 70'lerin darbesi vardır. Hayaloğlu bu darbelerden gelmişti.
1980 darbesi dedik yukarıda. Bir toplum düşünün hayatı askeri müdahelelerin arasında sıkışıp kalsın, bir toplum düşünün tarih kitaplarında darbeden once ve sonra olarak geçmişi yazılsın. Ve bir toplum ki binlerce yıllık hoşgörüyle dolu geçmişini silip atsın ve kanla, ve gözyaşı ile anılsın.

‘Kemaliye'liler tümüyle Türk ve sünni olmalarına rağmen, bizim Zaza ve Alevi kökenli oluşumuzu hiç yadırgamayıp sevgiyle, hoşgörüyle bağırlarına basmış; birlikte barış içinde yaşamanın güzelliklerini öğretmiştir. Yaşamım boyunca bütün şoven anlayışlara uzak durup ayrım gözetmeksizin herkesi kucaklayan engin bir hümanizmaya ve tasavvufi bir düşünceye sahip oluşumun kaynağı da buradadır.’
 
Yaşadığı çocukluğu böyle anlatıyor. Sonra gençlik yıllarından söz ederken; ‘Askerlik sonrası bir süre daha gazetecilik yaptım, bir çocuğum daha oldu fakat mutsuzdum alabildiğine.. Elazığ bana dar geliyordu; mecburiyet caddesinde o dostça selamlaşmalar, yerini kuşkulu ve düşmanca bakışmalara bırakmıştı. Tunceli kökenli Aleviler baskı ve horlanmalar sonucu kentin dış mahallelerine çekilmek zorunda kalmıştı. Ben Kemaliye'nin kucaklayan kollarında doğmuştum; bu reddeden ve geri iten tutuculuk beni yeniden savunma mevzilerine sokabilir ve savaş baltamı yeniden çıkartabilirdi. Oysa ben, tek silahı sanat olan bir iyilik savaşçısıydım. Üstelik Elazığ'da deniz de yoktu ve ben denizi görmeden asla yaşayamazdım.’ Derken toplumun nasıl değiştiğini 1970’lerin o karanlık ortamının bir resmini çiziyordu. Sonra Ahmet Kaya’ya karşı yürütülen linç kampanyası ve sonunda Kaya’nın ülkeyi terk edişi ve Yusuf ‘ un hayatında ‘altıncı dönüm noktam’ olarak adlandıracağı kendi sesi ile okuduğu bir şiir kasedi ve kendi şiirlerini topladığı bir şiir kitabı ile devam edecek bir tek silahı olan sanatı ile yaşama tutunma savaşı.
 
Yusuf Hayaloğlu’nu kaybettik. Sanatla yürütülen savaş bir erini daha kaybetti. Hoşgörü ve anlayışın egemen olduğu sevgi ve kardeşlikle şekillenen insan davranışlarının örnek alındığı bir dünya için yeni Yusuflar olacak mıdır? Bilinmez. Umulur ki ola! Umulur ki Yusuf’un yetiştiği topraklarda egemen olan hoşgörü ortamı tekrarlana.

Yusuf’u uğurlarken O’nun yetiştiği ve gençlik yıllarını geçirdiği Harput yöresinde söylenen ve bu bölgedeki höşgörünün bir zamanlar ne denli fazla olduğunun bir göstergesi olan Ben Şehidi Badeyem adlı gazel ile bitireceğim. Bu gazel Elazığ, Erzincan ve Tunceli yörelerinde uzun hava (maya) olarak okunur. Bir şarap şiiri olarakta adlandırlabilir. 1807 – 1869 yılları arasında Harput'ta yaşamış bir divan şairi olan Rıfat Dede’ye aittir.

Umulur ki 21. yy'da herhangi bir İslam ülkesinde bu gazel benzeri bir gazel yazılabilsin ve türkü diye okusun.
 
Ben şehid-i badeyem dostlar demim yad eyleyin
Türbemi meyhane enkazile bünyad eyleyin
Gaslolunmaz ma ile gerçi şahidanı vega
Yıkayın meyle beni bir mezheb icad eyleyin
Kabrime kandil için bir köhne sağer vakfeyleyin
Şu'le - i nar - ı arakle ruhumu şad eyleyin
Neyle meyle bir alay mahbub ile her dem gelin
Bezm - i cem ayinini kabrimde mutad eyleyin
Yadigar olsun bu nazmım evliyayı sağere
Per açıp gitti Rıfat ardınca feryad eyleyin

‘Bir şarap şehidiyim, türbemi meyhanenin enkazı ile yapın. Cenazemi içki ile yıkayın, yeni bir mezheb icad edin. Mezarımın başına kandil yerine eskimiş bir kadeh dikin, onun şulesiyle ruhumu mutlu edin. Neyle ve içkiyle bir alay oluşturup her zaman gelin, cem ayinini mezarımda devamlı yapın. Bu şiirim hatıra olsun evliyanın kadehine, kendi başına giden Rıfat ardından feryad eyleyin!’


Etiketler: kültür sanat
nefret