16/02/2011 | Yazar: Emre Korlu

Küçük çocuk; küçük çocuk hadi kalk yerden. Ve inanma sana yakın olmak için... diye yaklaşanlara.

Küçük çocuk; küçük çocuk
hadi kalk yerden.
Ve inanma sana yakın olmak
için...
diye yaklaşanlara.

 
Bu şehir dün gece sağırdı. Pencereden öyle çok bağırdım ki bir duyan olmadı. Seni bıçaklıyorlardı; tırnaklarını parmaklarından ayırıp güzel ellerini çöpe attılar. Hükümete yetişemesem; ABD'ye nezaketi elden bırakmadan saniye saniye seni nasıl öldürdüklerini anlatacaktım ama ne yazık ki kısmet olmadı.

Bir hiyerarşisi vardı bu ülkenin sırayı düzeni bozmaya kimsenin gücü yetmezdi. Onlar gibi büyük insanlar küçük çocukların dilini koparır; konuşmasına fırsat vermezdi. Pencereden başımı uzatıp sesimin gidebileceği o son noktaya kadar haykırdım:
'Seni öldürüyorlar."
***
En son kimi öldürdünüz? Hafızanızı bir yoklayın lütfen! Ayrımcılığa göz yumduğunuz ve birilerinin 'sen'i olan insanların tırnaklarını parmaklarından ayırmayı lüks saydığınız o yıllara bir göz atın.
Yapın bunu!
Hiç unutmuyorum babamın tamir edemediği bir radyosu vardı. O zamanlar çok önemliydi bozulan bir şeyi, tamir etme içgüdüsü. Babamda gözlerini gözlüğünden yukarıda tutar ve büyük bir sükûnetle kucağına aldığı radyoyu tamire yeltenirdi ama ne yazık ki saatlerce uğraşı elden bırakmasa da o akşam ki; haberleri dinleyemez ve bir sonraki güne babamın radyoyu tamir etmesi için dua ederdik.

'Bugün de olmadı çocuklar... ' derdi babam. Kahrolduğunu gözlüklerinin ardında yüzümüze bakmakta zorlanan gözlerinden anlardık. Belki o zamanlar çok önemliydi bu. Çünkü bulunduğumuz mahallede herkesin bir radyosu vardı ve herkes akşam haberlerini pür dikkat dinleyebiliyordu. İki yıl öncesine gittiğimde babamın akciğer kanserine yenik düşmesinin ardından 5 ay geçmişken ve yatağının kenarında ona bakarken buluyorum kendimi:
'Su içer misin baba? Susadın mı? '
Kalkıyorum oturduğum hasır sandalyeden ve bir şırıngaya bardağın dibinde kalmış sudan birazını çekerek, şırınga ucunu babamın dudaklarına sürüyorum. Babam çok susamış.
***
En son kimi öldürdünüz? Sırf yönelimleri yüzünden kaç eşcinselin güzel ellerini kesip çöpe attınız. Oysa bir radyoyu tamir edememekten dolayı yüzümüze bakmakta zorlanan babam, kimsenin ellerini çöpe atmadı. Bir eşcinsel evlada sahip olmanın haklı gururuyla belki de son nefesinde beni yanında istedi. O zamanlar daha az insanla sevişip daha çok aşık oluyordum. Babam bu dünyayı terk etmeye hazır olduğunda beni yanında hissetsin istiyordum.

O son gün; yıllar önce tamir etmek için saatlerce uğraştığı radyosunu yanı başında onarmaya çalıştım. Babam belki de o gün, son kez akşam haberlerini dinleyebilecekti. Başında Kuran okumaya gelmiş kadını elinin tersiyle geri çeviren babama güzel haberler dinletmeliydim. Özgürlükten bahseden haberler... Ve belki de babam TRT radyosundan ilk kez eşcinsellere verilen insanlık haklarını dinlemeliydi. Öyle bir şey olmadı elbet. Radyoyu onarmayı başardığımda Zeki Müren o kadife sesiyle 'Gitme sana muhtacım' diyordu.
***
O gün biz babamızı kaybettik. Beyaz bir örtü örttüler üstüne. Onun da üzerine bir bıçak koydular. Cesedi şişmesin diye. Babam en çok benim insanca yaşamamı istiyordu. Dışlanmamamı ve yok sayılmamamı... 6 kardeşten ortancasıydım ve o; kardeşlerimden bahsederken her ne kadar onlardan uzakta yaşasam da beni hiç unutmadığını akrabalarımıza anlatırdı. Bunu kendi ağzından dinlemiştim.
***
Şimdi arkama baktığımda babamın hükümete söylemek istediği o son söz geliyor aklıma; bu kış kar yağacak mı?
 

Etiketler: yaşam
nefret