21/11/2014 | Yazar: Karin Karakaşlı

Sonrası mı? Yine sabah olacak besbelli. Kuşlar gelecek önce. Yağmuru emen yapraklar parlayacak.

Gecenin kör bir vakti.  Herkesin birbirine ya da karanlığa sığındığı zamanlardan biri. Sözün  hükmü, insanın birbirine güveni ve umudu pek kalmamışken ömrün Edip zamanı gelmiş sayılır bir kez daha. Susulan her şey, usul usul ona akıtılır.
 
Dağılmış Pazar yerlerine benzeyen memlekette insan başka ne eder ki?  Herkesin biraz var o kadar olduğu o çaresiz zamanlarda insan kime, neye sığınabilir ki? Sıkıntıgillerden biri olarak karşımıza geçip sorar şair bize: Bu dünya kaç boğumlu. Genzime kaçan hayal kırıklıklarını yutmaya çalışırım. Hepsi nefes boruma kaçar. Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmıştır bana. Sonsuzluk ve bir gün. Yılların rakamı bir çırpıda değişir de, o gün hiç geçmez, boğar beni girdabında.
 
Sanırım hiçbir şeyin öyle pek tamamlanmadığı bir çağda yaşıyordum. Ve bütün eksik kalmaların, sessiz ve ünü olmayan bir tanığıydım ben, demişti. Sanırım beni ancak o anlar şimdi. Dışardan yağmurun kırbaç sesleri şaklarken kaldırımlarda. Ve içerisi sokaktan daha sıcak, daha kuru değilken. Beklenecek bir sabah yokken. Ayakkabılar ayakta, kıyafetler üstteyken. Çiğ beyaz floresan ışığı altında çalışırken. Çok çirkin hissederken. Ve güzelliğin de hiç hükmü yokken.
 
Çaresiz yine ve bir tek ona sığınırsın. Suyun bir dakika durduğu, durunca boğulduğu bir yerdedir o. Bense kuyu derim hep kendiminkine. Nem sudan daha zalimdir, içe işler. Su ıslatır, nem ürpertir. Yoksunluk buz yakıcılığındadır. Tene yapışır, ruhtan azaltır. Dünyaya baktığım yol uzar. Oturduğum masalar belirsiz bir ufukta kaybolur. Karşımdaki, yanımdaki yöremdeki, çevremdeki insanlar sirk aynalarının önündeymiş gibi şekilden şekle, halden hale bürünür. Bir an için nasıl göründüğümü düşünürüm. Sonra derim ki kendime, aynaya ne hacet. Geç birinin karşısına, bak gözlerinin içine. Onu  nasıl gördüğünü farkettiği anda, sana seni yansıtır. Hakikatini en iyi gördüğün yer de birinin yalanıdır.
 
Ne edersin böyle sabaha vardırmayan gecelerde. Sevişmelerin, dua tesbihlerinin, cep telefonu oyunlarının, bilimum sitelerin, kitapların defterlerin, yemelerin içmelerin yetmediği gecelerde ne edersin kendini. Kalbim, sersemliğim benim,dersin. Kendin söyler, kendin dinlersin. Kimsenin cesareti, isteği, kuvveti yoktur bu kadar yakınına gelmeye, kalbini atışından bilmeye.
 
Sonra şaka gibi gök gürler. Kasılır kalırsın. Sığınırsın çatısına bu yok olmuş şehrin. Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibidir. Galata Kulesi’nde olduğunu hayal edersin. Şehrin çatısı orasıdır senin için. Kulenin tepesinde rüzgâr daha da soğuk eser ve yağmurda ıslanmış yüzyıllık taşlar ayaklarının altında kayar. Herkes bir nokta kadardır tepeden, İstanbul  desen ateşböceği misali ışıklardan ibaret. Cevabını beklemediğin soruları buradan haykırırsın:Tanrım! Neden herkes başka tarafa bakıyor/ Neden herkes başka biriydi.
 
Aşağıda şehirde ve gaddarlığından sebep çokça zaman memleketin hissedemediğin bu ülkenin her bir yerinde birileri ve bir şeyler mütemadiyen öldürülmektedir. Şair imdadına yetişir yine, sana seni anlatır: Sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan/Süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların. Hayatı kendinden müteşekkillerin ortasında neleri, kimleri dert edindiğini söylemeye gerek bile duymazsın. Seni kim anlasın, kim ne yapsın.
 
Derken kanı çekilmiş yüzümde sıcak bir çizgi belirir. Tuzunu yalarım gözyaşımın. İnsan bazan ağlamaz mı bakıp bakıp kendine. Ağlar tabii, ya ne yapacaktı. Kendi denizimin kıyısına çekilir de doğmak bilmez güneşin tül perdelerden süzülüşünü izlerim kum saati boyu akan zamanda. Gözlerimde hiç bitmeyen bir deli. Beklemeden dururum kendimin kuytusunda.
 
Ölüm en güzeldir bu saatlerde. Bir şeyden başka bir şeye geçişi müjdeler. Hiçbir şeyin hiçbir şeyliği gibi bir şeyken ağlayabilir olurum yeniden. Sonraki günlerde, sonraki gecelerde  tek kişilik cumhuriyetimde değil de kamuya açık yerlerde ağlarım hem de. Utanmanın bile ayıp kaçacağı bir sahicilikte. Ve o sesi işitirim kulağımın dibinde: Acımaktan bir zamansın ki bazan susarsın. Çocuklar büyükler gibi konuşur sefaletten.
 
Sonrası mı? Yine sabah olacak besbelli. Kuşlar gelecek önce. Yağmuru emen yapraklar parlayacak. Bulutların açıldığını görecek bu gözler. Az kalsın inanacak gibi olurum yokluğuna bir önceki gecenin. Cinnet tekil ve inkâra meyyaldir. Bense anlatamadığım şeylerin ıssız adasındayım ne zamandır. Yanımda üç değil, iki değil, tek bir şey bile götürmemişim. Bugün de ince, bugün de kırıldı kırılacak/Bugün de /Tam nerede kalmışsam. 

Etiketler:
İstihdam