09/10/2009 | Yazar: Deniz Deniz

Travesti ve transseksüeller, kendilerine reva görülen faşizan uygulamalar karşısında daha önce hiç olmadığı kadar yalnızlar, çaresizler ve kendi kaderlerine terk edilmiş durumdalar.

Travesti ve transseksüeller, kendilerine reva görülen faşizan uygulamalar karşısında daha önce hiç olmadığı kadar yalnızlar, çaresizler ve kendi kaderlerine terk edilmiş durumdalar. Hoş zaten hep kendi kaderlerine terk edilmemişler miydi? Ama bu sefer, ilk kez devlet kaderlerine de el attı. Tecrit ve imha. Devlet daha önce hiç olmadığı kadar kararlı görünüyor. Devleti yönetenler hiçbir yerde hiçbir şekilde travesti ve transseksüel görmek istemiyor. Çapkın en az İzmir'deki kadar kararlı. İstanbul travestilerden temizlenecek. O kadar. Sahi travesti dediği kir falan olmalı. Kim demiş farklı cinsel kimlikler, kim demiş farklı cinsel eğilimler. Zeki Müren mi? O hangi vicdanımız ola ki. Ya da hangi ikiyüzlülüğümüz.

Farklılıklarına, demokrasiye açılma kararı almış bir Türkiye, travesti ve transseksüellerine kapanma kararı almış görünüyor. Hem de ne kapanma.
 
Başbakan onca isim saydı farklılıklar adına, ama devlet millet el ele son yolculuğuna gönderilen Zeki Müren’i sahi neden anmadı? O bir renk değil miydi? O’nun her yönüyle gerçekten barışılmış mıydı? Bu devletin bu toplumun barışması en hayati derecede olan bir rengi üstünde taşımıyor muydu? Ama Başbakan o rengi anmadı, ikiyüzlülerin ülkesinin ikiyüzlü siyaseti adına bile olsa. Yoksa başbakanın o güzel ağzı maazallah kirlenir miydi ansaydı. Öyle ya temizlenesi, süpürülesi travestilerden ne farkı var Zeki Müren'in.
 
İşte bu derece dışlanan travestiler direniyorlar, direnmeye çalışıyorlar. Boşuna bir musibet bin nasihatten evladır dememişler. İlk kez yürümeyi, ilk kez kenetlenmeyi, ilk kez ses çıkarmayı öğreniyorlar. Ülker, Hortum Süleyman geride kaldı diyenler yanılmıştı. Türkiye'nin Stonewoll’u aslında ya hep yaşanmıştı ya da daha hiç yaşanmamıştı. Yaşanacak. Öyle görünüyor. İlk kez 100’ü aşkın tt İstanbul’da buluştu, slogan attı, yürüdü. Ama yalnızdılar. LGB arkadaşlarının onları yalnız bırakması en acısıydı. Ve de en anlaşılmazı. Buna karşın gökkuşağı onları selamladı. İster ilahi adalet deyin ister doğanın bir jesti. Ama apaçık gökkuşağı açtı. O anki sevinç görülmeye değerdi. Ama ne var ki göklerde açan o kuşağın renkleri aşağıda eksikti. Hem de ne eksik.
 
Peki tt’ler direnirken, direnmeye çalışırken, lgb’ler ne mi yapıyor dersiniz ? Acı ama gerçek. Fantezi! Hayır hayır, şaka falan değil, gerçekten şu sıralar basında fantezi düzeyinde eşcinsel yargılar dolaşıyor. Kimi çok okunan basın aracılığıyla eşcinsel nüfus tespiti yapmakla, kimi herkesin az biraz eşcinsel hayaller kurduğunu anlatmakla meşgul. Alın size Ahmet Tulgar. Ayşe Arman'a verdiği röportajda "her erkek bir başka erkekle sevişmenin nasıl olduğunu merak eder" demiş. Tam da tt’lerin dışarıda havanın, özgürlüğün nasıl olduğunu merak ettiği bir dönemde. Çünkü hepsi gece gündüz eve hapsedilmiş durumda. Polise yakalanmadan markete kuaföre, gidebilene aşk olsun.
 
Tulgar'ın yaptığı homoseksizm değil de nedir? Gerçekten anlayamıyorum bu tür genellemeleri nasıl yaparlar. Ahmet Tulgar'ın keşke hayatında bir günlük olsun "kadın" olma şansı olsaydı. Daha doğrusu kadından tek farkı penisi olan bir travesti olabilseydi. Sonra da şöyle erkeklerin arasında dolansaydı. Onu kadın olarak görüp, o haline kanıp sonra da gerçeği öğrenince ondan uzaklaşan erkeklere şahit olabilseydi. Acaba gene böyle düşünür müydü? Her erkekte az biraz homoseksüellik var saçmalamalarından ne zaman kurtulacağız. Hiç kimse kusura bakmasın, erkeklerin büyük çoğunlu "hâlâ" heteroseksüel ve hiçbirinin bir başka hemcinsiyle sevişmenin nasıl olduğunu merak ettiğini sanmıyorum. Peki bu abuk sabuk yargıların nedeni ne acaba. Bence şu: Türk edebiyatında kalem oynatan bazı "gey" kimlikli edebiyatçılarımız, erkek denilen varlığı seks yaptıkları partnerlerinden ibaret sayıyor.
Ve sonuçta ortaya böyle inanılmaz katliam derecesinde genellemeler çıkıyor. Tulgar'dan çok daha ünlü bir başka edebiyatçımız da "varoş çocukları daha iyi sevişir" demişti, diyebilmişti. Yanılmıyorsam o da Ayşe Arman'a bunu demişti. Oysa dese ki "geylerle varoş çocukları daha iyi sevişir" belki daha doğrucu olurdu.

İşin daha vahim tarafı bazı kadın eşcinsel aktivistlerin bu konuya ilişkin ‘Lambdadostları’ e-grubuna attıkları maillerinde saklı. Onlar da "vay efendim neden erkeklerle sevişme merak ediliyor da kadınlarla edilmiyor" derdindeler. Gene kadın yokmuş. Hani Tulgar "her kadın bir başka kadınla sevişmeyi merak eder" dese hiç itirazları olmayacak. İtirazları bu alt yapısız palavradan öte genellemeye değil genelmenin öznesi olan "erkeğe... Hakikaten işimiz çok zor.
 
Allah var ne Tulgar ne de o kadın eşcinsel arkadaşlar bu konuda yalnız değil. Zekiye teyze de mesela bir erkekle kendi deyimiyle "bir teravizin" sevişmesini merak ediyor. Zekiye teyze bizim kızlardan birinin hacı komşusu. Geçen elinde çorap örmüğü ile gene aramıza teşrif etti de o merakını bir kez daha dile getirdi. "Ya siz nasıl yapıyorsunuz" dedi... Duyunca nasıl güldük anlatamam. Yani anlayacağınız hacı teyze de merak ediyor bizim sevişmelerimizi. Ancak o inanamadığı için merak ediyor. Yani demek istiyor ki zor olmuyor mu? Onun merakı bundan ibaret. Tulgar'ın anlatmak istediği de bu türden bir meraksa sorun yok. Ama ilk akla gelen anlamdaysa vay halimize.
 
Ne dedik bir musibet bin nasihatten evladır diye. Hakkaten öyle. GLB’lerin tt’lere yönelik bu zulüm karşısındaki anlaşılmaz kayıtsızlıkları için de bir musibet gerekiyormuş. Çünkü boşuna denmiyordu susma sustukça sıra sana gelecek diye. Devlet bizden başladı. Sustular, sıra onlara da geldi. İki büyük eşcinsel arkadaşlık portalı Gabile ve Hadigayri’ye kilit vuruldu. Bir erkeğin bir başka erkekle sevişmeye dair merakı devlet eliyle kursağında bırakıldı. Fanteziye kilit, yaşam hakkına vurulan prangadan daha değerli bulundu. GLB örgütler hemen ayağa kalktı.
 
Neden şimdi diye sormanın anlamı yok. Ayağa kalktılar mı, kalktılar. Siz ona bakın. 
 

Etiketler:
İstihdam