13/09/2011 | Yazar: KAOS GL

"Anayasaları yaşatan veya öldüren şey, içlerindeki kelimecikler değil, dışlarındaki hayattır."

12 Eylül 2010’da Ne Olmuştu? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Mümtaz Soysal 1962’de, ABD Anayasası’na dair ‘Federalistlerin Makalelerinden Seçmeler’i çevirir ve metnin başına bir giriş yazar. Şu basit cümle, herhalde bir anayasanın metni ile siyasal düzenin kendi dinamikleri arasındaki bağı anlatan en güzel ifadelerdendir: “Zaten, anayasaları yaşatan veya öldüren şey de, içlerindeki kelimecikler değil, dışlarındaki hayattır.” Metinler siyasi mücadele yaratır ve siz hangi sözcükleri tercih ederseniz edin, siyasal düzen yani “dışarıdaki hayat”ın gündemi başkaysa yaratılan ama sahip çıkılmayan yazının mürekkebi öylece kuruyup kalır. Anayasalardaki sözcükleri hem oluşturan hem de yorumlayarak yaşam veren, kendi dışındaki o hayattır. 

20 küsur madde değişti ama... 
12 Eylül 2010 günü, 1982 Anayasası’nda yapılan 17. değişiklik oylandı. Yüzde 60’a yakın evet oyu çıktı. Çok sayıda teknik ve yurttaşın anlamlandırması güç düzenleme, kendileriyle ilgisi olmayan bir propaganda sürecinde anlatıldı. AKP tam zora düşmüşken liberallerin sloganlarına sarıldı. Herkes birbirini küçümsedi. Kendi aklından başkasına tahammülü olmayan ama adetten olduğu üzere demokratlığı da kimselere yar etmeyen münevverler, birbirine düştü. Kürtler boykotçu ve mağdur olduğundan fazla ilişilmedi neyse ki. Onlara ilişmek, güzeli ve doğruyu öğretmek için yedi-sekiz ay geçmesi gerekti. Ama “hayır”cılara hakaret etmek serbestti. Ne Ergenekonculukları kaldı ne akılsızlıkları. Arato bile darbeciydi! Zavallı düşünür, Türklerle imtihanında neye uğradığını şaşırdı. Hayırcılar, günahların en büyüğünü işleyip CHP’nin kuyruğuna takılmıştı bir kere! Muhalifliklerini, “muhalefet partisine muhalefet” üzerinden inşa edenler için daha beteri olabilir mi? Oysa en önemli konu olan Kürt sorununa dair tek bir satır oynatılmamıştı (YSK kararlarından sonra daha iyi anlaşıldı). Ama ne gam! Cemaat lideri, ölülerin mezarlarından kalkıp evet oyu vermesini dilemişti bir kere! Peki AKP’nin olağanüstü bir başarıyla herkesi birbirine düşürdüğü bu oylama sonucunda kabul edilen değişiklikleri tam olarak hatırlayan var mı şu anda? Sözcüklerle dışarıdaki hayat birbiriyle örtüştü mü? 

20 küsur madde değiştirildi. CHP, ikisi dışında kabul ettiğini açıklamıştı ancak AKP bütün olarak halkoyuna sundu. Düzenlemelerin bir kısmı makyaj, bir kısmı yetersiz olmakla birlikte son derece yerinde, bir kısmı ise yargıyı dönüştürebilmek için gerekli koşulları sağlamaya yönelikti. Nitekim bu ayrım bir yıl içinde açığa çıktı. Örneğin 10. maddeye eklenen “olumlu ayrımcılık” hükümleri, 2004’te ilk kez düzenlenmiş ve altı yıl boyunca kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik bir adım atılmamıştı. Son bir yılda da atılmadı. Bir gün mutlaka mevzuat değişiklikleri yapılacaktır ama anayasaya sözcük eklendiği için değil, dışarıdaki hayat buna izin verdiğinden. Nitekim aynı maddeye şehit dul ve yetimleri için de ayrımcılık yapılabileceği eklenmişti ve geçtiğimiz günlerde bu konuda yasa hazırlığına girişildi. Anayasada yer aldığından değil, hayat izin verdiği için. Ombudsmanlık vs. gibi konularda herhalde birtakım yasal hazırlıklar yapılıyordur. Memurların grevsiz “sempatik” toplu sözleşmesi meselesine hiç girmeyelim. Çocuk hakları ve şiddetin önlenmesinde, değişikliğe dayanarak bazı yenilikler düşünülüyordur mutlaka. Askeri yargıya dair değişiklikler eksik ve olumluydu; sonuç alındı. Tüm değişikliklere değinmek gereksiz ancak üçü çok önemliydi. Anayasa Mahkemesi’nin yapısına dair değişiklik, eğer yeni üyelerin seçim yöntemi çoğulcu şekilde belirlenseydi olumlu kabul edilebilirdi. Fakat üyeler tanıtılmadan ve tanıdıklardan “kolayca” seçildi. Bireysel başvuru önümüzdeki yıl başlıyor, hayırlısı! HSYK için dile getirilen (ve niyet okuma olarak adlandırılan) kaygılar yanlış çıkmadı. Eleştirenler, özellikle seçimle gelecek 10 kişinin konumundan endişeliydi ve nitekim hepsi Bakanlık listesinden girdi. Orhan Gazi Ertekin’in yazdığı gibi, “Bakanlık eşeği aday gösterse oy verecek olanlar” vardı. Kararlar yargı denetime açılınca, örneğin Van savcısına yapılan haksızlık giderilebildi. Ancak başkanı Adalet Bakanı olan kurul, Deniz Feneri savcılarını bir anda değiştirmekten de geri durmadı. Bunun adına “egemenlerin hukuku değil, hukukun egemenliği” diyorlar. La havle! Sonuçta yargının ulusalcı kanadı, söz konusu değişikliklerle ve daire sayılarının artırılıp sınav/ staj yöntemleri de değiştirilerek etkisizleştirilirken, yeni ve hayli “huzur veren” bir yargı düzeni kurulmaya başlandı. Propagandası en etkili yapılan değişiklik ise Geçici 15. maddenin tümünün kaldırılarak 12 Eylül sorumlularının yargılanmalarının sağlanmasıydı. TBMM tutanaklarını okuyanlar “yargılanmayacaklarını” tahmin ediyordu. Üzerinden bir yıl geçti. 12 Haziran genel seçiminden üç-dört gün önce iki savcı, paşalarını ziyaret edip gösteri yaptı. Sonra unutuldu. Bilebildiğimiz kadarıyla henüz dışarıdalar. Oysa gazeteciler içeride. Muhtelif protestolarda yer alan, içlerinde öğrencilerimizin de olduğu gencecik insanlar da içeride. BDP’li yerel yöneticiler de içeride; tutuklular. Unutmadan, bir de 20. maddeye kişisel verilerin korunmasına dair bent eklenmişti. O maddenin başında “özel hayatın gizliliği” ifadesi var. Seçim gününden önce, muhalifler hakkında ortaya saçılan kasetler, örneğin İngiltere’de bir seçim esnasında çıksaydı ne olurdu acep? Ne saçma soru! 

Ne değişti? 
Maddeleri bir yana bırakalım, çoğu düzenlemenin etkisi kaçınılmaz şekilde zamana yayılacak. Evet oylarının bir kısmı açıkça “Kürt sorunu” ve “değişim” için moral destek değil miydi? Kürt sorununda çözümün bir ayağının yerelleşme olduğu herhalde herkesçe kabul edilebilir. Oysa bir yıl içinde AKP, hemen her konuda merkezileşme eğilimi sergiliyor. Üstelik bunu TBMM’yi dışlamaya çalışarak KHK’ler ile yapıyor. Tabii yeni bir anayasa hazırlanacağını da sık sık hatırlatarak. Peki, geçen yıl o kadar gürültü neden koptu? Neden herkes birbirine olmadık ithamlar yöneltti? Askerin malum suçlamalar nedeniyle sivil mahkemede yargılanması, HSYK’nin yönlendirilebilmesi veAKP’nin daha da kibirlenmesi dışında, değişikliğin hangi sonucu yaşandı? Geriye kalan 20 madde neden yaşamsaldı? Tüm o pespayelik ne için yaşandı? Başa dönelim: Anayasanın dışındaki hayat, sözcüklerin nefes almasını umursadı mı? 

Not: Irkçılık ve nefret suçlarıyla cebelleştikleri yetmezmiş gibiBDP’ye yöneltilen eleştiriler zaman zaman Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na hazır iddianame sunma şekline bürünebiliyor. Bu konularda yazıp çizen herkesi, bir parti kapatma davasında yer alan “iddianameyi” başından sonuna okumaya davet ediyorum. 

MURAT SEVİNÇ: Ankara Üni., SBF

Etiketler: insan hakları, sivil anayasa
nefret