18/06/2015 | Yazar: Yıldız Tar

Zafer Kılıç, +40 derece ateşle yanarken birtakım edepsiz sayıklamalarını okurla paylaşmaya hazırlanıyor.

+40Derece Edepsiz Sayıklamalar Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Alışıldık kalıpların yüceltildiği edebiyat atmosferinde, yerin altından yeni ve kışkırtıcı bir ses yükseliyor. Zafer Kılıç, +40 derece ateşle yanarken birtakım edepsiz sayıklamalarını okurla paylaşmaya hazırlanıyor.
 
Toplumda idealize edilene sıra dışı bir dille savaş açan, bazen mizahi sıklıkla kışkırtıcı bir üslupla aşk acısı, cinsellik ve vicdanı anlatan çiçeği burnunda şair Zafer Kılıç’ın ilk kitabı “+40Derece Edepsiz Sayıklamalar” LGBTİ Onur Haftası’nın başladığı gün, 22 Haziran’da "iki adam yayıncılık" etiketiyle internet üzerinden satışa çıkacak.
 
Tamamı alt metin çalışmalarına dayanan 97 şiir ve aforizmadan oluşan Edepsiz Sayıklamalar dört bölümden oluşuyor. “Yaşasın platonik aşkların onurlu mücadelesi” diyerek sözüne başlayan Kılıç sırasıyla, “Kendi kendine gaz veren adam”, “Çok safsın, keşke sevişsen”, ve “Başlığa gerek yok, konuyu biliyorsun Tanrım, amin…” diyor.
 
Az ve öz sözle kışkırtmayı ve baştan çıkarmayı hedefleyen, kendi deyimiyle “süzme piç, laf ebesi dallama” Zafer Kılıç ile kitabı henüz yayınlanmadan söyleştik. İlk kez KaosGL.org’a konuşan Kılıç; aşk, cinsellik, kimlikler, politika ve yer yer eşcinsel alt kültürü üzerine kitabını aratmayacak bir sertlikte fikirlerini paylaştı.
 
Kılıç ile sessiz bir yer bulma maceramız Galata’da bir çay ocağında sonlandı. Kılıç’a bir çay, bana bir limonata söylendi, ses kaydı başladı ve ortaya işte bu söyleşi çıktı:
 
Durup dururken nerden çıktı bu kitap?
 
Deneysel tarzda yazılmış bir şiir ve aforizma kitabı. Beş yıllık bir arka planı var. Beş yıl boyunca benim kendimi hayattan soyutlamam, modern kültürle olan çelişkilerim, modernizmin ve kapitalizmin küresel ahlakıyla didişmelerimin sonucunda peyderpey yazıldı. Birikmiş ve konjonktür gereği patlama ihtiyacı duymuş ve bu şekilde ortaya çıkmış bir şey.
 
Beş yıl bekleme süreci bir yandan da pişmesi için gerekliydi. Şiir ve aforizmaların birçoğu sosyal medyada beğeniye sunuldu. Kendi içinde bir deneme yanılma sürecine girdi ve o şekilde ortaya çıktı.
 
Bu kitapla ilgili kritik kelime sanırım; deneysel. Bizde yayıncılık pek deney kaldıran bir alan değil. Bir risk aldığını düşünüyor musun?
 
Ticari boyutunda değilseniz ve bir duyarlılığınız varsa bu bir risk değil. Kâr marjıyla bakmıyorsunuz, ticari bir beklentiniz yok. Sonuçta bir yaratım süreci ve eğer deney yoksa o yaratılış pasif kalır. Az önce bahsettiğim patlama anı ortaya çıkmaz. Deneme süreci benim için bir risk değil. Kesinlikle olması gereken bir şeydi. Her şiir ve aforizma için onlarca sayfa alt metin çalışması yaptım.
 
Kapitalizmin küresel ahlakı dedin ya, ne derdin var ahlakla?
 
Ahlakın kendisi güzel olabilir ama kapitalist ahlak güzel bir şey değil.
 
Neden?
 
Çünkü yozlaşmış bir ahlak. Türcü, ırkçı ve cinsiyetçi bir ahlak. Bu saydıklarımın hepsi beni rahatsız ediyor. Kategorilerin hiçbirine kendimi dahil edemiyorum ve ister istemez onlarla bir çatışma halinde oluyorum. Bu durum beni beş yıl boyunca yiyip bitirdim. Yazma ve patlama anı biraz da bu halden kurtulma gibi. Yazmasaydım herhalde intihar ederdim, diyorum. O bir dışavurumdu çünkü seni anlayacak insanlar yok çevrende. Herkes mekanik ilişkileniyor. “Merhaba, nasılsın” diyor ama içten bir şekilde sormuyor. Gerçekten nasıl olduğunla ilgilenmiyor. Orayla ilgili değil, başka şeylerle ilgili. Dolayısıyla iyice içe kapanıyorsun. Bu sefer nevrotik süreçler başlıyor. Sadece kendinle ya da toplumla hesaplaşma süreci değil. Aynı zamanda onu anlama süreci de. Bunu başaramasaydım, kitap çıkmayacaktı ortaya. Sorun var evet ama bir de bunu anlama kısmı olmalı. Bu noktada diyalektik düşünüş ve kuantum düşünüş tarz ve yöntemleri yardımcı oldu. Eğer onu keşfetmeseydim bu çelişkileri asla aşamazdım.
 
Kitabı incelediğimde birçok insanı olumlu anlamda irrite edecek, cesur denebilecek şeyler yazdığını fark ettim. Bir yandan bir yerlere göndermeler var sanki değil mi?
 
Şiirlerin tamamında bir yerlere göndermeler var. Bundan da rahatsız değilim. Hatta bazı yerlere oto sansür uyguladım. Gerçi seçimlerden sonra şimdi pişman da oldum oto sansüre ama…
 
Hedef gösterilmekten çekinerek bir sanatçı otosansür uyguluyor ancak Elazığ’da bir kız çocuğuna tüm köy tecavüz ediyor. Herkes bunu biliyor, kimse üzerine konuşmuyor. Bu durum hedef gösterilmiyor. Toplumsal ahlakın böyle işlediği bir yerde derdini nasıl anlatabilirsin?
 
“Çiftleşmiş Milletler” diye bir şiir var kitapta. Orada tam da bu meseleleri anlatmaya çalıştığım. Erkek egemen, şiddete dayalı ve üreme merkezli cinsellik anlayışından kurtularak bunu yapabiliriz.
 
Erkeğin normalleşmesi feminenleşmekten geçiyor. Kapitalizmin yarattığı kadın anlayışından, fiziksel yapıdan ve o davranış tarzından bahsetmiyorum. Cinsiyetler arası bir hal vardır. İnsanın cinsiyet olmazdan önceki insan olma haline dönmemiz gerekiyor. Oraya dönebilirsek üreme merkezli cinsellik anlayışından kurtulmuş oluruz.
 
Cinselliği belli bir kimliğe, kategoriye, cinsiyete indirgemeyelim. Cinsellik yaşamsal olarak bir araç. Bunu olabildiğince özgür yaşamamız gerekiyor.
 
Tek kelime cinsellikle ilgili tek cümle ne der Zafer Kılıç?
 
Tek cümleyle zor olur ama…
 
İki olsun o zaman maksat ayağın alışsın…
 
Benim için cinsellik canlılar için yaşamsal bir haz aracı. Üreme merkezin tam karşısında bir düşünce bu. Cinselliği üremek için kullanmıyorum. Bir haz aracı olarak kullanıyorum. Cinsellik aynı zamanda çok güçlü bir iletişim aracı. Biz toplum olarak göz göze gelemiyoruz, maço bir toplum olduğumuz için genel olarak başkasının gözüne bakmaktan, fiziksel ve manevî temas kurmaktan kaçınıyoruz. Bu da misyoner pozisyonuna kadar gidiyor.
 
Peki aşka gelirsek, genel ahlak anlayışı cinsellik ve aşk arasına bir ayrım koyuyor. Sence cinsellik ve aşk birbirinden ayrı şeyler mi?
 
Birbirinden ayrıştırmak sıkıntılı olur. Bağımsız olabildikleri hal de var, birlikte olduğu haller de var. İkisini de kutsamak ya da lanetlemek yerine anı yaşamak ve olduğu gibi ele almak gerekiyor. Biraz hedonist kalıyorum ben sanırım. Biriyle birlikte olmak için aşkı aramamak gerekiyor. Aşk el yordamıyla aranarak ortaya çıkacak bir şey değil ki. Olasılıklar evreninde her şey olasıdır. Fiziksel dünyayla temas ettiğimizde ise o olasılıklar çok aza iner. Ortaya her zaman bulunmayan ama tadından da yenmeyen şeyler çıkar. Onlardan bir tanesi de aşk. Hedonistim ama meseleye biraz da bilimsel yaklaşıyorum. Sadece itkilere hapsolup kalmak sosyal canlılar için mümkün değil.
 
Cinsellik üzerine düşünen, eyleyen insanlara kapitalizm karşıtları tarafından gelen bir eleştiri var. Tüketim kültürüne hapsolma, aşkı ve cinselliği metalaştırma eleştirisi. Tüketim kültürüne hapsolmak kötü bir şey mi?
 
Kötü bir şey. Mesela gey kültürü böyle bir şey. ABD’de de böyle oldu, Türkiye’de de olabilir. Gey barlar, gettolar… Ben bütün insanların cinselliği kategorize etmeden beraber yaşamalarından yanayım. Eşcinselsin, biseksüelsin, heteroseksüelsin demek bizi bölüyor, kutuplaştırıyor. 1970’lerden sonra ne olduysa birden kapitalizm eşcinselliği keşfetmeye başladı. Keşfetme nedeni tüketim nesnesi olarak görmesiydi. 1970’lere kadar hastalık olarak bakılan bir şey, tüketim nesnesi olmakla değişti. Cadı avları yapıldı, burjuva bilim hastalık dedi. Ne oldu da birden kapitalizm bunu keşfetti? Daha önceden eşcinselliğin hastalık olmadığını bilmiyor muydu? Biliyordu tabi ki. Ama henüz bir gey bilinci yaratılmamıştı ve ona yönelecek bir piyasa yoktu.
 
Küreselleşmiş kapitalist bir dünyada her şey öyle değil mi? Şu çay ocağında otururken bile çarkın bir parçası olmuyor muyuz?
 
Modern toplumlarda böyle ama modern olmayan toplumlarda değil. O yüzden bütün dünya böyle diye bakmamak lazım. Tüketim kültürünü modernizm yaratıyor. Ama nihayetinde dediğin gibi modern kültürde yaşıyoruz ve onun bir parçasıyız. Nasıl düzelir sorusunun karşılığı ise bence aşamalı devrim denilen hadise. Peyderpey sosyal demokrasi, radikal demokrasi ve sınıfsız kültür… Bu sürecin yüzyıllar boyu devam edeceği fikrindeyim.
 
Türkiye’de senin bahsettiğin anlamda bir gey kültürü var mı hakikaten? Gezi’den sonra ana akım medyada popüler gey imajları görmeye başladık. Bu durum iyi bir şey mi yoksa tehlikeleri var mı?
 
Doğru kanalize edilirse iyi bir şey. Sırtını çevirmiş penguen medyası, terörize ve marjinalize eden bir medya var. Yeni yeni yüzünü dönüyor. Kürtler meselesinde de böyle oldu şimdi LGBT’ler için de oluyor. Gerçi ben LGBT demeyi de sevmiyorum. Bence liberal bir kavram. Eşcinselin erkek ve kadın olanı için ayrı tanımlama çabamız var. Bu kadar çok kategorinin olduğu bir yerde birbirimizi anlayamayacağımızı düşünüyorum. Bunun yerine EBT denilebilir.
 
Ne fark etti bir harf azaltmaktan başka?
 
En azından cinsiyet vurgusunu ortadan kaldırmış oluyorsun ve cinsiyetçiliği ortadan kaldırıyorsun. İnsanlığın en büyük sorunlarından birisi bana kalırsa cinsiyetçiliktir ve LGBTİ’yi de kuşatmıştır bu anlamda. 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam