18/07/2008 | Yazar: Kaos GL

‘Bir zaman ne kadar kolaydı her şey. Sınırlar, yasaklar yoktu. Sevmek bağlı değildi hiçbir koşula.

‘Bir zaman ne kadar kolaydı her şey. Sınırlar, yasaklar yoktu. Sevmek bağlı değildi hiçbir koşula. Yanlış değildi ağaçlardan çaldıkları en güzel meyveleri birbirlerine vermeleri, her gece birlikte uyumak istemeleri. Çocuklardı ne de olsa. Kim ne diyebilirdi ki onlara?’ 3. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda ikinci seçilen öykü...

Rumuz: Poo

''3. KADIN KADINA ÖYKÜ YARIŞMASI – İkincilik Ödülü’ – 2008

Sen yapmayacaksında kim yapacak ahret çiçeğini. Gelin kızın ahreti kimse çiçeği de o yapar. İstanbul’da dura dura iyicene sosyetik olmuşsun sen. Unutmuşsun her şeyi.’

Gelin kızın ahreti… ne de çabuk geçiyordu zaman. Daha dün gibiydi, denizin taşlık kıyısında yalınayak koşturmaları, tarlalardan ayçiçeği toplayıp, kapının önünde çekirdek çıtlamaları. Şimdi taşlık değildi denizin kıyısı; doluşan yazlıkçılarla birlikte ayıklatılmıştı taşlar. Ayçiçeği tarlaları yok denilecek kadar azalmıştı; çekirdek üretmeye gerek yoktu para kazanmak için, tüm evler yazlıkçılara pansiyondu artık.

Ahreti Kiraz… Birlikte başlamışlardı ilkokula. Yağmurlu günlerde çamur savaşı yaptıkları, güneşli günlerde bahçelerden meyve çaldıkları okul yolu, şimdi asfalt olmuştu; yani yoktu artık yağmurlu günlerde çamur savaşı yapan kız çocukları. Hem sonunda anneden dayak yemek olmadıktan sonra tadı mı olurdu çamur savaşının? Artık her evde bir otomatik çamaşır makinası vardı. Her şey kirli sepetinden makinaya doğru bir el hareketi kadar kolaydı; hiçbir izin kaybolması mucize değildi.

Bir zaman ne kadar kolaydı her şey. Sınırlar, yasaklar yoktu. Sevmek bağlı değildi hiçbir koşula. Yanlış değildi ağaçlardan çaldıkları en güzel meyveleri birbirlerine vermeleri, her gece birlikte uyumak istemeleri. Çocuklardı ne de olsa. Kim ne diyebilirdi ki onlara?

Hangi ara ‘kocaman kız’ olduklarını hesaplamaya çalıştı Gönül. Hangi ara çamur savaşı yapmalarının ayıp karşılanmaya başladığını. Cevap bulamadı. Belki milat aramak doğru değildi her şeyde. Beki miladı yoktu bazı şeylerin.

‘Gidelim buralardan Gönül, gidelim. Kimsenin kadınlığı, erkekliği bilmediği bir yerlere gidelim.’ Yoktu ki öyle bir yer, yoktu ki. Bu dünyadan tek alabilecekleri asla çalınmayacak kapılardı; fazlasını vermezdi ki. Yalnızlık, sonu gelmeyen elim bir yalnızlık.

Büyümüşlerdi artık. ‘Kocaman kız’ olmuşlardı. Mecburdu yazlıkçı oğlanlarla gezmeye ‘liseli bir kız’ olarak. Ne diyordu annesi:

‘Sen bir misin Kiraz’larla. Liseye gidiyorsun sen. Hergün merkezdesin. Görgün, bilgin başka senin. Gezeceksin tabii İstanbul’lu oğlanlarla. Ne için gidiyorsun liseye? Kiraz gibi, Hasibe gibi burdan bir oğlanla mektuplaşıp sokakta davulla düğün etmek için mi? Senin düğünün otelde olacak, apartmanda oturacaksın sen, tatil için bile gelmeyeceksin buralara; Bodrum’a, Alanya’ya gideceksin tatil için.’

Bir akşam oturmaya gitmedi Gönül, Kiraz’ların çatısına, yazlıkçı bir oğlanla çarşıda gezdi. İşte o gece, yazlıkçı oğlanla gezmeden dönerken, yüzüne öyle bir baktı ki Kiraz; bir parçasını alıp içinden, yere atıp, paramparça etmişler gibi. Güzel kocaman gözlerinde kocaman bir acı. Acı? Acı nedir ki? Geçer. Biter. Dindirlir. Gözlerinde kocaman bir bitiş. Yokoluş. Hiçlik gözlerinde. Kiraz’ın gözlerinde artık kocaman bir hiçlik. Büyüdü Gönül. O an, bir daha asla çocuk olmamacasına büyüdü.

Güzel Kiraz. Tatlı Kiraz. En iyi arkadaşı Kiraz. Canı Kiraz. Artık imkansız kelimesinin karşılığı Kiraz.

Okuldan çıkınca Kiraz’ı görebilmek için eve kendini dar atan Gönül, seyrele seyrele bir zaman sonra, görmeye gitmez olmuştu onu; her görüşünde daha çok yanıyordu canı çünkü, daha büyük bir çıkmazı parçası, daha büyük bir boşluğun kaybolanı oluyordu yüzüne her baktığında. Kiraz da hiç çaba harcamıyordu Gönül’ü görebilmek için. Ola ki tesadüfen karşılaşırlarsa, ya bir yazmayı oyalarken, ya bir tenteyi işlerken buluyordu Kiraz’ı. Her geçen gün doğdu doğalı benzeşemediği kasabasına daha çok benziyor, yavaş yavaş onlardan biri haline geliyordu Kiraz. Kiraz onlara benzedikçe, Gönül’ün yabancılığı, küskünlüğü bir kat daha artıyordu hepsine. Bir zaman sonra olanlardan kurtulmaktan başka hiçbir şey düşünmez oldu. Bunun da tek yolu üniversiteye gitmekti. İstanbul’a.

Liseyi bitirdiği senenin yazıydı; yani kasabadaki son ayları. Birgün Kiraz giriverdi kapıdan elinde Gönül’ün çok sevdiği ıspanaklı böreklerle. Gideceksin biliyorum dedi. Gidince bir daha dönmezsin biliyorum. Bu dedi, bu bizim için son zaman. Bu doğruydu; şu birkaç ay bir arada geçirebilecekleri son zaman dilimiydi. Anlaştılar gözleriyle; ateşkes dediler. Tüm yaz bir saniye bile ayrılmadılar birbirlerinden. Tek bir söz bile etmediler bize dair. Tek bir söz bile etmeden anlaştılar; vazgeçeceklerdi. İleride hatırlayınca birbirlerini tebessüm edeceklerdi. Hem birinin yüzünde tebessüm olmakta o kadar fena bir şey değildi. Çok büyüktü bu dünya. Kocamandı; ve üzerinde milyonlarca insan vardı ki yüzünde bir tebessümü dahi yoktu. Onlar şanslılardı; şanslılardı ki birbirlerini bulmuşlardı.

Daha çok var derken, hiç gelmez zannederken, son gece gelip çatıverdi birgün. Yaradılışı bir tuhaftı Kiraz’ın; herkesin gözünden akan, kan olup burnundan akardı. Yalnız Gönül bilirdi bunu. Kiraz’ın burnundan akan kanlar içini sızım sızım sızlatıyordu Gönül’ün; ama yoktu yapacak bir şey, yoktu söylenecek tek bir söz. Bana ver dedi kanlı mendili. Hatıra olsun. Ömür boyu taşımak üzere soktu koynuna. Düşündü: Sarılsa Kiraz’a, dokunsa, öpse dudaklarından, sanki dinecekti acısı biraz, sanki alacaktı intikamını sevmeye koşullar koyan iğrenç dünyadan. Sana dokunsam dedi Gönül, seni koklasam. İstemem dedi Kiraz, istemem öyle ‘gönül’ avuntusu; ömür boyu bunu hatırlayıp avunmak istemem. Hem çok üzülmem bu hikaye böyle biterse; zaten hiç dokunmadım ki derim, zaten hiç gerçek olmadı ki derim. Dokunursan bana, izi kalır yapma. Hadi şimdi git. Koynunda yatmaya geldim diye yalan söylersin annene, hani gece kalacaktın Kiraz’da derse. Yarın gece geleceğim seni uğurlamaya.

Herkes vardı, bir tek Kiraz yoktu, Gönül kasabacak uğurlanırken. Görememişti işte son bir kez, görememişti Kiraz’ı. Yol boyu ağladı Gönül; neye ağladığını bilmeden, neye ağladığını düşünmek dahi istemeden ağladı. Gönül İstanbul’a varalı bir hafta olmamıştı ki birgün mektubu geldi Kiraz’ın.

‘Belki kızdın bana; ama gelemezdim seni uğurlamaya, yapamazdım bunu. Her filmin bir son sahnesi vardır bilirsin; seyirci o sahneyi görmeden bitmez film. Ve ben sana veda etmedikçe, son sahnesi çekilmiş olmayacak bizim hikayemizin; yani film henüz bitmedi. Ve sen birgün mutlaka geleceksin bana; en azından filmi bitirmek için geleceksin. Birgün döneceğini düşünmeden yaşamam olanaksız, anla beni; bırakta bu da benim ‘gönül’ avuntum olsun.’

...

Dokuz sene, dokuz koca sene sonra tekrar buralardaydı işte; hem de Kiraz’ın düğünü için. Çok zaman, çok zamanlar geçmişti o son geceden, çok insanlar, çok insansızlıklar. Sözleştikleri gibi kocaman bir tebessüm olmuştu Kiraz, Gönül’ün yüzünde. Önce özlemez olmuştu, sonra hiç yaşamamış gibi, derken birgün, kocaman bir tebessüm.

Şimdi görev Gönül’ü çağırıyordu; bu civarın gelmiş geçmiş en güzel ahret çiçeğini yapmalıydı. Önce bir asistan bulmalıydı kendine bu iş için. Annesini ünledi: ‘Anne bana Hasibe’yi bulsana’

- ‘Hasibe haftasonu köye gider, kaynanasına; ama belki düğün var diye gitmemiştir bu hafta.’ Evdeydi Hasibe düğün var diye nitekim. Boylu poslu, güzel Hasibe’ye acımasız davranmıştı zaman; eskiden kan fışkıran sağlıklı yüzüne, hastalıklı bir beyazlık gelmişti; ufalmış, minnacık kalmıştı. Beş çocuğu vardı, altıncının haberini geçen ay almıştı. Mutluyum allaha şükür diyordu, çok sevindim Kiraz’a, yazık kardeşlerinin çocuklarına nasıl bakardı gözleri dolu dolu. Gönül’ün annesi çıkıştı Hasibe’ye

- ‘İstese evlenirdi o, isteyeni olmadığından mı evlenmedi sanki; gönlü düşmedi kimseye ne yapsın?’

- ‘Gönül İstanbul gibi yerdeydi, gönlü düşmemiş kimseye varmamış, o olur da, köylük yer sayılır burası; her evlenen gönlü düştü diye mi evleniyor sanki. Yaşı gelen gider Emine abla.’

- ‘Yok yedirmem Kiraz’ın hakkını, hepinizden güzeldi Kiraz, hâlâ da güzeldir. İstanbul’dan bile olduydu isteyeni, ben şahidim.’

Yapma menekşeler, papatyalar buldurdu Gönül Hasibe’ye. Ne çok severdi Kiraz papatyaları. Bahar geldi mi okul yolu papatyalarla, menekşelerle bezenirdi. Sen papatya ol ben de menekşe olayım derdi Kiraz. İyi güzel, çiçekler bulunmuştuda, peki bu çiçekleri nerede ve nasıl birleştirecekti? Tavan arasına çıktı; ailenin şahsi müzesiydi burası bir nevi, ne ararsan bulunurdu. Kendi kolilerinin yanına gidip oturdu; okul önlüğü, kurdeleleri, ders kitapları, ilk sutyeni, bez bebekleri, sahip olduğu ne kadar şey varsa bu evden gidene kadar, hepsi bu kutulardaydı. Cam gazoz şişelerine mum damlatılarak yapılmış vazolar ilişti gözüne; bu vazoları birlikte yapmışlardı Kiraz’la; okulda elişi dersinde öğrenmişlerdi bunlardan yapmayı; çok sevmişlerdi bu işi; günlerce gazoz şişesi toplamış, kapının önünde oturup saatlerce mum damlatmışlardı, topladıkları şişelerin üzerine. Ne yapacağını bulmuştu Gönül: Şu kenarda duran, annesinin kocaman, gümüş tepsisine, bu şişeleri yapıştıracak, onbeşer onbeşer şişelere dolduracaktı çiçekleri; birkaç saat içinde bitirirdi bu işi. Şimdi sıra çiçekleri nelerle süsleyeceğine gelmişti: Ufacık bez bebekler… Birinin saçları kahverengi yünden; biri Kiraz’ı, biri de Gönül’ü temsil ederdi çocukluk oyunlarında. Sırtlarından dikti ikisini birbirine; önlerinde bir yere bağladı çiçeğin. Her ahret çiçeğinde mutlaka olması gereken diğer malzemeleri çıkardı: Minyatür bebek patiği, minyatür yer sofrası, incik boncuklar vs. Yıllarca her yere Gönül’le birlikte giden şu kanlı mendilden de kurtulmalıydı artık; muska haline getirip, bir iple boynuna astığı mendili çıkardı boynundan. Boş hissetti kendini. Bomboş. Çıplak. Ama geçen yıllar içerisinde öğrenmişti kaale almamayı kendini ve duygularını; umursamadı. Muska mendil artık ahret çiçeğinindi; olması gereken yere sahibine, geri dönmüştü işte.

...

Ahret çiçeği; köşede. Yatak, darmadağın… Yatağa dağılmış uzun siyah saçlar… bana dedi bir ‘gönül’ avuntusu ver. Bekledim, dokuz sene bekledim. Gelmedin. Madem bitirmeye geldin filmi, bana bir ‘gönül avuntusu’ ver. Artık Kiraz, artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz, kokun bana bulaştı bir kez. Diyebilse. Sustu Gönül. Akşama düğünü. Dün akşam yaktık kınasını. Dün gece Kiraz’la dokundular birbirlerine. İzi kaldı. Birazdan toplanacak yatak. Bu gece Kiraz bir başkasının yatağında. Saçları? Saçları da orada. Gönül nereye? Sonsuz boşluğuna. Kokusu geçmeyen kadınların, iş olsun diye adamların yatağına. Birbirlerine dokunmamışlar gibi. Ama dokundu Kiraz’a. Ama dokundu Kiraz ona. İzi kaldı. İzi. İz… Yatak toplanacak birazdan. Düğün var. Akşama. Sızı… Dokuz sene bekledi Kiraz. Dokuz sene bekledi, dokuz sene evvel reddettiği ‘Gönül’ avuntusunu almak için. Avunacak mısın Kiraz? Gerçekten avunacak mısın? Uyanma Kiraz. Hiç uyanma. Yatak hep dağınık kalsın, kokun hep üstümde.

‘Ne zaman kalktın Gönül?’

‘Biraz önce.’

‘Dün söylemeyi unuttum ne güzel olmuş ahret çiçeği’

‘Ahret’

‘Bu geceyi unutma Gönül’

‘Zaten unutamam ki’

‘Sen inanmazsın bilirim, deli saçması çocukça bulursun; ama ben gene de söyleyeceğim; ben seni hep sevdim Gönül, hepte seveceğim.’

‘………’

‘Gönül’

‘Kiraz’

‘Gitme de gitmeyeyim o adama. Kaçalım gidelim kimse uyanmadan.’

‘Eşyalarını toplamakla vakit kaybetme. Hemen çıkalım şu evden ahali uyanmadan. Seni nasıl sevdiğime ikna etmek istemiyorum kimseyi. Tabii senin dışında’

Birincilik Ödülü: [[Sappho’yla Sevişmek]] - Angelique

Üçüncülük Ödülü: [[30 Dakika]] - Hidden Dragon

Bağlılık Özel Ödülü: [[Bir Kadının Pusulası]] - Ekin Ak

Duygunun Baharı Özel Ödülü: [[O]] - Topaz

Eller Konuşur/Tutkunun Kanatları Özel Ödülü: [[Kesişen Düşlere]] - Jarmush

*2006/2007 öykülerini okumak için:

[[‘Kadın Kadına" öyküler]]

*Konuyla ilgili haberler:

[[Ten ve tutkulu öyküler yayında]]

[[‘Ten ve tutku’yu yazanlar kazandı]]

[[Kadınların mürekkebinden ‘ten ve tutku’ akacak]]

[[İlk aşklarını anlatanlar kazandı]]

[[İlk Adım, İlk Kadın, İlk Aşk]]


Etiketler: kadın
İstihdam