06/08/2010 | Yazar: KAOS GL

Referandum türlü nedenlerle insanların kafasını karıştırıyor.

Referandum türlü nedenlerle insanların kafasını karıştırıyor. Özgün Duruş adlı gazetede, yeni Anayasa değişikliğiyle getirilmek istenen kadına pozitif ayrımcılık ilkesinin İslami olup olmadığını sorgulayan ve "hayır" manasına gelecek bir yazı yazan Ali Bulaç, aynı yazıdan birkaç gün sonra Zaman Gazetesi'nde bu kez neden "evet" dememiz gerektiğini anlattı misal. Beni ilgilendiren ise Ali Bulaç'ın "hayır"dan "evet"e dönüşü değil, "pozitif ayrımcılık" meselesine yaklaşımındaki negatif tavır.

Ali Bulaç iki ay kadar önce "Kadın İstihdamı" ve "Pozitif Ayrımcılık" başlıklarını taşıyan iki yazı yazmış; kadınların çalışmasının erkeklerin işsiz kalmasına yol açtığını; kadının ideal mekânının ev olduğunu söylemişti. Kadının çalışma hayatına katılımının genel bir politika olarak benimsenmesi halinde, evin ihmal edileceğini, ailenin ve giderek toplumun tahrip olacağını, eşcinselliğin artacağını ifade etmişti. Özetlemek durumunda olduğum için vulgarize etmiş olabilirim, yazıların orijinali için Zaman Gazetesi'nin internet sitesine bakılabilir. (28.04.2010-Pozitif Ayrımcılık/01.05.2010-Kadın İstihdamı)

Bu görüşler sadece Ali Bulaç'ın değil, muhafazakâr kesimdeki pek çok kimsenin gönlünde yatan aslan bu. Fark şu ki, artık çok az kişi bu görüşleri bu kadar ısrarlı bir biçimde rasyonalize ediyor; kimse evle sınırlandırılmış, "sivil ve medeni etkinliklerle" yani kermeslerle ve ebru kurslarıyla "zenginleştirilmiş" bir hayatın parlak bir hayat olduğunu düşünmüyor çünkü. Bu hayatı avantajlı diye sunmanın insanların zekâsına hakaret etmek anlamına geldiğini biliyorlar en azından.

Zaten Ali Bulaç da bu yazıları demokrat-mütedeyyin erkekleri modern çekingenliklerinden kurtarıp gönüllerindeki aslana doğru kışkırtmak için yazıyor. Çok garip. Asker-sivil ilişkilerinin normalleşmesinin tartışıldığı, daha fazla demokrasi diye ortalara düştüğümüz bir vasatta, kadını iktisadi hayatın dışına iten ve aile hayatında erkeğin tahakkümünü savunan bir "demokrat" hayli düşündürücü bir tablo oluşturuyor. Eninde sonunda birileri kadınları kamusal alandan eve doğru kışkışlamak isteyecekse, bu hep olacaksa, ha laikçi-sivil askeri bürokratlar eliyle yapılmış, ha dindarlar tarafından, "dindar kadınlar" için fark eder mi, bilemedim. "Kadın dışarıda çalıştığı zaman eviyle ilgilenemiyor, evi çöp götürüyor, sonra çok yoruluyor, sonra aile kurumu çöküyor, ailesi çöken toplum çözülüyor" kurgusu Anadolu'da yaygın ve kabul gören bir anlayış. Bu acıklı neden-sonuç zincirini, erkeğin payına düşen fedakârlığı yapması, sözgelimi "ev işlerine katılması" kırabilir öyle değil mi? Kırıyor da. Problem erkek arıza yaptığı zaman çıkıyor. Ailelerin çözülmesi, ortak giderlere katılan kadının evin idaresinde söz sahibi olmasını "sindiremeyen" erkeğin problemidir, kadının değil. Durum bu iken, yapılması gereken erkeğe aklını başına almasını, içindeki maçoyu eğitmesini önermek olmalıdır; işsizlik, eşcinsellik ve toplam kalite gibi meselelerin hepsinden kadını feda ederek kurtulmak değil.

Geleneksel toplumda evlilik, kadına maddi manevi güvence temin ederdi, üstelik zaten hayatın merkezi "ev" idi. Dolayısıyla kadınlar, ev merkezli yaşarken aslında hayatın merkezinde durmuş oluyorlardı. Oysa artık evlilikler güvence temin etmiyor, ayrıca ekonomik karşılığı, rayici, piyasası olmayan üretim ve hizmetin muhafazakârlar tarafından bile(!) değersiz kabul edildiği bir zaman diliminde yaşıyoruz.

Modern toplumda ev artık hayatın kıyısıdır. Kıyıda yaşamak ise ancak bir tercih olabilir. Kadın hayatlarının "çalışma hayatından uzak durmalarını" sağlayacak şekilde örgütlenmesini önermek basbayağı ayrımcılıktır. Avantajsız pozisyonları estetize etmek ve hatta mutluluk getirirmiş gibi göstermek ise büyük bir vebal.

Pozitif ayrımcılığın liyakati olmayan kadınların önemli görevlere getirilmesi sonucunu doğurmaması için verilecek mücadele, kadınları liyakat sahibi yapma mücadelesi olmalıdır, eve postalama bahanesi değil.



Etiketler: insan hakları
İstihdam