18/08/2015 | Yazar: Yıldız Tar

Kürt müziğinin mistik sesi Mehmet Akbaş: Toplumun en güçlü dinamiklerinden biri eşcinsellerdir. Gizlidir ancak en güçlü dinamiklerdendir.

Kürt müziğinin mistik sesi Mehmet Akbaş: Toplumun en güçlü dinamiklerinden biri eşcinsellerdir. Gizlidir ancak en güçlü dinamiklerdendir.

Mehmet Akbaş Kürt dillerinde müziğin güçlü seslerinden biri. Alışıldık Kürtçe ve Zazaca müzik geleneğinin dışında bir müzik deniyor. Geleneksel olandan besleniyor ancak illa müziğini bir şekilde tanımlayacaksak “deneysel” ve “mistik” demek bana daha doğru geliyor.

Akbaş, Almanya’da yaşıyor. “Yıllardır kendisi olan ve ideallerinden ödün vermeyen bir müzisyen” olan Mehmet Akbaş bu sene 17 Mayıs Homofobi Karşıtı Buluşma etkinlikleri kapsamında Ankara’ya geldi. Şarkılarını homofobi ve transfobiye karşı söyledi. Biz de konser öncesinde kendisine mikrofon uzattık. Müzikal serüvenini, aldığı tepkileri ve olmazsa olmaz dediğimiz aşkı konuştuk.

Ağıtlarla duymaya alıştığımız Mezopotamya’nın seslerini aryalarla bize ulaştıran Akbaş bu süreci şöyle anlatıyor: “Akademi İstanbul’da ses eğitimi aldım ve bas bir sesim var. Kürt dilleri familya olarak zaten müzikal bir dil. Operaya da çok iyi gider jazz’a da gider. Yeri geldiğinde bizim tınıları Batı sound’unun içinde tatlandırıcı mantığıyla değerlendirdim ve yeri geldiğinde Batı’nın . Mezopotamya Aryaları ise 2005’te Almanya’ya yerleştiğimde ağırdan ağırdan başladığım bir projeydi. Bizim şarkılara kendimizden de bir şeyler katmaya çalıştık.Yeni bölümler ekledik, klasik ve jazz’la buluşturduk. Çok da ilgi gördü.”

Akbaş anlatırken bir yandan yaptığının geleneksel müzik formlarının dışında bir şey olduğunu düşünüyorum. Tepki almış mıydı? Dinleyiciler müziğine nasıl yaklaşmıştı?

“Müzisyensen yaptığın iş kendini yansıtır” diyen Akbaş bu sorularıma kendinden yola çıkarak cevap veriyor: “Geleneksel bir insan değilim. Diğer insanlara farklı geliyorum ve doğal olarak bu müziğime de yansıyor. Arayışlarım, biriktirdiklerim bir şekilde müziğime yansıyor. İnsanların tepkileri ise genelde çok güzel.”

Söyleşimiz devam ettikçe zihnimin gerisinde Berde çalıyor. P!A albümünden bir şarkı. Akbaş’ın davudî sesine en yakıştırdığım şarkısı. Berde zihnime eşlik ederken bu sefer Akbaş’ın sesi dışında başka bir yönünü keşfetmeye başlıyorum. Söyleştiğim kişileri genelde başka şeylere benzetirim. Çok söylemem ama bir imge canlanıverir usulca. Akbaş da ise bir baykuş görüyorum. Davudî sesiyle Berde’yi söyleyen, derin gözlerinin gerisinden usulca bir bilgelikle meramını ve gördüklerini aktaran…

“Kürt müziğinin piyasa sorunu var. Aynı zamanda siyasetin altında da eziliyor” diyen Akbaş devam ediyor: “Popüler kültür artık slogan müziği ile düğün müziğinin birleşimi haline geldi. Bizde bunu yaparsan senden iyi sanatçı yoktur ve sıkıntı yaşamazsın. Biraz toplumsal koşullar bunu bu hale getirdi ama bizim gibi Don Kişotluk yapan insanlar da zor da olsa kendi dinleyicisini oluşturuyor. Sen doğru bir şeyler yaptığında, kendin olduğunda yol alıyorsun. Belki çok popüler değilsin ama zamanla kemikleşmiş bir dinleyiciye sahip oluyorsun.”

Bir yandan da Kürt dilleri üzerinde çok uzun süre devam eden yasakçı zihniyeti konuşuyoruz. Birebir engellemeler kadar televizyona çıkamama ve medyada görünmez kılınmanın da Türkçe dışında müzik yapan kişileri engellediğini söyleyen Akbaş, “Harbiye Açıkhava konserleri yapıldığında Kürt sanatçıların ya da diğer halklardan sanatçıların orada olamaması engellemedir. 90’lı yıllarda doğrudan engelleme vardı. Gelip fişi çekip, sazları kafamızda kırıyorlardı. Ama şu an yok sayma kültürü yerleşti. Belirli salonlara bile zor giriyoruz” diye ekliyor.

Doğrudan soruyorum: Mehmet Akbaş ne arıyor?

Doğrudan cevaplıyor: Kendini arıyor.

“Bir süre sonra bir mekan sana yetmez ya… Kendim gibi insanları arıyorum. Özgür olduğum bir ortam arıyorum. Zamanla şehrin, müzikal çizgin değişiyor çünkü sen değişiyorsun. Daha önce beraber yaşadığın toplumu kaldıramayabiliyorsun. Toplum seni kaldıramayabiliyor. Yeniyi keşif hali içerisindesin aslında. Her insanın içinde bir göç duygusu vardır. Ben askerlik yapmak istemediğim için Almanya’ya gittim. Ama politik sebepler olmasaydı da bir yerlere giderdim. Ama gittiğin her yere kendini beraberinde götürüyorsun. Dünyanın neresinde olursam olayım orası benim” diyor.

Homofobiye karşı şarkı söylemenin nasıl bir his olduğunu soruyorum. “Ben her gün şarkılarımı ayrımcılığa, homofobiye karşı söylüyorum zaten” diyor ve ekliyor: “Çünkü ben gerek söylediğim dil ve tercih ettiğim müzikal sound itibariyle gerekse de yaşam biçimim dolayısıyla bir ötekiyim. Bunun için bu benim görevim. Arkadaşlar aradılar ve dayanışma dediler ancak ben bunu bir görev biliyorum. Kendi rengimiz ve duruşumuzla var oldukça, kimliğimizi bağıra çağıra haykırdıkça dünya daha yaşanılır bir hale gelecek.”

Kürt halk müziklerinde erkek erkeğe ya da kadın kadına aşkı anlatan çok şarkının olmadığını üzüntüyle aktaran Akbaş, “Cinsel kimliğini bildiğimiz duayenlerimiz var ve inanıyorum ki onlar bir kadın için söylediği şarkısını aslında bir erkeğe ya da tam tersi bir erkek için söylediğini bir kadına söylemiştir. Toplumsal yargılar sonucu bir şekilde heteroseksüel bir aşk gibi söylemek zorunda kalmışlardır belki de” diyor.

Aşktan bahsetmişken yine doğrudan bir soru iletiyorum. “Aşk nedir ki” diyorum. Bir sanatçıya sorması en zor soru belki de. Akbaş da şablonlar dışında cevap vermeye çalışıyor, “Aşk kişinin kendi içinde büyüttüğü bir duygudur. Karşındakiyle hiçbir ilgisi yoktur” diyor. “Beraber olsan da ayrı olsan da; kanlı bıçaklı dahi olsan onu gördüğünde yüzünde güzel bir gülümseme kalbinde bir sızı oluyorsa bu aşktır” diye ekliyor.

Şarkılarından konuşuyoruz. Hangi şarkısının onu en çok etkilediğini soruyorum. “Normal olmayan bir coğrafyadan geliyoruz” diyor. Ciddi travmaların yaşandığı bir yerin müziğinin de her anlamda sarsıcı olduğunu belirtiyor. “Duvara tosladığımız çok an oluyor. Bir değil iki değil hangisini anlatsam ki? Beni en çok hırpalayan yıllardır Kürt dillerinde müzik yaparken kendi halkımla buluşma koşullarımın yeterli olmaması. Hala Amed’te yani doğduğum Şehirde konser veremedim. Bir yandan BBC dahil olmak üzere dünya radyolarında şarkılarım çalıyor Dünya’ya o toprakların Müziğini dinletmeyi basariyorsun ancak ait olduğun topraklarda konser verme imkanın olmuyor, bölgede yapılan organizasyon ve festivallerde de bu Duyarlılık ne yazık ki eksik ” ifadelerini kullanıyor.

Son olarak politikadan konuşuyoruz. 90’lı yıllardan bugüne bedeller ödenerek kazanımlar elde edildiğini söylüyor. “Kürtler özgürleştikçe diğer ötekiler de özgürleşti. Nasıl ki eşcinsellerin özgürleşmesi heteroseksüelleri de özgürleştiriyorsa benzer bir durum var burada da. Toplumun en güçlü dinamiklerinden biri eşcinsellerdir. Gizlidir ancak en güçlü dinamiklerdendir. Eşcinsel arkadaşlarımız yaratım bazında her alanda yer alıyor”, diyor.

Ben o sırada devam eden Yeni Medya Okulu’na dönüyorum. Akbaş ise akşamki konser öncesinde son hazırlıklarını yapmaya devam ediyor. Söyleşi sonrası ne hissetmiştir bilemiyorum ama benim Berde ile başlayan söyleşim, sözlerini Füruğ Ferruhzad’ın yazdığı müziği Akbaş’a ait Hediyeh ile devam ediyor: “Gelirsen benim evime ey sevgili, bir lamba getir bana…”

*Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisi’nin 143. sayısında yayınlanmıştır.


Video Haber İkon  İlgili Video:


Etiketler: kültür sanat
nefret