09/05/2006 | Yazar: Kaos GL

"Peki ya bütün bu göz ardı etme çabalarına rağmen, İlhan’ın başkalarına ödetmeyi kendine misyon edindiği hâlde kendisinin ödemeden gittiği bedellere ne olmuştu? Bir şâir-yazar olarak mitleştirilirken geride bıraktığı alacaklılar? Bu soruların hesabı ileride bir gün gerek (eşcinsel) politika(sı), gerek (eşcinsel) edebiyat(ı) tarih(çi)lerinden sorulacaktır." Deniz Yıldız'ın kaleminden.

"Peki ya bütün bu göz ardı etme çabalarına rağmen, İlhan’ın başkalarına ödetmeyi kendine misyon edindiği hâlde kendisinin ödemeden gittiği bedellere ne olmuştu? Bir şâir-yazar olarak mitleştirilirken geride bıraktığı alacaklılar? Bu soruların hesabı ileride bir gün gerek (eşcinsel) politika(sı), gerek (eşcinsel) edebiyat(ı) tarih(çi)lerinden sorulacaktır." Deniz Yıldız'ın kaleminden.

KAOS GL

Deniz Yıldız

Türkiye edebiyatı tarihinin en çok tartışılan şair-yazarlarından Attilâ İlhan’ın altmış yılı aşan kariyerinde bir o kadar eski ve döneminin öncüsü niteliğindeki konularındandır eşcinsellik.

1925 yılında doğan yazar 1941 yılında başladığı (1) edebiyat yaşamında eşcinsel-lik edebiyatıyla ‘resmen’ 1944 yılında okuduğu Balzac’ın ‘Altın Gözlü Kız’ romanıyla tanışır. Yapıttan o denli etkilenir ki sözkonusu etkinin ileride yazacağı ‘kadın eşcinselliği’ konulu eserlere kaynak oluşturduğu düşünülebilir.

''‘… Paquita’nın Madam de San Real’le ilişkisi aklımı başımdan alıyor, iki kadın arasında yaşanmış böylesine yoğun bir aşkın olabilmesi içimi karıştırıyordu.’''(2)

Ruh bilim meraklılarını yakından ilgilendirebilecek bu olaydan beş yıl sonra 1949 yılında ilk Paris seyahatini yapar.

''‘…Fransa’ya gittikten sonra cinsellik konusundaki görüşlerimde de açılmalar oldu… Ben buradan gittiğim zaman kendisini solcu zanneden fakat önyargılarla yüklü klasik bir Türk delikanlısıydım. Hafif çapkın geçiniyordum. Kızlarla aram iyiydi. Fakat onun dışındaki cinsel yaklaşımların hepsine hastalık diye bakıyordum. Ama orada Margot diye bir kadın tanıdım. Eşcinsel bir ressamdı; iyi de bir sanat tarihçisiydi…’''(3)

Kısa zamanda o kadar samimi olurlar ki Margot, yazarı Paris’in eşcinsel çevresine sokar. Sonraki yıllarda ressamı anlata anlata bitiremeyen İlhan, Margot’nun kendisiyle neden bu denli samimi olup, kendisini eşcinsellikle bu denli ilişkilendirdiğinden söz etmez.

''‘Margot bir bakıma Attilâ İlhan’ın edebiyat alanında yapacaklarını hazırlayan talihli bir rastlantıdır.’'' (4)

Paris yılları sürerken 1953 yılında ilk romanı yayımlanır: Sokaktaki Adam. Birisi kadından erkeğe travesti iki ‘kadınla’ bir erkek arasındaki bu aşkı ‘Zenciler Birbirine Benzemez’ (1957) romanının seks işçiliği yapan lezbiyen travestisi Marie-Te izler.
Ama bu kitap, yazarın başını ağrıtmakta gecikmeyecek, müstehcen bulunup soruşturmaya tabi tutulacaktır.
‘Zenciler Birbirine Benzemez’in davası epeyce sürdü… Ben yalnız bir kere, o da ‘istinabe’ yoluyla İzmir’de adliyeye çağrıldım. Sorguda karşıma Savcı Yardımcısı olarak Berin Taşan çıkmasın mı? Berin ki, biliyorsunuz, ozandır ve bin yıllık dostumuzdur, görevini ciddilikle yaptı ama, içinden de besbelli bu işe şaştı kaldı. Neyse sonunda beraat ettik…’ (5)

Aynı Attilâ İlhan bu sözlerin yayınlandığı tarihten (Hangi Seks?, 1976) 19 yıl sonra bir röportajda şunları söyleyecektir:

''‘Fakat çok ilginçtir, benim yazdığım kitapların hiçbirisi tatbikata uğramamıştır.’'' (6)

İlginç olan, yazarın ahbap-çavuş ilişkileriyle kurtarıldığını neredeyse itiraf ettiği romanının başına gelenleri unutup (?) bu yorumu yapmasıdır.

1970’li yıllara gelindiğinde eserlerine ‘Aynanın İçindekiler’ adlı roman dizisini ekler. Sırasıyla ‘Bıçağın Ucu’ (1973), ‘Sırtlan Payı’ (1974), ‘Yaraya Tuz Basmak’ (1978), ‘Dersaadet’te Sabah Ezanları’ (1981) ve ‘O Karanlıkta Biz’ (1988). Bu romanlardan özellikle ‘Bıçağın Ucu’ konuyla ilgiliyken diğer romanlar yazarın cinselliğe ne denli geniş (?) baktığını anlatır:

''‘ …münhasıran eşcinselliği yazmam sözkonusu değildir, diyalektik gelişmesi içinde gerçeği yazıyorum, bu da toplumsal/sınıfsal olduğu kadar bireysel/cinsel karşıtlıkları da çatışma ve kaymaları da içeriyor.’''(7)

Öyle ya münhasıran eşcinselliği yazanlar bunları yapamamakta, İlhan dünya (eşcinsel-lik) edebiyatı tarihinde bir ilke imza atmaktadır.

1976 yılında yayımlanan ‘Hangi Seks?’ bir dönüm noktasıdır. Deneme-anı türündeki kitapta Margot’lardan yola çıkarak (?) Fransa edebiyatı tarihi başta olmak üzere dünya eşcinsel-lik edebiyatı tarihinin bir panoramasını çıkaran yazar. Bununla yetinmeyip eşcinselliği konu edinen metinleri yazarlarının yaşam öyküleriyle birlikte inceler. Dönemin eşcinsellik araştırmacılarına, yazarlarına bile taş çıkartabilecek eser ne yazık ki ikinci kez yazarıyla çelişkiye düşmekten alıkoyamaz kendini. Sait Faik’in eşcinselliğini açıklayıp, gerek çevirdiği (… bana Lautreamont’tan çevirdiği ‘Hünsa’yı (hermaphrodite) okuyor…’ Ne dersin, bunu yayınlayan çıkar mı?’…) (8) gerekse yazdığı (… ünlü ‘Yani Usta’ öyküsünü Varlık’ta yayınlaması için Yaşar Nabi’ye götürmeğe bir türlü cesaret edemiyor, cebinde dolaştırıp duruyordu.) (9) eşcinsellik konulu eserlerden sözeden İlhan yukarıda sözü edilen röportajında ''‘… ben sanat çevresine girdikten sonra öğrendim ancak Sait Faik’i. Bir Abdülhak Şinasi’nin eşcinsel olduğu kimin aklına gelirdi? Sadri Ertem… Bunların hepsi eşcinsel, eserlerine de kesinlikle yansıtmamışlar…’'' (10) diyerek bir kez daha hafızasıyla ilgili soru işaretlerine neden olacaktır. Abdülhak Şinasi ve Sadri Ertem bilinmiyorsa bile neredeyse tüm öykülerinde eşcinselliği belgelenen (11), İspanya’da gey edebiyatı olarak okutulan Sait Faik nasıl olur da ‘eserlerine kesinlikle yansıtmamış’ olur anlamak mümkün değildir. Attilâ İlhan’ın ‘münhasıran olmayan, diyalektik’ ikicinsellik, lezbiyenlik, transseksüalizm ve transvestizm yolculuğu tüm hızıyla sürmektedir: ‘Fena Halde Leman’ (1980) ve ‘Haco Hanım Vay’ (1984) romanları, ‘Hangi Seks?’ten sonra ikinci rehber kitap ‘Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler’ (1985), ilk öykü kitabı ‘Yengecin Kıskacı’ (1999)…

İlhan, sözünü ettiğimiz eserlerden geriye kalan zamanlarda başka konularda da eserler üretmektedir. Siyasal denemeler, senaryolar… Kadın hakları konusu da duyarlılık alanları arasındadır. Kadınlar Savaşı (ilk basım 1992) ‘konuya dâir’ makalelerini içerir, ama burda durum biraz farklıdır. Büyük bir ustalık örneği sergileyen yazar lâfı döndürüp dolaştırıp eşcinselliğe, eşcinsel haklarına getirmektedir. Anlaşılan o ki bir kez daha eşcinselliği ‘eşcinsellerden daha iyi’ tanıdığı ilüzyonuna kapılıp, neredeyse eşcinsel-lik aktivistler-i olarak ‘bizim hakkımızda bizi aşmıştır.’ Yazarın sonraki yıllarda yaptığı röportajlarında ‘aktivist’ tutumunda bir değişiklik olmadığı görülür.

''‘E normal insanlar onlar?... Onlar anormal insanlar değil ki?... Zaten eşcinsel olmak, özel bir acayiplik getirmez. Çözememişse getirir, sorun budur…’'' (12)

Kendi cinselliğiyle ilgili bir kanıya ise şöyle yanıt verir:

''‘… Eşcinsel bazı tiplerin böyle bazı düşüncelerle bana geldikleri olur. Onlar için çok iyi bir ilâcım vardır; kaçırıcı. ‘Ben komünistim’ diyorum, hemen gidiyorlar. (Kahkaha)’'' (13)

Öyle ya ‘İlhan’ın biseksüel ya da eşcinsel olduğunu düşünmek ancak uzaydan gelip bizim toplum yapımızı, kendisini hiç bilmeyenlerin yapabileceği bir şey’(14) ve eşcinseller de yazarın cinselliği sözkonusu olduğunda önce ‘komünist’ sözcüğüyle ‘kaçırılıp’ sonra da gülünen varlıklardır(!). Bununla da yetinmeyip sabırları zorlayan tutumunu ‘lobici, ödlek, çözemediği cinselliğinde takılıp hep aynı şeyi yazdığı için iyi yazar olamayan eşcinsellerin kendi işlerini kendileri göremediklerinden onlar adına yazdığı’ (15) iddialarıyla sürdürür.

‘Eşcinselliği savunma misyonunu’ bu denli üstlenen ‘toplumcu bir yazarın’ bu sözlerin sarfedildiği yıllarda da varolan Kaos GL ve Lambdaistanbul girişimlerinden nasıl haberdar olmadığını anlamak güçtür. Attilâ İlhan’ın her fırsatta ait olmadığını söylediği bir varoluşla ilgili bu denli konuşma hakkını nerden bulduğu sorusu varlığını uzun yıllar sürdürmüş, Türkiye eşcinsel-lik örgütlenmelerinden söz ettiği ise ne görülmüş ne duyulmuştur.

Son yıllar(ın)da yoğun bir ulusal sosyalizm (nazizm) propagandasına girişip buna rağmen eşcinselliği gündem(in)den hiç düşürmeyen İlhan, varlığı ile her türlü ayrımcılığın karşısında durmanın ne denli hayatî olduğunun en somut göstergelerinden birisi hâlini almıştır.

TRT 2’de hazırlayıp sunduğu tv programında Anadolu’da doğmuş ‘Yunan–Lâtin kültürü klâsikleri’ için ‘Bunlar işe yaramaz. Onların yerine Marcel Proust okusunlar’ demiştir. ‘Atatürk Türk kalarak gelişmekten yana iken, İnönü döneminden itibaren Yunan–Lâtin kültürü üzerinden gelişmeye geçilmiştir. Yunan–Lâtin kültürünü Türk kültürüne temel almak, bunu bir devlet politikası yapmanın sonu sömürgeciliktir.’ Gerek klasikleri okumadan Proust’tan kimin, ne anlayacağı gerekse tavsiye edilen ismin neden aynı zamanda eşcinsel edebiyatının duayenlerinden biri oluşu soruları ile İlhan eşine çok sık rastlanan pédant (Fr. ukalâ, bilgiçlik taslayan) polemikler(in)den birini yaratmıştır. (16)

10 Ekim 2005 günü Kanlıca’daki evinde hayata gözlerini yumduğunda ardında Ahmet Oktay dışında Naziliğinden sözetmeyen (o da ‘milliyetçilik’ ifadesini kullanmıştı), Nazizm yanlısı olduğu yayınevinden tescilli (bu yüzden bir süre önce bağlı bulunduğu İletişim Yayınları’ndan kovulmuş) Nihat Genç’in de aralarında bulunduğu ‘solcu aydınlar’, önce ‘popüler-protest-arabeskçiye’ bestelemesi için şiirlerini verip sonra da şiirin popülerleşmesinden yakınarak ''‘Romancılık bir serüven. Güzel bir serüven. Şâirlik falan gibi değil. Şâirlik uyduruk bir şey’'' (17) ecizelerini sarfeden birisinin çok büyük bir şâir olduğunun altını çizip kendisine ‘Allahtan rahmet dileyen’ üzgün hayranlar ve her şey gibi ölüm haberlerini de rant hâline getiren medya mensupları kalmıştır. Peki ya bütün bu göz ardı etme çabalarına rağmen, İlhan’ın başkalarına ödetmeyi kendine misyon edindiği hâlde kendisinin ödemeden gittiği bedellere ne olmuştu? Bir şâir-yazar olarak mitleştirilirken geride bıraktığı alacaklılar? Bu soruların hesabı ileride bir gün gerek (eşcinsel) politika(sı), gerek (eşcinsel) edebiyat(ı) tarih(çi)lerinden sorulacaktır.

1 Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Behçet Necatigil, yay. haz. Enver Ercan ve Hilmi Yavuz, Varlık Yayınları, İstanbul, eklerle 19’uncu baskı, 2000, s. 202

2 Hangi Seks?, Attilâ İlhan, Bilgi Yayınevi, Ankara, 3’üncü basım, Mayıs 1997, s. 16

3 Attilâ İlhan 70 Yaşında, Söyleşi: Zeynep Ankara, Milliyet Sanat, 1 Eylül 1995, s. 11

4 Attilâ İlhan’ın Fotoğraflarla Hayat Hikayesi: Büyük Yolların Haydutu, Muzaffer Buyrukçu, Cumhuriyet Kitap, 21 Ağustos 1997, s. 11

5 Hangi Seks?, s. 57 - 58

6 Eşcinsellik ve Sanat, Negatif, Şubat 1995, s. 30

7 Yapıtlarında Eşcinsellik Temasını Niçin İşliyorlar?, Milliyet Sanat, 1 Şubat 1981, s. 11

8 Hangi Seks?, s. 13

9 a.g.y., s.13

10 Eşcinsellik ve Sanat, s. 29

11 Bu konuda bk. Sait Faik’in Hikâyeciliği, Fethi Naci, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003

12 Attilâ İlhan 70 Yaşında, s. 14

13 a.g.y., s.14

14 a.g.y., s.13

15 a.g.y., s.14 - 15

16 Bu paragraftaki bilgiler için bk. ‘Attilâ İlhan Proust’u nasıl anlayacak?’, Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, 1 Mayıs 2001, s. 14 – 15. Proust’un eşcinsel edebiyatının duayeni olması hususu tarafımdan eklenmiştir.

17 Elmas Yüklü Bir Gemi, Şiir Okuma Notları, Bâki Asiltürk, Hürriyet Gösteri, Eylül 2003, s. 44



Etiketler: kültür sanat
nefret