24/05/2020 | Yazar: Evrim Demirtaş

“Adaletin bu mu dünya” yazı dizisinde Av. Hayriye Kara anlatıyor: İlk sorun burada başlıyor, sistem tarafından atanan cinsiyetin esas alınması…

Av. Hayriye Kara: Hukuk sistemi ikili cinsiyet rejimi üzerine kurulu Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“Adaletin bu mu dünya” yazı dizisinde avukatlara mikrofon uzatıyor, LGBTİ+ hakları ve hukuku konuşuyoruz. Yazı dizisinde ilk konuğumuz Avukat Hayriye Kara. 2010 yılından beri LGBTİ+ hakları ve özellikle mülteci hakları alanında çalışan Kara, Kaos GL Derneği’nin Mülteci Hakları program Koordinatörü.

Kara ile barolardaki ikili cinsiyet anlayışını, bu anlayışın LGBTİ+ avukatlara etkilerini ve mülteci LGBTİ+’ların yaşadığı sorunları konuştuk.

“Sistem tarafından atanan cinsiyetin esas alınması…”

Barolarda ikili cinsiyet anlayışı devam ediyor mu? Bu anlayışın LGBTİ+ avukatlara olan etkileri nelerdir? Konuyu meslek kuralları, avukatlık kanunu açısından ele alırsak transları, hali hazırdaki mevzuatla ilgili bekleyen sorunlar nelerdir?

Öncelikle belirtilmesi gereken, Türkiye hukuk sistemi ikili cinsiyet rejimi üzerine kurulmuştur, bütün haklar ve yükümlülükler ikili cinsiyet üzerinden belirlenmiştir. Bu sistem kayıtlı olan cinsiyet üzerinden atama yapıyor. Bunu biraz daha açarsak, hukuk sistemi içerisinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermek için getirilmiş düzenlemeler de kayıtlı olan cinsiyeti esas alıyor, yani toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı hukuk sistemi kendi atadığı cinsiyet üzerinden adımlar atıyor.

Barolarda toplumsal cinsiyet kimliği konusu da aynı şekilde ilerliyor, yani bir avukatın cinsiyeti hukuk sistemi tarafından atanmış cinsiyeti olarak kabul ediliyor, kadın ve erkek dışında bir cinsiyet kimliği kabul edilmediği gibi bu kadın ve erkek de hukuk sisteminin atadığı hangi cinsiyet ise beyana bakılmaksızın atama yapılıyor. Mesela ruhsat ve kimlik için gerekli olan avukat cübbesi ile çektirilecek fotoğrafta kadın ve erkek avukatların nasıl giyinmesi gerektiği tanımlanıyor ve bu norm olarak avukatların karşısına çıkıyor. Yargı pratiği içerisinde “avukat hanım/avukat bey” üzerinden kurulan ilişkide o “hanım/bey” hukuk sisteminin atandığı cinsiyetler oluyor ve bunun dışında bir cinsiyet kimliği de kabul edilmiyor. Her alanda olduğu gibi yargı pratiği içerisinde de kadın/erkek avukatın cinsiyet ifadesi ve cinsiyet performansının nasıl olması gerektiği de tarifleniyor. Pek tabi bu alanın gerçekliğini yansıtmıyor. Çünkü kendini kadın ya da erkek olarak tanımlamayan avukatlar var ve bunu ifade ediyorlar, bu avukatların varlığının kendisi dönüşüm başlatıyor ve direniş haline geliyor.

Avukatlık Kanunu’nda açıkça translara ayrımcılık uygulayan bir madde yok ancak, yukarıda söylediğim gibi, kanun zaten ikili cinsiyet üzerine kurulmuş. İlk sorun burada başlıyor, sistem tarafından atanan cinsiyetin esas alınması… Buna ek olarak “avukatlık onuru” kavramının nasıl tanımladığı da önem taşıyor. Çünkü bunun gibi muğlak kavramlar LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığı meşrulaştırmak için sistematik olarak kullanılıyor.

Açık kimlikli LGBTİ+ avukatların büyük barolarda yaşayacakları yalnızlaşma ya da mesleki sorunlarını daha küçük barolarla kıyaslarsak, ortaya nasıl bir sonuç çıkar? Örgütlü olmakla bir ilgisi var mıdır?

Barolarda açık kimlikle politika yapmanın, faaliyetlerde bulunmanın kendisi kolay bir şey değil ve bağlı bulunduğun baroyla da alakası olan bir durum. LGBTİ+ aktivizminin yapılamadığı, LGBTİ+’ların görünür olmadıkları şehirlerde, LGBTİ+ avukatların da açık kimlikleriyle kendi barolarında politika yapması ya da mesleğini icra etmesi çok mümkün değil. Yukarıda açıkladığım gibi tam da kimliği nedeniyle mesleğe kabul ve mesleği icra etme sırasında ayrımcılığa maruz kalabilir. Bu konuda bütüncül bir mücadele gerekiyor. Alan mücadele ile açılır ve bu mücadelenin sadece bir ayağı barolar. 

Ben açık kimliğim ile çalışmalarımı sürdürüyorum. Ankara Barosu’na kayıtlı olmam tabi ki bu süreci kolaylaştırdı. Türkiye’de evrensel insan hakları değerlerini temel almayan barolar da var, bunu kabul etmek gerekiyor. Böyle bir baroda kayıtlı olsaydım ve bulunduğum şehirde örgütlü bir mücadele olmasaydı açık kimliğimle var olabilir miydim tartışılır. Bunun yanı sıra açık kimliği ile mücadele eden özne avukatların varlığı da bana bu alanı açtı ve beni en çok güçlendiren kendi örgütüm oldu. Böyle bir örgütlü mücadele olmasaydı hangi baroya kayıtlı olursam olayım bu kadar güçlü olamayabilirdim. Akran dayanışması ve örgütlü mücadele barolarda da alan açıyor, bu nedenle baroların içerisinde örgütlenmenin kendisi de çok önemli bir yerde duruyor. Sadece LGBTİ+ hakları için barolarda faaliyet yürütmekten bahsetmiyorum, özne avukatların kendi meslek örgütlerinde var olabilmeleri için güçlenmesinden de bahsediyorum.

Baroların LGBTİ+ avukatların meslek hayatlarına yaklaşım şekilleri, özel hayatın gizlilik ilkesiyle çelişiyor mu?

Aslında ilk soruda bu konuya değindim. Bir kere avukatlığın üzerine kurulduğu ikili cinsiyet rejimi, kadın avukat ve erkek avukat rolleri ve atanan kıyafet kodu, beklenilen cinsiyet performansı öz-belirlenim hakkının ihlalidir. Öz belirlenim hakkı kişinin kendi cinsiyet kimliğini ve bu kimliğin inşasını, cinsiyet ifadesini kendisinin belirlemesini de içerir.  Aynı şekilde “meslek onuru” LGBTİ+ avukatlara karşı kullanıldığında ne olacak? Bu kavramın tanımlanması gerekiyor ve özel hayata müdahalesinin sınırlarının çizilmesi gerekiyor ve bunu TBB’nin yapması gerekiyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda LGBTİ+ avukatların maruz bırakıldığı ayrımcılık konusunda istikrarlı bir mücadele yürütmesi gerekiyor.

“Yargı sistemi çerisindeki heteroseksist pratik sadece LGBTİ+ avukatları tehdit etmiyor”

Barolarda kadın dayanışması için örgütlenen merkezlere ya da komisyonlara baktığımızda LBT kadınlar yeterince görünür mü?

Barolarda LBT kadınların çok görünür olduğunu söyleyemeyiz. Şimdi toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılıkla mücadele konusunda baroların tamamında ve TBB’de kararlı ve istikrarlı adımlar atıldığı söylenemez. Kadın hakları çerçevesinde ise feminist örgütlenmeler de her baronun içerisinde ne yazık ki güçlü değil. Feminist örgütlenmelerin içerisinde var olmak dönüşmek dönüştürmek bunun yolu aslında. Kabul edelim barolarda feminist mücadele pro-aktif değil genel olarak re-aktif oluyor. Bu nedenle özne avukatların görünür olması ve meslekteki sorunları ortaya koyması dönüştürecektir. Özne avukatlar görünür olmadan LGBTİ+ avukatların yaşadıkları sorunlar tartışılmayacak, gündem olmayacak hatta akla bile gelmeyecek.

Yargı sistemi çerisindeki heteroseksist pratik sadece LGBTİ+ avukatları tehdit etmiyor. Bir hakimin trans kadın avukata “senin cinsiyetin ne, niye kadın kıyafeti giydin” demesiyle cis-kadın avukatın etek boyunu ölçmeye çalışması birbirinden farklı şeyler değil. Bir araya gelme ve dayanışma bu nedenle hayati, hepimizi güçlendirecektir. Özne avukatların birlikte mücadele edeceği yine baroların içerisindeki feminist avukatlardır. Görünür olmak ve kimliğinden kaynaklanan sorunları dile getirmek zor, kabul ediyorum çünkü sürekli senin kendini ifade etmen ve kendini hatırlatman gerekiyor. Mesela şu anda Ankara Barosu’nda açık bir trans avukat yok. “Açık bir trans avukat yok ama olursa toplumsal cinsiyet normları nedeniyle karşılaşacağı sorunları konuşalım demiyor” kimse. Ama dediğim gibi hepimizi bu güçlendirecek.

Uzun yıllardır mülteci LGBTİ+ haklarıyla ilgili çalıştığını biliyoruz. Mülteci LGBTİ+'lar söz konusu olduğunda gözlemlediğin en temel yasal sorunlar nelerdir?

Bu sorunun cevabı sayfalarca sürebilir… Kısa bir çerçeve çizmeye çalışayım. En temel hukuki statü sorunu, vatandaş değiller. Sistemin makbul tanımına yaklaştıkça sağlanan güvenli alanlar da genişler. Mesela hetero-cis erkek olmak bir güvenli alan sağlar, işte vatandaşlık en büyük güvenli alan.

LGBTİ+ mülteciler birden fazla ayrımcılık ve nefret temelinin kesişiminde yer alıyor. LGBTİ+ mültecilerin maruz bırakıldığı homofobi/transfobi/bifobi, ırkçılık/yabancı düşmanlığı/göçmen karşıtlığı ile birleşiyor. Hak ve hizmetlere erişim, ayrımcılık ve nefretten korunma konusunda en çabuk gözden çıkarılan gruplardan biri LGBTİ+ mülteciler.


Etiketler: insan hakları, mülteci
nefret