04/12/2006 | Yazar: Yeşim T. Başaran

‘Ben bizim hayatımızı düşünerek, anarak yaşayacağım, o ise başka hayatların içindeyken bizimkinin güzelliğini unutacak, yaşadıklarımız onun için anlamsızlaşacak ve döndüğünde ‘bitirelim’ diyecekti. Ayrıldığımıza nerdeyse inandım ve bütün gecelerim uykusuz geçti.’ 1. Kadın Kadına Öykü Yarışması birincilerinden Yeşim T. Başaran’ın öyküsü.

‘Ben bizim hayatımızı düşünerek, anarak yaşayacağım, o ise başka hayatların içindeyken bizimkinin güzelliğini unutacak, yaşadıklarımız onun için anlamsızlaşacak ve döndüğünde ‘bitirelim’ diyecekti. Ayrıldığımıza nerdeyse inandım ve bütün gecelerim uykusuz geçti.’ 1. Kadın Kadına Öykü Yarışması birincilerinden Yeşim T. Başaran’ın öyküsü.

KAOS GL

Yeşim T. Başaran

''KADIN KADINA ÖYKÜ YARIŞMASI BİRİNCİSİ'' – 2006

Kız arkadaşım ablasının yanına gitti, bir aylığına. Hazal için hazırlığımız kırmızı, lacivert, mor, yeşil, sarı ve turuncu kıyafetleri götürmek için. Tabii, Hazal’ın yeryüzündeki ilk ayında annesine destek olmak, bir yandan da bir gün bizde çocuk doğurmak cesaretini gösterirsek diye biraz deneyim kazanmak için.

Altı yıldır hiç bu kadar ayrı kalmamıştık. En fazla beş gün. Yan yana geçirdiğimiz hiçbir gün üzerimde ağırlık yapmadığından, bu ufak ayrılıklar nefes alma fırsatları olmaktan çok, büyük bir özlemle kavuşmamızı beklediğim tuhaf aralıklar gibiydi benim için. Bu aralıklar, birbirimize bağlı mıyız, yoksa bağımlı mı, tartışmalarını getirirdi ardından. Yanlış anlamayın, yaşama karşı yeterince büyük bir açlığım olduğunu hissediyorum. Onlu olan her şey kadar onsuz olan her şeyle de yaşamasını biliyorum, ya da en azından öyle sanıyorum. Ama ya kendimizi kandırıyorsak. Birlikte olmamız çok güzel ve neden bunu yaşamayalım, diye düşünürken, ya birbirimizsiz yaşamayı unutuyorsak? Önümde tek tek üzerlerine çentik atılmak için bekleyen her gün benim için bir sınav olacak. Daha doğru bir tanımlamayla aslında bir sınav olduğu düşüncesi, kendimi kaybetmemek için güç almamı sağlayacak. Kendi kendimle yarışacağım... Çok hoş... Kendi irademle yarışarak ayakta kalma gücü toplayacağım...

2. gün

Bugün uyandığımda tişörtlerini kokladım bebeğimin. Kimisi parfümüyle teninin sıcaklığının buluştuğu noktada salınıyorken, kimisi de sabahları uyandığında saç diplerine yapışan ekşimsi, şekerimsi kokuyla sarmalanmış. Koklamazsam ne yapacağımı bilmiyordum. Çünkü ben her sabah zaten onu koklayarak uyanıyorum. Kedi yavrularının, koklayarak annelerinin varlığını yanlarında hissetmeleri gibi. Günün geri kalanını bu refleksimi sınavda bir tam puan almam mı yoksa sınıfta kalmam anlamına mı geldiğini çözümleyerek geçirdim. Önümdeki 24 günün ağırlığına yoğunlaşmak yerine başka bir güç alma noktasıydı bu. Hem 24 gün dediğin ne ki, bu yaşlarda zaman daha hızlı geçiyor zaten, öyle değil mi?

3. gün

Tam da beklediğim gibi... Hazal’ın biçimsiz yeni doğmuş bebek suratına ağızları açık bardak ve ihtiyaçlarını nasıl anlayacaklarını, nasıl karşılayacaklarını bilmemenin acemiliğini aşmaya çalışarak geçmiş ilk iki gün. Sonra benim fıstık kavanozum ablasının yorgunluğuna ve kendi derdine düşmüşlüğüne aldırmadan, yeğenine teyzesinin biseksüel olduğunu ve bir kadın sevgilisi olduğunu söyleyip söylemeyeceğini sormuş. Ablası da zihninde ilişkimizi saygın bir noktaya getirme çabaları gösteriyor olmasına rağmen, henüz bizim ilişkilerimize heteroseksüel ilişkiler kadar paye vermediğinden ‘yaşayın tabi canım ama etrafa söylemeye ne gerek var’ noktasında olduğu için, Hazal’ı bizim ilişkimizden korumaya çalışmış. Baktığım yerden ben bir komedi görüyorum. Ama onlar günlerdir doğru dürüst uyumamış olmanın yarattığı ciddiyetten olsa gerek aşamadıkları bir sorun içinde olduklarını sanıyorlar. Serseri sevgilime bu tartışmalar için daha zaman olduğunu söyledim. Umarım Hazal’ın etrafındaki dünya yumuşar kısa bir sürede.

4.gün

Bugün iş çıkışı sinemaya gittim. Tek başıma. Çok sevdiğim bir şeydir bu benim. İzlediğim filmin her anını kendi içimde yaşattığım, çıkışında ise beni götürdüğü yerlerde kendi başıma dolandığım bir ritüel. Kızdım kendime sonra, sahi bu kadar sevdiğim bir şeyi nasıl unutmuşum yıllardır. Sonuçta bunu sevgilimle beraberken de yapabilirim. Her anımızı birlikte geçireceğiz diye bir sözleşme yok ki ortada. Sanki bu konuşulmamış bir kuralmış gibi mi yaptık acaba? Yoksa günlük koşuşturmacadan unuttum mu sevdiğim başka başka şeyleri?

6. gün

Rekorumu kırdım. İlk beş gün geçti. Aklıma beraber olmaya başladıktan sonra ayrı kaldığımız ilk beş gün geldi. Henüz çok güvensizdim ilişki içerisinde. O güne kadar yaşadıklarımdan dolayı güzel bir ilişkinin imkansız olduğunu, bunu bekleyerek yaşamanın da manasız olduğunu düşünüyordum. Aslında bu cümlenin ikinci kısmı için düşüncelerim hala aynı. Güzel bir ilişki yaşayacağım diye, bay veya bayan doğruyu beklemek, hayat önünden geçerken yanlış durakta yanlış bir otobüsü beklemek gibi aslında. Ama ilk kısmına artık katılmıyorum. Bu hayatta güzel bir ilişki yaşanabilirmiş. Bunu şimdi söylüyorum tabi. Eskiden aşkı yanlış tanımlıyor, yanlış algılıyormuşum. Sevginin ispatı acı çekmekti benim için. Ne kadar acı çekersem o kadar gönlü zengin, sevebilen, dolayısıyla duyarlı biri olurum zannediyordum. Ayrıca aşk acısı denince akan sular duruyor ya. Tüm hayatını çevrendeki insanlarla bu minvalde ağlayarak ilgi toplayarak geçirmek mümkün. İnsanlar bu duruma prim verebiliyorlar. Onun kalbi kırık dokunmayın, gibi. Bence bu aslında yaşamla nasıl mücadele edebileceğini bilmediğin bir noktada başkalarına dayanarak kendi varlığının sorumluluğundan kaçmak aslında. Şimdi böyle söylüyorum tabi. Eskiden aşkı yaşamak için korkmak, huysuzlanmak, acı çekmek gerekir sanırdım. İlişkimize bir şey olacağından ne kadar korkarsam, ilişkimize o kadar değer veriyorum anlamına gelirdi benim için. O nedenle ilk ayrı kalışımızda ilişkimize bir şey olacak diye ödüm kopmuştu. Gerekçem hazırdı. Birlikte yaşadığımız hayatta kalan bendim. O da başka bir şehirdeki arkadaşlarını ziyarete gitmişti.

Ben bizim hayatımızı düşünerek, anarak yaşayacağım, o ise başka hayatların içindeyken bizimkinin güzelliğini unutacak, yaşadıklarımız onun için anlamsızlaşacak ve döndüğünde ‘bitirelim’ diyecekti. Ayrıldığımıza nerdeyse inandım ve bütün gecelerim uykusuz geçti. Zaten biliyordum güzel bir ilişki diye bir şey olmadığını, nerden girdim yine bu işin içine, diye kendime söylene söylene, kendime acıya acıya geçirdim o beş günü. Ne kadar komik gözüküyor şimdi. Onun bana ait olmasını istemiş olduğumu, bana ait olmazsa beraberliğimiz biter diye düşünmüş olduğumu görüyorum şimdi. Gerçekten komik.

10.gün

Bugün miting kararı aldık. İnanamıyorum eşcinsel, biseksüel, travesti ve transeksüeller olarak ilk defa miting yapacağız. RTÜK eşcinsel aşkın gösterildiği dizilerin ve filmlerin sansürlü hallerini bile beğenmeyip kanallara ceza yağdırınca büyük bir ses çıkarmamız farz oldu. Bugüne kadarki en kalabalık eylemimiz 300 kişi olmuştu. Her eyleme başka başka insanlar geldiği için aslında yeterince kalabalık olduğumuzu biliyoruz. Ama herkes aynı anda aynı yerde olmadı hiç işte. Yirmi günümüz var. Ne kadar çok insana ulaşıp mitinge katılım sağlarsak o kadar çok şey söylemiş olacağız, kendimize inancımız, birbirimize güvenimiz o kadar pekişecek. Çok önemli ve tarihi bir olay bu miting. Ama bebeğim kaçırıyor bu tarihi günü. Onun şehrimize döneceği günden bir gün önce çıkacağız alana.

14.gün

‘Çocukları yalanlarla kandırmayın!’ Mitingin başlığı bu. Başlığı bulur bulmaz sabahlayarak afişleri, broşürleri hazırladık. Artık onları elden ele dağıtmaya, herkesi bu mitingde buluşmaya çağırmaya başlayabiliriz. Tüm bu koşuşturmada ayrı kalmaya dair vermeye çalıştığım sınav aklımdan çıkmış. Fıstık kavanozumu unuttuğumdan değil. Bilakis böylesi yoğun çalışma zamanlarında eksikliğini daha fazla hissediyorum. O olsa sanki işler daha kolay olacakmış gibi. Ayrıca yaşadığım heyecanı onla paylaşmak heyecanımı artırıyor her zaman. Sanki her güzel şeyi ilk haber vermem gereken kişi oymuş gibi. Ama yokluğunda hissettiğim özlem acıya dönüşmüyor böyle zamanlarda. Sanki onu da yaşatıyormuşum gibi geliyor yaptıklarımın içinde. Burda olsa o güzel ağzının nasıl kulaklarına varacağını, bulduğumuz her yeni sloganda nasıl sevinçten zıplayarak alkışlayacağını gözümün önüne getiriyorum. Hazal’a iki kadın olarak yaşamı paylaştığımızı söyleyip söylememe karmaşası da iyice büyümüş, bizim mitingle beraber. Bu konu geçer gider sanmıştım. Ama ablası çocuk sahibi olmadan önce söylemeyeceği şeyler söylemeye başlamış. Hazal’dan önce mitingimizi kesinlikle destekleyeceksen, şimdi Hazal’ı koruma kaygısıyla yaklaşıyormuş. Fıstık kavanozum mitingin başlığından da hareketle Hazal’ı yalanlarla koruyamayacağını, eşcinselliğin bu yaşamın bir gerçeği olduğunu, toplumun bakış açısı ile yeterince kirlenmemiş bir çocuğun hepimizden daha kolay bu gerçeği algılayabileceğini anlatıyormuş inatla. Hala diyorum, bu tartışma için biraz erken değil mi? Daha 14. günü bebeğin.

18.gün

Dün akşam barları ve Caferleri gezen gruba katıldım. Kıyafetlerimizin üzerine sansür karşıtı yazılar ve şekiller yapıştırdık. En zevklisi de sansürlenen veya sansürlenmedikleri için kanaların ceza almasına neden olan sahnelerden fotoğrafları yapıştırmak oldu. Sansüre karşı ayaklı televizyon kanalı olduk yani. Her gittiğimiz mekanda müziği değiştiriyoruz. Arkadaşlardan biri bu miting için bir şarkı besteledi, onu koyuyoruz teybe. Şarkımız çalarken de dans ederek insanlara mitinge çağrı broşürlerini dağıtıyoruz. Çok çok eğlenceli ve ilham vericiydi. İnsanların eyleme gelmeye korkmamaları için broşürlerimize ‘katıldığım ilk eylem’ anıları koyduk. Pek çok insan kısa kısa ilk hangi eyleme katıldığı, nelerden korkarken nelerle karşılaştıklarını anlattılar broşürün içinde. İnsanların ilgisi müthiş RTÜK ve miting hakkında sohbet ederken herkes bana sevgilimin nerde olduğunu soruyor. Bu soruyu nasıl karşılayacağımı bilemiyorum. Bu bizim çok fazla yapışık ikizler olduğumuz anlamına mı geliyor, yoksa insanların sevgililerin yapışık ikizler olmalarını bekledikleri anlamına mı?

Başka konularda da fark ediyorum bunu. Örneğin arkadaşlarla bir masada otururken, aramızdaki boş sandalyeye oturmak zorunda kalan bizden özür diliyor, bizim hiçbir zaman ‘yan yana oturacağız işte’ gibi bir diretmemiz yokken. Yani biz mi evlendik, insanlar mı bizi evlendirdi, çok emin olamıyorum. Bebeğim de bulunduğu şehirdeki dernekle iletişime geçmiş, onlar da buradaki mitinge gelmek için hazırlık yapıyorlarmış. Şarkımız her gün yerel bir radyoda çalınıyor, insanlar mitinge davet ediliyorlarmış. Farklı şehirlerde olmamız da güzelmiş yani.

26.gün

İşte büyük gün geldi çattı. Tüm hazırlıklarımız tamam sadece fıstık kavanozumu artık çok fazla özlemeye başladım. Sanırım telefon hatlarında da bir sorun olduğu için konuşamadık birkaç gündür. Neyse, her şeyi öylesine büyük ve güzel yaşamalıyım ki bebeğime de taşsın her biri. Mekâna uğrayıp bayrak, pankart gibi gerekli malzemelerimizi alıyoruz. Beni ve yanımdaki herkesi miting coşkusu çoktan sarmış. Şarkılar söylüyoruz bağıra bağıra, sloganlar atıyoruz; ‘Ayşe Fatma’yı, Ahmet Mehmet’i birbirlerini sevebilmeli’. Gerçekten kabımıza

Sığamadığımız bir an. Miting alanına geldiğimizde o da ne, fıstık kavanozum elinde gökkuşağı bayrağıyla bana el salıyor. Nasıl da özlemişiz birbirimizi. Bebeğin halası bebeğe bakmaya geldiği için, fıstık kavanozum ilk uçakla mitinge gelmiş, bağlantıya geçtiği diğer insanları da getirmiş. Birçok örgüt gelmiş, oldukça kalabalığız. Ellerimizde gökkuşağı bayrakları, bebeğimle kol kola girmiş beraber hoplayıp zıplıyoruz. Ellerimizdeki, RTÜK’ün yaptığı kısıtlamaların ve verebileceği zararların yazılı olduğu broşürleri insanlara dağıtıyoruz.

Gerçekten de mitinge ilgi çok büyük. Ne mutlu bize.

3–4 saat süren mitingin ardından, biraz yorgun, çoğunlukla aşık, bebeğim ve arkadaşlarımızla beraber dinlenebileceğimiz bir yerlerin yolunu tutuyoruz. Böylesi güzel bir mitingde bebeğimle ve diğer insanlarla yaşadığım paylaşım sonrasında kendimi çok iyi ve şanslı hissediyorum. Sanki o hayatımda hep vardı ve sanki onca gün biz ayrı değilmişiz gibi hissediyorum. İyi ki varız. Onunla ve beraber yaratıklarımızla gerçekten de gurur duyuyorum. Daha nice beraber yaratacak olduklarımıza... Merhaba...



Etiketler: kültür sanat
İstihdam