23/03/2020 | Yazar: Kaos GL

Türkiye’de yaşayan LGBTİ+ mültecilerin katkılarıyla “Gökkuşağı Sınır Tanımaz” temalı özel bir sayı yayımlayan Kaos GL Dergi’de Shaya anlatıyor.

“Bana yabancı diyorsunuz sanki burası benim de şehrim değil” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Ben Shaya. İranlı bir trans. Tüm önyargıları ve hatta kendi cinsiyetimi bir kenara koydum ve tüm bunların ötesine geçtim.

Şimdi hayallerimi ellerinde taşıyan bir kadınım ve kederimden kaçmıyorum. Geçmişimden ve olduğum şeyden, çocukluğumdan, tüm korkularımdan, okula gitmeye korkmaktan ve benimle dalga geçen okul arkadaşlarından, ailemin suçlamalarından, dramatik bir şekilde diğerlerinden farklı hissetmekten kaçmıyorum.

Üniversite öğrencisiyken yaşadığım günlerin korkusu. Kendimi tanımladığım günlerin korkusu. Ailemle kendim hakkında konuştuğum gecelerin korku. Dışlanma ve yalnız kalma korkusu. Mahkemelerin ve Adli Tıp Kurumu’nun korkusu. Ameliyathanenin ve oradaki acının korkusu…

Yeni bir yaşam ve/veya yeni aşk korkusu...

Beni anlamayan cahil bir toplumun kültürünün ve önyargılarının korkusu…

Hayatımı sadece bir valizde toplama korkusu ... Vedalaşma korkusu… Havalimanı… Yabancı bir ülke…

Uçağa bindim ve vatanımdan ayrıldım. Uçak İstanbul Havaalanına indi. Sanki Türkiye o yılın kışın her zamankinden daha soğuktu. Pasaportum damgalandı: 08/02/2016. O zamandan beri uzun zaman oldu. Yalnızlık ve belirsiz bir kadere dair her saniye içinde bulunduğum korkumu hatırlayabiliyorum.

Şimdi yabancı bir ülkede yaşıyorum. Anavatanımı kendime, aileme, topluma ve yaşamın sertliğine bir itiraz olarak bıraktım. Şimdi, sizin gibi giyinebilir ve davranabilirim. Dilinizi biliyorum ve konuşabiliyorum. Fakat bana yine de yabancı diyorsunuz. Sanki bu benim de şehrim değil. Sanki havasına, suyuna, toprağına ve güneşine alışmamışım gibi. Benim için Türkiye acı tatlı hatıralarla dolu. Burada hayatımın bir parçası olan pek çok arkadaşım var. Kendimizi vatansızlıktan korumak için kendimize bir aile yaptık. Fakat buradaki yaşam da kendim olmama ve özgürce nefes almama izin vermedi. 

Burada kendimle baş başayım, hayatım beni nihayetinde nereye sürüklediğini bilmediğim bir araf…

Çok zor zamanlarda bile bir sığınak, bir çatı ve bir dilim ekmek için çalışıyorum…

Türkiye'de çalışmak çok zor. Bunu daha önce hiç yaşamadım. Uzun ve zor çalışma saatlerine eşlik eden bazen mümkün olan en düşük ücretler. Ama eskiden de şimdi de hayalim olan bir gelecek oluşturma umudumu kaybetmedim.

Fakat hayat sanki bir trenle aynı raylarda hareket etmiyormuş gibi görünüyor. Bazen hayatın treni bir anda yuvarlanıverir…

“Avukatların ve ilgili kuruluşların yardımı ile inanılmaz şekilde havaalanı yolundan karakola geri döndük”

Çalışma iznim olmadığı için Türk polisi tarafından tutuklandım ve hayatım hapsedildi. Tutuklandığım gece karakola nakledildim. Orada başkaları da vardı. Hava buz gibiydi. Zaman geçmedi ve sabah olmadı. Sabah özgür kalacağımı düşünüyordum fakat başka bir şey oldu.

Üç gündür oradaydım. Üçüncü gün, inanılmaz bir şekilde Türkiye'den sınırdışı edildiğim söylendi. Sanki bir hayat yaşadığım için beni cezalandırmak istiyorlarmış gibi. Kendimi masum ve evsiz hissettim. Geleceğimi korumak için onların yardımlarına başvurduğum ilk günleri hatırlıyorum çünkü İran'daki geçmişim gibi olmasını istememiştim, ama bana düşman kesilmişlerdi.

Başım dönüyordu ve dünya da kafamın etrafında dönüyordu. Gözlerim açıldığında hastanede, yataktaydım. Kelepçelerin ağırlığı beni rahatsız etti. "Belki birini öldürdüm ama farkında değilim!" diye düşündüm. 

Polis karakoluna geri döndüğümüzde, bana yardım etmeye gelen birçok insan vardı. Bazılarını tanıyordum ve birçoğunu görmemiştim. Bunların arasında arkadaşlarım, İranlılar ve bazı avukatlar vardı. Sadece korkuyordum. Arabaya bindiğimde, ağlayan ve adımı haykıran arkadaşlarımın solmuş bir görüntüsünü hatırlıyordum. Ve onları ne kadar özleyeceğimi düşünüyordum. Araba havaalanına gidiyordu ve sadece bir “ben”, elbisem ve bir çantam vardı. Hayatıma şekil vermek için çok acı çektiğim yerde yalnız bırakıyordum. 

Bir kâbus gördüğümü hissediyordum. Ama neden uyanamıyordum? Ağlıyor ve yolun her yerindeki memurlara yalvarıyordum…

Dosyamın farkında olan avukatların ve ilgili kuruluşların yardımı ile inanılmaz şekilde havaalanı yolundan karakola geri döndük. Benim için inanılmazdı. Bütün gece gözümü kırpmadım, bir daha kabus görmemek için.

Arkadaşlarım karakolunun dışında beni bekliyorlardı.

Bir gün sonra avukatımı görmeyi başardım. Zihnim biraz rahatladı. Avukatım beni sınır dışı etmelerini önlemek için elinden gelenin en iyisini yapacağına söz verdi. Ancak, gece yarısı, transfer için kampa bir araba geldi. Ancak beni çok uzakta olan İstanbul'a götürmelerini beklemiyordum ve orada yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Kimse bana nereye götürüldüğüme dair bir cevap vermedi... Gece yarısı kimse bir şey yapamadı ve ertesi günü beklemek zorunda kaldım…

Sabah İstanbul'a vardık. Ziyaret etmek için her zaman heyecanlandığım bir şehir şimdi benim için korkunçtu. Şehrin dışında, deniz kenarındaki devasa bir binaya geldik. Ama benim için bu tür bir sessizlik ve inziva korkunçtu. Gözyaşı dökerken dilim tutulmuştu. Benimle ne yapacaklardı?

Oraya girip ayrılmam 19 gün sürdü. Ancak birkaç yıl sürdüğünü hissettim. Ne ne olacağını ne de benimle ne yapacaklarını biliyordum. Evimi, dostlarımı ve şehrimin sokaklarında dolaşmayı özlemiştim. Ama ordaydım, uzun saatler boyunca yatağımda oturarak ve pencerelerin arkasından denize bakarak. Teknelerin özgür olduğunu görebiliyordum. Ben de buraya özgür yaşamaya gelmiştim. Buraya yıllarca tutulduğum kafesten uzağa uçmaya gelmiştim. Şimdi yine başka bir kafeste yakalandım. Korkular, aklımın bir an için rahat olmasına izin vermiyordu. Rüyalarım rahatsız ediciydi. Şimdi bile kabus görüyorum ve günlerim gözyaşı ve endişe ile dolu. Farklı dil ve renklere sahip birçok insan gördüm. Hepimiz aynı yerdeydik. Her ne kadar farklı ıstıraplarımız olsa da şimdi cezaevinde birbirimize sempati duyuyorduk. Hayatın bana öğrettiği yeni şey neydi? Öğrenemediğim diğer şeyler neydi? Hayatımda daha önce gerçekleşmemiş olan ne olmalıydı? Tanrıma sarılıyordum “neden bana bu şekilde davranıyorsun? Hayattan çok mu fazlasını bekliyorum?”

Gerçekten annemi, babamı ve kız kardeşlerimi özlemiştim. Durumum hakkında kimsenin haberinin olmamasını istedim…

Bana çok yardımcı olan iyi insanlar ile tanıştım. Bana dostça davranan herkesten çok şey öğrendim ve diğerlerine yardım etmek için elimden geleni yaptım. Zihnimde bir gariplik vardı ama orada bana inananlar için bir sabır taşı olmaya çalıştım.

“Türkiye'deki kaderim belirsiz…”

Sonunda, günler geçti ve beni şehrime dönmem için serbest bıraktılar. Sokaklarda dolaştığıma, arkadaşlarımı ziyaret ettiğime, evimde oturduğuma ve derin bir nefes aldığıma inanamadım!

Ama ben orada bitmedim. Yeni sorunların ortaya çıktığı görülüyordu. Birkaç kez imza atmak için İstanbul'a gittim ve şehrimde imza atmama izin verdiklerinde memur her gün oraya gitmemi istedi. O zamandan beri, her gün imza atmak için müdürlüğe gidiyorum. İşim yok ve hayatım iyi gitmiyor. Türkiye'deki kaderim belirsiz ve ne zaman netleşeceğini bilmiyorum. Trump göreve geldikten sonra tüm mülteci dosyaları durduruldu ve hepimiz ıstırap veren bir belirsizlik içerisindeyiz. Türkiye'de kendi ülkelerinden buraya gelen ve dolaşıp duran birçok insan için, hayat her geçen gün zorlaşıyor.

Yazıp okuyarak kendimi eğlendiriyorum. Benim gibi insanlara yardım ediyorum ve başkalarını insan haklarımıza alıştırmaya ve onların sahip oldukları gibi yaşamaya hakkımız olduğuna alıştırmaya çalışıyorum ve onlara bizi kendileri gibi görmelerini söylüyorum. Gelecek için umutluyum. Yolda hangi güzel günlerin olduğunu biliyorum ve o günleri bekliyorum. Bu yıllarda öğrendiklerimi unutmak istemiyorum ve bu şehirden güzel anılarla ayrılmak, size hoşça kal demek istiyorum.

“Gökkuşağı Sınır Tanımaz” özel sayısına ArapçaFarsça ve İngilizce burada yer alan linklerden erişebilirsiniz. 


Etiketler: insan hakları, mülteci
nefret