13/04/2006 | Yazar: Kaos GL

‘Çocukken "erkek" gibiydim belki. Öyle ya bacaklarımın arasında babamınkinden vardı ve büllüğüm gururla evimize gelen her konuğa gösterilmeliydi.

‘Çocukken "erkek" gibiydim belki. Öyle ya bacaklarımın arasında babamınkinden vardı ve büllüğüm gururla evimize gelen her konuğa gösterilmeliydi. Babam, farkında değildi ama ben bacak arasındaki yaratığın sadece bende ve babamda olduğunu düşünmüş, sonra da madem bu denli hayran olunası bir şey, o zaman ben de aynı büllükten olanlara aşık olurum fikrini o günlerde geliştirmiştim.’


KAOS GL

Şarmut A. İKARUS


Daha genç ve kırılmaya daha çok müsait olduğum yıllarda babam bana bir öğüt verdiydi, kulağımda çınlar durur: "Oğlum birilerini hor görmeden önce, senin çantada keklik bildiğin olanaklara sahip olmamış olabileceklerini aklından çıkarma sakın! Ha bir de; aşkta seni göze alamayacak denli yüreği dar olanlarla vakit yitirme!"
Çok mu vaki yitirmişti babam da ondan böyle bir öğüdü vermekle bana zaman kazandırmak istiyordu, bunu şimdi bilmiyorum ya da şimdi anlamaya çalışıyorum. Aynı babam, anneme bir gün, "Yahu hanım, bizim oğlan niye evlenmiyor? "Karışık" olmasın sakın?" diye yakınıp hayıflanmış, anam da yememiş içmemiş bana yetiştirmişti babamın endişesini, hani ben "karışık" olmadığımı kanıtlamak için bir an önce bana yakıştığını zannettikleri adaylarda biriyle evlenmeyi kabul edivereyim diye.
Ben bunun için öldürmedim babamı.
Babam, hakkımdaki endişesi yüzünden değil de, verdiği değerli öğüde karşın, kendisi iyi bir baba olamadı diye, onun için yaptığım hiçbir şeyin değerini bilmedi diye ve beni bir gün olsun "oğlum" diyerek gururla sevmedi diye gözümden düşmüştü. Oysa dört kız ardında olmuştum ve "erkek adamın erkek çocuğu olur" diye onu aşağılamaya yeltenene arkadaşlarına karşı babamın gururla söz edeceği bir "erkek" evlattım işte. Sahiplenmedi beni.
Bunun için de öldürmedim babamı.
Çocukken "erkek" gibiydim belki. Öyle ya bacaklarımın arasında babamınkinden vardı ve büllüğüm gururla evimize gelen her konuğa gösterilmeliydi. Babam, farkında değildi ama ben bacak arasındaki yaratığın sadece bende ve babamda olduğunu düşünmüş, sonra da madem bu denli hayran olunası bir şey, o zaman ben de aynı büllükten olanlara aşık olurum fikrini o günlerde geliştirmiştim. Ama ben babamdan bunun için de nefret etmedim. O "baba" olmayı becerememişti. Daha sonra yatılı okul arkadaşlarımın bana edebiyat dersinde okuduğumuz romanın kahramanının adını değiştirip "Gey Jatsby" adını takmalarından hiç gocunmadım. Gey Jatsby de olsam, bir babaya gereksinmem vardı. Bu yüzden, cismi var kendi yok babamdan nefret etmekle ve kadınların çoğunlukta olduğu dünyamda toplumun istediği bir erkek kimliğini edinmeyi reddettikçe kavileşen kendi cinsime duyduğum ilgi, daha sonra babama aldırmamaya , daha sonra babamı hoş görmeye, daha sonra da babama acımaya kadar getirdi beni. Ölüm döşeğindeydi babam, benim ona zaman ayıramayışımdan yakınan herhangi bir zavallı ihtiyardı sadece ve zaten ölecekti üstelik. Öyle işte. Değil işte.
Ama onu benim öldürmem gerekiyordu. Bir geceyi, o geceyi hiç mi hiç unutamıyorum. Zavallı ihtiyar, ölmekte, ama bir an önce ölmeli.
Hadi ben ranza demirleri arasında kafamı başucumdaki ranzadaki sınıf arkadaşımın özel alanına, aura'sına, onun başını koyduğu yastığına doğru uzattım, hadi benim kocakafam o daracık ranza demirleri arasından canımı yaka yaka geçti ve Cengiz'in yastığının üstünde aldı soluğu… o Cengiz, niye yapıştırdı dudaklarını dudaklarıma peki?
Cengiz'in dudakları deus ex machina'ydı, yani karar vermemde ilk noktaydı, yani cinsel kimliğim konusunda ilkti ve en güzel ve en unutulmayası taddı. Ve dolayısıyla, Allah kahretsin ki, ilkörneksel bir bellek yarattı, allahın cezası ki onun kokusuna, onun after şeyvine benzer her şeye ve herkese meyleder oldum; O halde Şarmuta'nın tarihinde kendini Cengiz'e hazırlamakla geçen bir çocukluk ve o meş'um öpücükten sonra şekillenen ve kesinleşen bir tercih söz konusuydu. Artık, Şarmuta kendi cinsine ilgi duyduğunu dudağına yapışan o canım cengiz dudaklarla tescilleşmişti. Karar alınmıştı. Bundan sonrası o dudak tadını aramakla geçecekti. Çünkü Cengiz, dudaklarını ağzıma yapıştırıp sonra da çekmişti.
Lütuf muydu o dudaklar? Nereden çıktı böyle bir soru demeyin. Lütuf muydu o dudaklar ki Cengiz, ablamın Almanya'dan gönderdiği ve 1970 yılındaki Türkiye'nin hiçbir yerinde, hele hele bir yatılı okulun yatakhanesinde hiç mi hiç bulunmayan bir after shave'i kullanabilmek için benim ve gey yüreğime ümit üstüne ümit sıkıştırıp dursun, ha? Yoksa niye ha?
Hayır onu ben öldürmedim. Cengiz'i ben öldürmedim.
Şimdi, zap zap da zap, sanal TV dünyaları içinde sörf yapıyorsam tek sorumlusu Cengiz mi? Evet. Hayır. Babam mı? Evet. Hayır.
Lütfen, lütfen, kurmaca ile gerçeği karıştırmayalım. Ben onu niye öldüreyim ki? En çok ve ilk kez onu sevmişken, değil mi ama?
Hem ne zaman damladı ki kıpkırmızı şarap pür-ü pak tenime? Ne zaman ha? Kim mesul? Cengiz mi? Babam mı? Maraşlıların dediği gibi, "ziktirsin gitsin ikisi de!" Ne babam, ne de Cengiz'dir mesulu. Benim irademdi beni GEY yapan. Onlar sadece, evet sadece araç oldular, evet sadece kendimi olumlayabilmem için birer kal'a gibi dikilip tezimi kanıtlamamda araç oldular. O kadar. O kadar. SHIT. THEY BOTH CAN GO TO HELL.
Hayır, niye seslerini çıkarmadılar? Niye gık demediler? Yani, Cengiz diyorum, tuvalette ben ona doğru uzandığımda neden beni yüzükoyun döndürüp de arkama, iki kenetimin arasına girmeye çalıştı ha? Madem öyle işte, niye böyle oldu?
Ya babam? Neden, ben daha 11 yaşında, yatılı okuldan ilk yaz tatilim için döndüğümde Ankara'ya ve ev kalabalık olduğu için aynı pirinç karyolayı paylaşmak zorunda kaldığımızda bacak arasının sıcaklığını benden esirgemedi ha? Neden? Neden ben onun bacak arasına iki kenetimi sıkıştırmaya çalıştıkça, o beni itmedi. Biliyorum, çok iyi de anımsıyorum, o gece babam alkollü değildi, sarhoş değildi yani, ben iki kenetimi onun bacak arasına yerleştirmeye çalışırken o, evet o çocukluğumu zindan eden babam, neden bacak arasının sıcaklığını benden esirgemedi?
Babamı öldürmemin sebebi bu değil ama.
Cengiz'i yatılı okuldaki ilk aşkımı unutamıyorum bir türlü.
Yatılı okulda mezun olalı on yıl olmuş. Ne çabuk geçti bunca yıl diye düşünürken, bir sınıf arkadaşım telefon etti.
"Şarmuta, bu Pazar İstanbul'da buluşacağız. Onuncu mezuniyet yılımızı kutlayacağız. Bütün sınıfın katılmasını sağlamaya çalışıyorum."
İçim kıpır kıpır Cengiz'i göreceğim diye. Tabii gelirim, dedim. Cengiz, evlenmiş barklanmış, iki çocuk ve büyük bir şirketin sahibi. İrelmiş, kalınlaşmış, göbek bağlamış. Saçı başı dökülmüş. Beni görmezden gelemedi ama hasretle de sarılmadı doğrusu nasılım, neyim merak etmedi. Yemekli toplantının yapıldığı lokalde, toplantıyı düzenleyen arkadaşım yemek bitmek üzereyken ayağa kalkıp "Şarmuta'nın sesini çok özledik değil mi arkadaşlar. Hadi Şarmuta, bize eski günlerde olduğu gibi bir şarkı söyle, kendi şarkılarından," dedi.
Söyledim şarkımı. Her zaman olduğu gibi alkışımı da aldım. Cengiz alkışlamadı. Ben şarkı söylerken başını kaldırıp da yüzüme bile bakmadı. Şarkım ve alkışlar biter bitmez vurma sırası bana gelmişti. Vuracaktım. Vurmalıydım. Her şey zannedildiği gibi değildi çünkü. Her şey zannedildiği gibi zannedilmemeli çünkü. Canıma tak etmiş. Canım, ya da canı birilerinin yanmalı.
"Sevgili arkadaşlar. Bunca yıl sonra biraraya gelebilmek ne güzel. Ama bu gece, kendimi olumlamak adına size bir itirafta bulunacağım. Ben Gey'im. İbneyim anlayacağınız. Bu okula gelmeden önce bilmiyordum ama Cengiz'le yaşadığım ilk cinsel ilişkiden sonra emin oldum. Kendisine huzurlarınızda teşekkür ederim."
Bilemezdim. Cengiz'in o toplantıdan önce iki kez kalp krizi geçirdiğini bilemezdim.
Onu ben öldürmedim.
Babama ise öğüdü için ve bacak aramdakinin kıymetini bana öğrettiği için minnettar olmam gerektiğini düşünebilirsiniz ama bana verdiği öğüde kendisinin uymadığını yatılı okuldan döndüğüm ilk tatilde anladım.
Babam, anneme zul'mediyordu. Yoksul bir aileden gelme dünyalar güzeli annemi hep ezmiş ve başına kakmıştı onu sahiplenip yoksulluktan nasıl da çekip çıkardığını.
Yatılı okuldan tatil için döndüğüm o unutamadığım gece eve çok geç geldi babam. Benim uyuduğumu sanıyordu ya da kapımın aralık olduğunun farkına varamayacak denli sarhoştu yine. Tuhaf sesler geliyordu annemle babamın yatak odasından. Yavaşça süzülüp çıktım yatağımdan ve kapı aralığından gördüm babamın annemin üzerine çullandığını.
Annem: "Yapma herif, çocuklar uyanacak," dedi usulca.
Babam bir elinde içki şişesi, öteki eli burnunda annemin kadife teni üzerinde gidip geliyordu. Annemin başı yan tarafa düştü. Ağladığını gördüm. Ağladığını gördüğümü gördü. Ses etmedi. Ses etmedim. Usulca yatağıma gömüldüm gözyaşları içinde.
Babamın öğüdü kulaklarımda çınlıyordu ama şimdi anlıyorum, asıl babam annemi göze alamamıştı. Kendine ihanet etmişti babam.
Yine de onu ben öldürdüm diyemem. Hastanede ölümle pençeleşiyordu babam, daha doğrusu hayatla pençeleşiyordu. Ziyaretine gittim. Ablam, doktorun yanına gittiğinde yakaladım fırsatı. Kolunda serum ölüm kalım savaşı veren babamın kulağına eğildim. Onu öpeceğim ya da kulağına sevgi sözcükleri fısıldayacağım sandı. Yüzüne bir gülümseme yayıldı. Kararlıydım. Ölecekse de bir şeyleri bilmeliydi.
"Baba, sen annemi hiç, ama hiç hak etmedin. Onun ırzına geçtiğin gecelerden birine tanık oldum ben, aralık kapıdan bakıyordum baba, hatırladın mı, hatırla lütfen, hani anneme gidip geliyordun da bir taraftan da burnunu karıştırıyordun. Anneme burnundaki pislik kadar önem vermiyordun sen, bok herif… Ayrıca babacığım, ben karışık değilim. İbneyim. Duydun mu? İbneyim… Hı? Bu gerçeğin seni ne denli sarstığını farkındayım canım babacığım, erkim benim, yapıntı erkek seni."
"Duydun mu baba, ben ibneyim, senin bildiğin anlamında değil ama. İbneyim ve gururluyum. Benim anladığım anlamda ise asıl ibne sensin, duydun mu domuz herif, duydunsa elimi sık, anladıysan beni, elimi birazcık olsa da sık lütfen. Öyle kaskatı durma lütfen sık elimi, konuşamıyorsan bile sık elimi, gururluyum diyorum sana, ben ibneyim, ben ibne olduğum için bayılan çok bana. Lütfen Şarmuta, bir çocuğun olmalı senin dölünden türeyen ya da senin bedeninden türeyen diye ısrar eden bile ırzıma geçti baba. Ayıp olur onlara böyle dersem. Ne demek ırzıma geçti, pardon babacığım? Hayır, bal gibi ben de istedim ki onlarla ben bir olayım. Ama neden böyle kötü davrandılar bunu yaparken. Neden ibne olduklarını anladıklarında bu denli zalim oldular? Bu yüzden daha fazla ısrar etme ve bir tepi var ibne herif, puşt ibne!"
Birkaç kez titredi, sarsıldı ve sonra da faltaşı gibi gözlerini ve üstü benek benek olmuş jelatin gibi bir deriyle kaplı ve kemik yığınından başka bir şeye benzemeyen elini uzatıp hareketsiz kalakaldı zavallı ihtiyar.
Ondan intikamımı almıştım.
Galiba.
Allah rızası için, daha ne kadar sürecek bu riya.
Sevdiğim, beni herkesten gizlice beceren oğlum, evet oğlum, oğlum ne aman dikilecek karşıma da haykıracak beni ne denli sevdiğini. Allah kahretsin ve afedersiniz, biz bilmiyordum erkek erkeğe ensestin bu denli ayıp olduğunu. Afedersiniz. Lütfen affedin. Nereye kaçtı? Hangi derede temizledi kendini?
Cengiz'i, babamı ben öldürmedim, bunu biliyorum. Ama öğüdü hâlâ kulaklarımda. Yine de o öğüt sayesinde daha iyi bir insanım ben şimdi. Beni göze alamayanlardan sevgili tutmuyorum. Sevgililerimi, onları biraz ürkütsem de, göze alıyorum ve gey olsun olmasın, hayatta benim kadar şanslı olamamış insanları hor görmüyorum. Bu yüzden, aynada gördüğümle barışığım ve eskiden olduğu denli kırılgan değilim.
Ben kimseyi öldürmedim. Ben oğlumu özledim.


''* Amerikalı yazar F.S. Scott Fitzgerald'ın ünlü "Muhteşem Gatsby" (1925) adlı romanının baş karakteri Jay Gatsby'den mülhem.''




Etiketler: kültür sanat
nefret