03/06/2020 | Yazar: Kaos GL

Mülteci kimliğinin taşıyıcısı olarak LGBTİ+ mülteciler şehirlerin hâkim mülteci ve LGBTİ+ algılarına çentik atan, kuvvetli bir politik dönüştürücülüğün sahibi aktif özneler.

“Beklerken” dönüştürenler: Türkiye’deki LGBTİ+ mülteciler Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Covid-19 salgını dolayısıyla karantina günlerinde Kaos GL dergisinin “Queer Göç 2” dosya konulu 171. sayısı yazıları KaosGL.org okurlarıyla buluşuyor.

Kaos GL Mülteci Hakları Programı’ndan Hayriye Kara ve Sengül Kılınç yazdı:

Zorunlu göç, mültecilik, uluslararası koruma, geçici koruma gibi kavramlar Suriye iç savaşıyla birlikte son birkaç yılda Türkiye’deki ana akım insan hakları hareketinin gündemine gelmiş olsa da Türkiye’nin göç yolları üzerinde ve göç alan bir ülke olmasının tarihi oldukça eskidir. Buna rağmen Türkiye’nin uluslararası koruma ve mültecilik politikalarına baktığımızda bu politikaların “geçicilik” üzerine kurulduğunu görmekteyiz. Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi[1]’ne koyduğu coğrafi sınırlama sebebiyle Avrupa Konseyi Üye Ülkeler dışından gelen ve Türkiye’de sığınma talebinde bulunan mülteciler[2] için kalıcı bir çözüm yoktur, yani mülteciler ancak üçüncü bir ülkeye yerleştirilene kadar Türkiye’de kalabilmektedir.

Suriyeliler ise yıllarca hukuki olarak hiçbir karşılığı olmayan “misafir” olarak anıldıktan sonra 2014 yılında Geçici Koruma Yönetmeliği’nin yürürlüğe girmesiyle hukuki olarak karşılığı olan bir statü kazanmışlardır. Buna göre 2011 yılından bu yana, Türkiye’ye sığınan Suriyeliler “geçici” koruma altındadır.

Türkiye’de uluslararası koruma altında bulunan mültecilere -menşe ülkesi/vatansız ise önceki ikamet ülkesi fark etmeksizin- mevzuata göre belirli bir ilde ikamet etme ve bildirim yükümlülüğü getirilmektedir. Pratikte uydu il uygulaması olarak anılan bu durum Türkiye’ye özgüdür. Buna göre Türkiye’de bulunan mülteciler, uluslararası koruma başvurusu yaptıktan sonra Genel Müdürlük[3], yetki verilmesi halinde İl Müdürlükleri[4], tarafından belirlenen ile, kendilerine tanınan süre içerisinde kaydolmak zorundadır. Şu an için Ankara, İstanbul, İzmir ve turizmin yoğun olduğu iller uydu il değildir.

Mültecilerin neye göre hangi ile yönlendirileceği, yönlendirme yapılırken mültecilerin mensup oldukları sosyal grubun göz önüne alınıp alınmadığı ya da illerdeki yerel halkın mülteci komünitesi içindeki sosyal gruplara yaklaşımının yönlendirmede ne derece belirleyici olduğu konusunda bir açıklık ve uygulamada yeknesaklık yoktur. Yani LGBTİ+ mülteciler kimliklerine yönelik hiçbir değerlendirme yapılmadan rastgele herhangi bir ile gönderilebilmektedir. Üstelik illerde LGBTİ+’ların spesifik temel ihtiyaçlarına yönelik kamu kurumları tarafından sağlanan bir danışmanlık hizmeti de mevcut değildir. Kayıt olabilmek için adres bildirilmesi şart koşulmakta ancak LGBTİ+ olmaktan kaynaklı ev verilmemesi, ev kiralayabilecek maddi imkânın yoksun olma gibi sıkça deneyimlenen hallerde başvurulabilecek ya da LGBTİ+’lar için hangi alanların, semtlerin güvenli olduğu bilgisine erişilmesini sağlayacak herhangi bir danışmanlık hizmeti devlet tarafından verilmemekte ancak belirli illerde bulanan sivil toplum örgütlerinden çok sınırlı şekilde böyle bir danışmanlık alınabilmektedir.

Mazeretsiz olarak belirlenen süre içerisinde yönlendirildiği ile gitmeyen, bildirim yükümlülüğünü üç kez üst üste yerine getirmeyen ve ikamet ilini izinsiz terk eden mültecilerin başvurusu geri çekilmiş sayılmaktadır. Kayıtlı olunan ilin değiştirilmesi ise eğitim, sağlık hakkına erişim ya da aile birleşmesi gibi nedenlere bağlanmıştır. LGBTİ+ mültecilerin ikamet ili değişikliği ya da ikamet ili dışına çıkmak için izin talepleri ancak İl Müdürlükleri tarafından gerekçe uygun görüldüğü takdirde kabul edilmektedir. Elbette ki tüm bu aleyhe olan kararlar için yargı yoluna başvurmak mümkündür. Ancak farklı ayrımcılık temellerinin kesişimde yer alan LGBTİ+ mültecilerin adalete erişimleri de pratikte neredeyse imkânsızdır. Üstelik cezasızlık kültürü, mevzuatta açıkça yasaklanmayan ve mücadele konusu hiçbir devlet politikasında yer almayan cinsel yönelim/cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık ve nefret, önyargılardan arınmamış kamu pratiği nedeniyle hak aramanın sonucu LGBTİ+ mülteciler için cezalandırma olabilmektedir.

Mültecilerin sıkça duyduğu bir cümle: “sığınma hak yerleştirilme hak değil…” Geçicilik üzerine kurulmuş hâkim politika bu uygulamayı kontrol ve güvenlik gerekçesiyle meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Yıllar alan üçüncü ülkeye yerleştirilme ki yıllar geçse bile kesin olmayan bu süreç boyunca belirlenen ilde ikamet, bildirim yükümlülüğü ve her il dışına çıkmaya ihtiyaç duyulduğunda izin için başvuru yapmak zorunda olmak ikamet ilini açık hava hapishanesine çevirmektedir. Bu yanıyla LGBTİ+ mülteciler Türkiye’de yasal bir araftadırlar.

Uydu Mekânsallıkta Dayanışma ve Destek Ağları

Türkiye’deki sığınma sisteminde hak ve hizmetlere erişimde esas olan kayıt olunan şehirde bu hak ve hizmetlere erişimin mümkün olması demek olduğundan, hangi şehre kayıt olunacağı çok kritiktir. Bu aşamada mülteci LGBTİ+’ların şehir tercihlerini tayin eden birden fazla parametre söz konusudur. Gelinen ülkede mevcut LGBTİ+ örgütleri ve dayanışma ağlarının -ki bu Türkiye örneğinde ağırlıkla İranlı LGBTİ+’ların sahip olabildiği bir mekanizmadır- devamı niteliğinde olan diaspora benzeri mülteci LGBTİ+ komünitelerinin varlığı bu parametrelerden biridir. Söz konusu komüniteler yıllar içinde değişen şehirlerde yoğunlaşmışsa da Denizli, Eskişehir ve Yalova halihazırda bu yoğunluğun mevcut olduğu üç asıl şehirdir. Dayanışma ağlarının da bu şehirlerde birikmiş olması ve gelinen ülkeden sahip olunan sosyal ağların ve kişilerin varlıkları bu şehirlerin tercih edilme sebeplerini güncel tutan başka bir etmendir.

Yine de yukarıda da değinildiği şekilde LGBTİ+ mültecilerin şehir tercih ve önceliklerinin hiçbir şekilde gözetilmediği ve hangi şehre kayıt olunabileceğine dair nihai kararın kamu tarafından tayin edildiği bir düzlemdir söz konusu olan. Bu düzlemde birçok durumda kayıt olmaları için yönlendirildikleri şehirde hâkim “muhafazakâr, ahlakçı” kodların LGBTİ+’ların yaşam alanlarına ne düzeyde tehdit oluşturacağının ya da şehrin istihdam olanak/olanaksızlıklarının dikkate alınmaması sonucunda küçük şehirlerde yaşamak zorunda kalabilen LGBTİ+ mültecilerin bu şehirlerin “görünür kimlik” dizgeleri üzerinde çok önemli etkileri söz konusu olabiliyor.

Bu anlamda yabancı düşmanlığına eklemlenmiş homofobi, bifobi ve transfobinin hâkim etkilerini azaltmak için LGBTİ+ mültecilerin gündelik yaşamda başvurdukları stratejileri/baş etme mekanizmaları mevcut. “Dikkat çekmemek” için sarf edilen bu çaba ev sahibiyle karşılaşmamak adına kirayı geciktirmemek için gösterilen üst düzey bir ihtimam, komşular tarafından “fişlenmemek” için evde perdelerin sürekli kapalı tutulması ya da sosyal hayatta karşılaşılan kişilerden sığınma sebebinin saklı tutulması gibi türlü biçimlerde açığa çıkabiliyor. Fakat tam da bu noktada şehrin küçüklüğüyle ters orantılı bir şekilde yine de kendini dayatan “zorunlu” görünürlük halleri o şehirdeki Türkiyelilerin LGBTİ+ algısını dönüştürme potansiyeline de sahip. Bir anlamda büyük şehirlerde yaşam kurabilme ihtimalinin önünde herhangi bir “resmi” hareket kısıtlılığı bulunmayan Türkiyeli LGBTİ+’ların boşalttığı “görünür” konum, kayıtlı oldukları ilden izinsiz çıkamadıkları için mecburen o ilde var olmak durumunda olan LGBTİ+ mültecilerin elinde politik bir imkana, olumsallığa evrilebilmekte. Denizli’de birkaç yıl önce Onur haftasında Türkçe sloganlardan fazla Farsça sloganların duyulması bunun çok berrak örneklerinden biri sadece. Yani hâkim mülteci temsilinde “insani yardım figürüne” indirgenen, her daim “mahzun, mazlum yoksun ve müteşekkir olması beklenen” bir “kimliğin”- mülteci kimliğinin taşıyıcısı olarak LGBTİ+ mülteciler şehirlerin hâkim mülteci ve LGBTİ+ algılarına çentik atan, kuvvetli bir politik dönüştürücülüğün sahibi aktif özneler.

Mültecilerin ihtiyaç duyduğu destek mekanizmalarının sığınma sistemi içindeki yokluğu, var olsa dahi LGBTİ+ mülteciler söz konusu olduğunda ne derece erişilebilir olduğunun tartışmalı olması örgütlenme, biraraya gelme hallerini hayati kılıyor. Zira doğru bilgi ve destek araçlarının dolaşımda olduğu alanlar söz konusu bu ağlar ve yoklukları birçok veçhesiyle tehditlere, istismara olan açıklığı, maruziyeti arttırıyor. İranlı LGBTİ+ mülteciler İran’daki güçlü LGBTİ+ örgütlenmesinin de etkisiyle Türkiye’deki sığınma prosedürüne, hangi illerde daha “rahat edip” iş bulabileceklerine dair pek çok bilgi ve fikre henüz Türkiye’ye gelmeden sahip olabilir ve sığınma başvurusunun ilk evrelerinde destek görebildikleri başka pek çok LGBTİ+ İranlı ile temasa geçebilirken Iraklı ya da Suriyeli denkleri için aynı şeyi söyleyebilmek mümkün olamıyor. Örgütlülük anlamındaki bu farkın kendisi sistemin dayattığı zorlukların özellikle Türkiye’deki Arapça konuşan LGBTİ+ mülteciler için daha ağır bir şekilde deneyimlenmesine kapı aralıyor. Benzer bir örgütlenme, dayanışma ağının var edilmesi aşamasında Kaos GL ve Mülteci Hakları Programı olarak “biz ne yapabiliriz”, “bu anlamda nasıl bir kolaylaştırıcı rol üstlenebiliriz” sorusu politik masamızın üzerindeki bir mevzu. Zira örgütlülüğün ve bilgi-dayanışma ağlarının parçası olmanın yeri geldiğinde geri göndermeye karşı bile kalkan oluşturucu etkileri mevcut. Orta ve uzun vadedeki politikalarımızdan bir diğeri de Kaos GL’nin bu örgütlenme ve yan yana gelme deneyiminin Arapça konuşan LGBTİ+lar için de gerçekleşebilmesinde aracı bir rol üstlenebilmek.



[1] Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme.

[2] Bu yazıda “mülteci” ifadesi Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda geçtiği şekilde “Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle” Türkiye’ye sığınma başvurusunda bulunmuş kişilere tanınabilecek hukuki bir statü olarak değil, uluslararası hukukta tanımlanmış mültecilik hallerini taşıyan herkese işaret eden politik bir kavram olarak kullanılmaktadır.

[3] Göç İdaresi Genel Müdürlüğü

[4] İl Göç İdaresi Müdürlüğü


Etiketler: insan hakları, mülteci
nefret