07/11/2012 | Yazar: Esmeray

Ben Kars’ın merkez bir köyünde dünyaya geldim. Kürt bir ailenin çocuğuyum. Evde annem, babam, dedem, ninem herkes Kürtçe konuşuyordu.

Ben Kars’ın merkez bir köyünde dünyaya geldim. Kürt bir ailenin çocuğuyum. Evde annem, babam, dedem, ninem herkes Kürtçe konuşuyordu. Doğal olarak bu dil benim anadilim. Büyüdükçe dışarı çıkmaya başladım ve Kürtçeden farklı olarak Azeri dilinde konuşulduğunu öğrendim. Köyümüzün yarısı Kürt yarısı Azeri olduğu için aslında iki kültürle birlikte büyüyorduk. 
Okula başlarken Kürtçe tamamen yasaklanmıştı. Okulda artık hiçbir şekilde Kürtçe konuşulmuyordu. Hatta yanımdaki sıra arkadaşımla Kürtçe konuştuğumda diğer sıradaki çocuklar parmak kaldırıp beni Kürtçe konuştuğum için şikâyet ediyorlardı. Sırf bu yüzden ellerime copla vurulduğunu biliyorum. Ellerimizi yumuk yaptırıp parmaklarımıza tahta ile vuruyorlardı. 
Biz böyle büyüdük işte. Öyle bir hâle geldik ki anadilimizi konuşuyor olmaktan utanıyorduk. Hatta Azericenin dışına çıkıp güzel Türkçeyi konuşmak bir lüks olmuştu bizim için. Herkes bunun için yarışıyordu. Hayatımın belli bir noktasına kadar Kürtçe konuşmaktan hatta Azerice konuşmaktan utanıyordum. Oysaki eve gittiğimde dedelerimiz, ninelerimiz bize Kürtçe fıkralar ve hikâyeler anlatırdı. Kürtçe atasözleri Kürtçe deyimler, Kürtçe tekerlemeler vardı. Ama dediğim gibi Kürtçeyi bize utanılacak bir dil olduğunu öğrettikleri için bu güzelim tekerlemeler ve masallar belli bir yaştan sonra bize hoş gelmemeye başladı.
Daha da büyüyüp bilinçlenince aslında anadilimizin olduğunu, bu dile sahip çıkmamız gerektiğini algıladığımız bir politik durum oluştu. Tam da şu anda Kürt sorunu diye yaşadığımız şey, çocukluğumuzdan beri farkında olduğumuz ve o günden beri mücadele ettiğimiz bir durum. Yani Efendiler, bu bizim anadilimiz. Sizler, Ahmet Altan’ın bir yazısında dediği gibi “kim oluyorsunuz, bizim anadilimizi bize geri verme hakkına sahip oluyorsunuz?” oturun oturduğunuz yerde, bir düşünün! Benim anadilimi nasıl bana seçmeli ders yaptırıyorsun? Seçmeli dersi bilmediğin bir dil için yaparsın. 
Tam da bu noktada benim çocukluğumda yaşadığımı yaşayanlar bir sürü politik nedenlerle cezaevine girdiler ve diyorlar ki, “ben anadilimde konuşmak istiyorum!” ve diyorlar ki, “benim anadilimi yasaklarsanız ben ölürüm!” Açlık grevlerinin temel nedenleri budur. Bu nedenler yanında tabii ki “tecridin kaldırılması, cezaevindeki koşulların iyileştirilmesi”... 

Efendiler, bu insanların talepleri var. Bu talepleri için saniye saniye ölüme gitmeyi göze almışlar. Binlerce, yüzlerce kişi var. Ben yazıyı yazdığım şu anlarda o insanlar orucun 54. günündeler ve çoğunun bilinci kaybolmuş, çoğu kan kusuyor. Derhal bir şeyler yapmanız lazım. Biz sizden bunu bekliyoruz. Ama bir bakıyoruz ki, bizim başbakanımız çıkıyor diyor ki, “tek bir kişi ölüm orucunda, diğerleri değil!” Artık sağır sultan bile duydu. İnsanlar ölümle burun buruna! Bunun vebalini nasıl taşıyacaksınız? Tıpkı Uludere’de öldürdüğünüz o insanların eli nasıl yakanızda olacaksa, (ölüm orucunda eğer derhal bir şeyler yapılmazsa insanlar ölecek) bu eylemlerde ölecek insanların da ellerini yakanızda olacak! Hatta bitirmek istemediğiniz bu savaşta ölen askerlerin de elleri yakanızda olacak! Çünkü sizlerin çocukları ölmüyor. Allem edip kullem edip kendi çocuklarınız askerlikten muaf ediyorsunuz. Geriye kalan sermayedaşlarınız, çocuklarını da para vererek kurtarıyor askerlikten. Sizin tuzunuz kuru. Artık yeter! Derhal bu insanların taleplerini yerine getirip tam da bu noktada eğer ki bir barış olmasını istiyorsanız , harekete geçmeniz lazım! Aksi takdirde önünü alamayacağınız bir felakete doğru gideceğiz hepimiz! Ne siz koltuğunuzda ahkâm kesebileceksiniz, ne de biz evlerimizde rahat uyuyabileceğiz!  


Etiketler:
İstihdam