27/06/2014 | Yazar: Yıldız Tar

Berlin İstanbul’u ‘çağırdı’; Gezi direnişi, kentsel dönüşüm ve Kreuzberg’te göçmenlere polis saldırısı arasındaki bağlantılar konuşuldu.

Berlin İstanbul’u “çağırdı”, Gezi direnişi, kentsel dönüşüm ve Kreuzberg’te göçmenlere polis saldırısı arasındaki bağlantılar konuşuldu.
 
Maxim Gorki Tiyatrosu ve Heinrich Böll Stiftung’un düzenlediği “Berlin Calls İstanbul/Berlin İstanbul’u Çağırıyor” etkinlikleri Studio R’da Müşterekler’den Begüm Özden Fırat ve Berlin’den öğretim görevlisi Bahar Şanlı’nın sunumlarıyla başladı.
 
Moderatörlüğünü Çığır Özyurt’un üstlendiği etkinlikte Berlin ve İstanbul’da kentsel dönüşüm, direniş pratikleri ve Gezi direnişi tartışıldı. Almanca-Türkçe yapılan etkinlikte çeviriyi Canan Turan yaptı.
 
Kreuzberg direnişine selam!
Panel öncesinde Kreuzberg’te mültecilere dönük polis saldırısı protesto edildi. Mültecilerin yaşadığı bir okulun boşaltılmak istenmesine karşı dayanışma selamları canlı yayınla direniş alanına gönderildi. İstanbul’da bulunan Berlin Konsolosluğu’na direniş için asılan pankartın fotoğrafı gösterildi.
 
Gezi’nin kentsel ve sınıfsal karakteri
Ardından söz alan Begüm Özden Fırat, Gezi direnişinin yurtdışında bir hayat tarzı savunusu ve kültürel direniş olarak algılandığını belirterek; “Bu ayaklanma İslami yönelimleri olan bir hükümete karşı seküler yaşam tarzının ayaklanması olarak algılanıyor. Buna karşı, Gezi’nin kentsel dönüşüm ile ilişkisini ve o dinamikleri konuşmak gerektiğini düşünüyorum. Neo-liberal kentsel dönüşüm ilişkileri; İstanbul ile Berlin arasındaki benzerlikleri konuşmak Gezi’nin sınıfsal karakterini de yansıtacaktır” dedi.
 
Krizden çıkış reçetesi: Kentsel yağma
AKP Hükümeti’nin 2002 yılında iktidara geldiğinde krizden çıkmanın yolunu kentsel, mekansal dönüşümde bulduğunu hatırlatan Fırat, kentsel mekana el koymaya dayanan yeni bir sermaye rejiminin biriktiğini vurguladı. Kentsel dönüşümün öncelikle kent yoksullarının kent dışına atılması ve bununla birlikte borçlandırılmalarına yol açtığını söyleyen Fırat şöyle devam etti:
 
“Bununla birlikte var olan toplumsal dayanışma ağlarının çözüldüğünü ve bununla birlikte toplumsal olarak eyleme geçme potansiyelinin yok edilmek istendiğini söyleyebiliriz. Kent belleğini kaybediyor. Eğer bir yaşam tarzı çatışması söz konusuysa bu hayatları evleri, işyerleri ve AVM’ler arasına sıkıştırılmış insanlarla sermaye arasında bir sınıf savaşıdır.”
 
“Nasıl bir dünya istediğimiz sorusuna cevabımız var”
Gezi’de ve Gezi sonrasında birçok yeni eylem biçimi ve grubu çıktığını vurgulayan Fırat, “Bize kapitalizm sonrası nasıl bir dünya istersiniz sorusunda, ‘Bizi bırakmıyorlar ki hayal edelim’ derdik. Gezi’de devletin olmadığı ve kendi hayatlarımızı organize etmek zorunda kaldığımız bir süreç yaşadık. Ve artık nasıl bir dünya istediğimiz sorusuna cevabımız var” dedi.
 
Berlin’de şehir hakkı mücadelesi
Panelin ikinci konuşmacısı Bahar Şanlı ise “Şehir kimin” sorusunu cevaplamanın çok zor olduğunu belirterek, “En kısa cevap şudur ki: Şehir yatırımcılara ve sermayeye ait değildir. Olmaması gerekir. Şehir Haktır Platformu’nu Nisan ayında kurduğumuzda çok az göçmen örgütlenmesi vardı. Ancak verdiğimiz mücadele ile yıkımı durdurduk. Devamında Kotti & Co’yu kurduk. Orası şu anda bir dayanışma merkezi olarak devam ediyor. Çok farklı hareketlerden gelen insanların bir arada ortak taleplerle mücadele etmesi çok zordu; ancak başarıldığında sonuç çok daha büyük oluyor” şeklinde konuştu.
 
Göçmenler ve mülteciler dahil herkes için oy hakkı mücadelesinin şehir hakkı mücadelesinden ayrılamayacağını vurgulayan Şanlı, “Oy hakkı olmayan insanlar şehir hakkında karar veremiyor. Karar mekanizmalarından dışlanıyor” ifadelerini kullandı.
 
İlgili haber:

Etiketler: yaşam
İstihdam