14/09/2006 | Yazar: Kaos GL

Bilge Karasu'nun her kitabı O'na yaklaşmak için bir adım. Ama bu o kadar da kolay değil. Biraz zaman istiyor ve daha çok da sabır. Ama O'na varmayı başardığınızda dünyanız ve edebiyat algınız değişiyor. Bilge Karasu'nun kitapları...

Bilge Karasu Kitapları Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı Bilge Karasu'nun her kitabı O'na yaklaşmak için bir adım. Ama bu o kadar da kolay değil. Biraz zaman istiyor ve daha çok da sabır. Ama O'na varmayı başardığınızda dünyanız ve edebiyat algınız değişiyor. Bilge Karasu'nun kitapları...

KAOS GL



*Troya'da Ölüm Vardı, 1963 – Metis Yayınları

"... Konuştuklarımız başlangıçta her zamanki gibiydi, biribirimizi kavrıyorduk, ele geçiyorduk, sonra sonra işin can damarına geldik. Durdum. Benden söz açmıştı, beni bulmaktan... Durdum. Sen zaten arıyordun dedim, bir şeyler arıyordun dedim, onları bulmaya hazırdın dedim, o zaman karşına ben çıktım, hazırdın bulmaya, bende buldun o aradığını, bende görmek istediğin, bulduğun şeyleri bulmağa hazırdı... İpi uzatmıştım, elimdeydi, çekişine göre ya düğümü sağlamlaştıracak ya da çözecekti. Bekliyordum. Başını salladı. Bekliyordum..."

*Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, 1970 – Metis Yayınları

Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nda baskı, bir dış etken, insan eliyle oluşturulduğu ne denli bilinse de bir tür kıran gibi ortaya çıkar. Bizans'ta "resim-kırıcılık" diye adlandırılan baskı dönemi başlatılırken genç keşiş Andronikos'un kendi kendine sorduğu soru şudur: Birey olarak bu baskı karşısında, benimsemediğim, ama bana zorla benimsetilmek istenen bu yeni inanç karşısında ne yapmalıyım? İnsan içerikleri toplumdan topluma, dönemden döneme, çağdan çağa değişebiliyor. Bunların taşıdığı değerin saltık değil, göreli olduğu, "Ada" ve "Tepe" öykülerinen oluşan "Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı"nda sürekli olarak altı çizilen bir düşünce.

"Dutlar" ise Bizans'taki baskı ortamının çağdaş zaman dilimi içinde, iki ayrı zaman noktasında yeniden öykülenişi. "Ada" ve "Tepe"nin yazarı olarak Bilge Karasu'nun, dolayılı-dolaysız yoldan tanıklık ettiği bu yeni baskı dönemi sonunda, inanç konusunda bir karara varması, kendi öykülerini de karara bağlayışının öyküsü....

*Göçmüş Kediler Bahçesi, 1979 - Metis Yayınları

"Oyun üzerine ne biliyorsam ondan öğrenmiştim. Ustam karşımda duruyordu.
Ama, oyunun oynaması üzerine bilgi vermemişti. Satranca çok benzeyen bu oyunda taşların, yani bizlerin adı, satrançtaki gibiydi, kurallar hemen hemen aynıydı. Bir iki noktada satrançtan ayrılıyordu. O noktaları da başkan anlatmıştı bu sabah. Ne ki, satranç oynamasını bilip bilmediğimi kimse sormamıştı. Morların bilmesi gereksizdi zaten. Bir zamanlar, biraz oynamış olduğum için, oyunu bilmiyorum diyerek işin içinden sıyrılmaya da kalkışmamıştım. Oynamak istemiştim, başından beri, onu gördüğümden, oyuna katılıp katılmayacağımı soruşundan beri... "

*Kısmet Büfesi, 1982 – Metis Yayınları

"Önceleri, bildiklerini -günün birinde resim yapacağını düşünmeden görüp öğrendiklerini- çizmişti.

İşin, eksiksiz bir at, bir boğa çizmek olduğunu düşünmüş, kaç kez, duvardan çıkıveren, yanına gelen hayvanlarla koşmuştu düşünde. Sonra bakmanın yetmediğini öğrenmiş, kovalayanlarla kovalananların (ister insan, ister hayvan olsun) bağırmasına, böğürmesine kulak vermek, bu seslere, bu ölülere eliyle, gözü kulağıyla dokunkam, koşanlarla birlikte terlemek, yara alanlarla birlikte kanamak gerektiğini anlamış, bu sesleri, bu terleri kanları eklemişti yaptığı resimlere.

*Gece, 1985 - Metis Yayınları

Gece'de anlatılan tek tek, bölük pörçük durumların, konumların, gerçek yaşamla somut ilişkisi sürekli seziliyor satır aralarında. Okurun yakın geçmişte tanığı olduğu birçok toplumsal, tarihsel, kültürel deneyden yankılar var metinde sözgelişi. Alışılmış tarihsel mantığın işleyişi ile sorguya çekiliyor. Ama bütün bu gerçek durumlardan soyut bir çıkarım olan yaşantı, insan umutlarıyla korkularının bütünleyici imgeleriyle dile getiriliyor.

*Kılavuz, 1990 - Metis Yayınları

''Yazmasaydım unutup gidecektim belki, çoğunu... Oysa şimdi geviş getirip duruyorum. Şu 'aracı olmak', 'araç olmak', 'bir oyunun taşı, ya da taşları olmak'...
...İşin tümü bir oyun belki, ama bu oyundaki taşlardan biri, yalnız biri, ben, neyi oynadığımı bilmiyorum. Oyundaki yerimi bilmek şöyle dursun, birilerinin beni oynatıp oynatmadığını da kestiremiyorum.

Ölümden de kaygılandırıcı olan, dönülmez olan durum, bu muydu acaba?''

Daha sonra bunların da yetmediğini öğrenmişti..."

*Narla İncire Gazel, 1993 – Metis Yayınları

"Nar kentinde bir incir buldum. Narı da inciri de, övmek isterim. Anam, her kışın en karanlık noktasında, eve girerken bir nar atardı yere, bütün gücüyle; parçalanıp iyice dağılsın diye. Evin beti bereketi niyetine... Ardından hızla süpürüp silerdi ortalığı. Bir iki gün sonra, narın patladığı yerden çok uzakta incecik bir çıtırtı duyduğum olurdu ayağımın altında. Ne kadar dağılmışsa nar taneleri, o kadar iyiydi. Topladıktan sonra söylerdim anneme, sevinsin diye."

*Ne Kitapsız, Ne Kedisiz, 1994 – Metis Yayınları

"Ona bakıyorum. Susuyor. Yine bakıyor. Çocukluğundan beri bu oyunu oynar: Gözetlenme oyununu."
Önceleri belki bir suçluluk duygusuydu bu: Kendisine dikilen göz Tanrı'nın, anasının, büyüklerden birinin, sevmediği birinin gözü olur, kınardı o anda yaptığını. Adı konmadan yaşanırdı bu suçluluk. Şimdi ise, gerçekten bir oyun: kimi dakikayı, 'bakan, gören varmış gibi yaşamak'... Karasu kendi kendine birşeyler anlatır, gözetlenme oyunu da o sıra oynanır. Bakan göz, o anlatılanı dinlemektedir. Nasıl gözse!..
İşte bundan ötürü bakıyorum ona. Baktığımı biliyor, susuyor, önüne bakıyor. Ne düşündüğünü bildiğimi biliyor."

*Altı Ay Bir Güz, 1994 – Metis Yayınları

''İstediğim, denizi yazmak. zümrütlerin, gökyakutların sabrın; ağaçların tarihsizliğini...

Bir tek kıyısını kavrayabildiğimiz, anlamını ancak bir tek kıyısıyla kurduğumuz denizin öyküleri yoktur bir kara adamı için. Yolculuklara, ister gerçek ister düşsel olsunlar, yakıştırdığımız son, öbür kıyıda bitse bile, deniz gene tek kıyılıdır, üzerinde yaşayıp çalışan biri olmadıkça. Deniz, kara adamının yalnız sınırlarını kaldırışı değil, sınır düşüncesini içinden çıkarıp atıvermesidir. Her şeyin bir aralığının bir yerde başlaması ya da bitmesidir. İstediğim, denizi yazmaktı. Her şeyin bir aradalığına yenik düşeceğimi bile bile.''

*Lağımlaranası Ya Da Beyoğlu, 1999 – Metis Yayınları

14 Temmuz 1995'te yitirdiğimiz Bilge Karasu, ölümünden sonra yayımlanabileceğini düşündüğünü metinleri Füsun Akatlı'ya teslim etti. Okunacak, taranacak, ayıklanacak, bazen yeniden inşa edilecek bir bavul ve irice bir seyehat çantası dolusu "yazılı kağıt"...

*Öteki Metinler, 1999 – Metis Yayınları

Öteki Metinler Karasu'nun, otuz yıla yayılmış bir dönemde ürettiği ve çoğunu yayımlamamış olduğunu düşünsel/kuramsal ağırlıklı denemelerini, metinlerini, bunlarla birlikte okunabilecek notları ve okunmasında sakınca bulmadığını belirttiği günlüklerinden seçmeleri kapsıyor. Füsun Akatlı'nın yayıma hazırladığı bu metinlerde ağırlık kazanan ''öteki'' kavramına neden önem verdiğini Karasu şöyle anlatıyor:
''Yirminci yüzyıl, ondokuzuncu yüzyılın kalıtını yüklenirken, geçmişin yanlışlarını bulup göstermiş, eleştirmiş, 'tanıma'yı, tanımanın yollarını yeniden düşünmeye, irdelemeye çalışmış pek çok insanın konuşup yazdığı bir yüzyıl olmasına olmuştur ama, ne yazık ki, bu son yıllarına varasıya 'öteki'ne karşı davranışının en acımasız, en kanlı, en çılgınca örneklerini art arda sergilemekten başka bir şey yapamamış görünüyor. 'Gelişen Teknoloji', en yararlı göründüğü alanlarda bile, ötekini ezmenin, ona usa sığmaz acılar vermenin bir başka adı olabiliyor.
Bu yazılarda, anlamaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyorum. 'Beriki'de, 'öteki'de benim, biziz, hepimiziz. 'Biz'i anlamağa çalışıyorum. 'Biz'i 'öteki'nden ayıran durumu anlamaya çalışıyorum. O kadar.''

*Bilge Karasu Aramızda - Füsun Akatlı – Metis Yayınları

Bu kitap, 1995 yılında yitirdiğimiz ve kendisinden geriye 1950'li yılların başından beri dokuz telif, on çeviri kitap, üç radyo oyunu ve çeşitli dergilerde yayımlanmış yüzün üzerinde yazısı kalan Bilge Karasu'nun anısına armağan olarak hazırlanmış.

Etiketler: kültür sanat
İstihdam