30/06/2008 | Yazar: KAOS GL

"TCK’nin 216. maddesi doğru uygulanmış olsaydı ve ülkedeki nefret söylemi zamanında dikkatli ve doğru takip edilseydi muhtemelen Trabzon’daki Rahip Santoro bir cinayete kurban gitmeyecekti. İnternet ortamına da yansıyan nefret söylemi zamanında deşifre edilseydi belki de Hrant Dink öldürülmemiş, Malatya’da tüm Türkiye’nin yüzünü kızartan katliam yaşanmamış olacaktı." Taner Kılıç'ın kaleminden.

"TCK’nin 216. maddesi doğru uygulanmış olsaydı ve ülkedeki nefret söylemi zamanında dikkatli ve doğru takip edilseydi muhtemelen Trabzon’daki Rahip Santoro bir cinayete kurban gitmeyecekti. İnternet ortamına da yansıyan nefret söylemi zamanında deşifre edilseydi belki de Hrant Dink öldürülmemiş, Malatya’da tüm Türkiye’nin yüzünü kızartan katliam yaşanmamış olacaktı." Taner Kılıç'ın kaleminden.

KAOS GL

Taner Kılıç

Geçen aylar içinde Mandela’nın Güney Afrika Cumhuriyeti’nde birden patlak verip değişik şehirlere sıçrayan ve başta Zimbabveli olmak üzere ülkedeki göçmenleri ‘işsizlik, suç ve barınma gibi sosyal sorunlara neden oldukları’ gerekçesiyle hedef alan ve canlı olarak yakma gibi oldukça ağır şiddet saldırıları şeklinde gelişen olaylar tüm dünyanın dikkatini tekrar ‘nefret suçlarına’ çekti. Irk ayrımcılığına dayanan Apartheid rejimi 1989 tarihinde iflas etmiş ve 28 yıl cezaevinde tutulan Mandela’nın Afrika Ulusal Kongresi (ANC) 1994 yılından itibaren ülkede ciddi iyileştirmeler gerçekleştirmiş olmasına rağmen meydana gelen bu şiddet olayları ülkede şok etkisi oluşturdu. Bir kez daha hatırladık ki, nefret suçları sadece çok ilkel ve totaliter rejimlerde değil, demokrasi ve insan hakları kültürünün göreli geliştiği zannedilen ülkelerde de ciddi bir potansiyel tehlike oluşturmaktadır.

Irk, din, etnik/milli köken, cinsiyet, cinsel yönelim, engellilik durumu ve yaşları gibi nedenlerle beslenen önyargı yüzünden kişilere ve/veya mülklerine karşı işlenen suçlara ‘nefret suçu’ adı verilmektedir. İlk olarak 1969 yılında ‘önyargı yasaları’ olarak ABD’de kavramlaştırılan nefret suçları daha sonraki yıllarda Avrupa ülkeleri mevzuatlarına girmiştir. Başta yerli haklarının, daha sonraki kölelik uygulamasına bağlı olarak siyah haklarının, günümüzde ise daha çok göçmen ve vatandaşlık haklarının tartışıldığı ve bu tartışmadan beslenen sivil haklar mücadelesinin ve kazanımlarının muhafaza edilmesi şüphesiz hem ABD hem de dünya ülkeleri açısından son derece önemli. 1990’lı yıllardan itibaren, cinsiyet ve cinsel yönelim temelinde gerçekleştirilen saldırıların da bu kapsama alınması ile tarihi süreç nefret suçları ile mücadelede önemli bir evreye ulaşmıştır. Avrupa’da ve örneğin Almanya’da ise 2001 yılından bu yana ‘siyasi motifli suç’ olarak kabul edilen bu kapsamdaki suçlar için daha çok ‘önyargı suçları’ tanımlaması kullanılmaktadır.

‘Önyargı suçları’

Ülkenin Ceza Kanununda tanımlanan bir suç olup olmadığına bakılmaksızın mağdurların kendilerini önyargı veya nefret ile algılandıklarını hissettikleri her türlü olay nefrete dayalı bir olaydır. Dışa vurumları ise Ceza Kanununda suç olarak tanımlanan fiziksel saldırı, saldırı tehditleri, mülkiyete zarar verme, taciz, yazılı veya sözlü kötü davranış, nefret içerikli ve saldırgan duvar yazıları, gözdağı veren değişik davranışlar, kabadayılık ve incitici şakalar gibi davranışlarda görülebilir. Şüphesiz bu hareket ve davranış alışkanlıklarının ortaya çıkmasında çok ciddi tarihi, düşünsel nedenler ve bu nedenlerle bağlantılı aile, okul, şehir ve ülke iletişim araçlarından edinilen eğitim süreçleri etkili ve önemli olmaktadır.

‘Bir bebekten bir katil ortaya çıkaran’ kültürel atmosferin bu nedenle iyi irdelenmesi, nefret suçlarını tespit, anlama ve önleme çalışmalarında hayati öneme sahip olacaktır.

2004 yılında kabul edilip halen yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunununda, kişiler arasında ayrım yaparak mal satım, işe alım, hizmeti sunmama veya ekonomik özgürlüğün engellenmesi gibi durumlar olarak tespit edilen ayrımcılık örnekleri 6 ay - 1 yıl arası cezaya tabi tutulmuştur. ‘Topluma karşı suçları’ düzenleyen bölümde yer alan ‘Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama’ ifadelerini içeren 216. madde aslında nefret suçları hakkında uygulanması gereken bir maddedir.

Ancak nefret suçları hakkında oldukça efektif kullanılabilecek bu madde ya hiç uygulanmamakta ya da çoğunlukla nefret söyleminde bulunanlara değil, İbrahim Kaboğlu ve Baskın Oran aleyhine açılan davalarda görüldüğü gibi daha çok nefret söylemine karşı çıkanlara karşı kullanılmaktadır.

Maddenin yerinde uygulandığı örnekler çok azdır. İzmir’de bulunan ve basın açıklamalarında ‘yol açtığı sorunlar nedeniyle’ Kürt halkının kısırlaştırılması gerektiğini savunan Türkçü Toplumcu Budun Derneği’ne karşı Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyelerinin yaptığı suç duyurusu doğrultusunda açılan dava şüphesiz, 216. maddenin doğru uygulanışının istisnai örneklerindendir. Keza, geçtiğimiz mart ayında Denizli-Çivril’de bir Kürt aile için ‘Bunlar PKK’lı. Biz kovmazsak Kürtler köyü ele geçirecek’ şeklinde propaganda yaparak ailenin ilçeden kaçmasına neden olan 16 kişi hakkında -ailenin şikáyetçi olmamasına rağmen- bu madde kapsamında dava açılması yine olumlu ama ender örneklerdendir.

Bunun dışında ‘millete ve devlete karşı suçları’ düzenleyen 4. kısmın ‘devletin egemenlik alametlerine ve organlarının saygınlığına karşı suçları’ düzenleyen 3. bölümü kapsamındaki ‘Türk milletini, Cumhuriyetini, devletin kurum ve organlarını aşağılama’ suçunu düzenleyen 301. maddenin uygulanma şeklini ise artık dünyadaki sağır sultan bile duymuştur.

Nefrete karşı cesaret

216 doğru uygulanmış olsaydı, ya da bundan da önce ülkedeki nefret söylemi zamanında dikkatli ve doğru takip edilseydi muhtemelen Trabzon’daki Rahip Santoro bir cinayete kurban gitmeyecek, şehirde basın açıklaması yapmaya çalışan gençlere linç girişiminde bulunulmayacaktı. İnternet ortamına da yansıyan nefret söylemi ülkede ciddi takip edilip zamanında deşifre edilseydi belki de Hrant Dink öldürülmemiş, Malatya’da tüm Türkiye’nin yüzünü kızartan bir katliam yaşanmamış olacak ve İzmir’in Seferihisar ve Kemalpaşa ilçelerindeki linç girişimcileri gerekli cesareti kendilerinde bulamayacaklardı. Bu nedenlerle ülke içindeki nefret söylemlerinin takip edilmesinin ve bunların deşifre edilmesinin çok ciddi anlamda hayati öneme sahiptir.

Bir süre önce Montgomery, Alabama’da ziyaret ettiğimiz Southern Poverty Law Center (SPLC) (Güney Yoksulluk Hukuk Merkezi) işte tam da bu yönde çok ciddi faaliyet yürüten ve ABD’deki nefret gruplarını izleyen ve deşifre eden bir kuruluş. Bu kuruluş yasa uygulamalarını, medyayı, interneti ve hatta insanların davranışlarını izleyip bunların sonuçlarını üçer aylık dönemler halinde çıkarmakta oldukları Intelligence Report (Haber Ekspresi) isimli dergi ile duyurmaktadır. SPLC hukuki ve cezai sorumluluk da doğurabilecek bu çalışmasını son derece ciddi ve titiz yöntemlerle yürütürken bazen dedektif tekniklerine başvurmaktan da geri kalmamaktadır.

‘Kafatasçıları izleme’

1981 yılında Alabama’da barışçıl bir gösteri sırasında göstericilere saldıran bir beyazın siyah bir kişi tarafından meşru müdafaa sırasında ölümüne sebebiyet vermesinin ardından yapılan yargılamada tamamı beyaz olan jüri üyelerinin idam kararı vermesi üzerine bu ekip ilk kez o tarihte ‘Klanwatch’ (Kafatasçıları İzleme) ismi altında sanık yanında temyize dahil olmakla bu alandaki hukuki mücadelesine başlamış. Bu dava kapsamında yaptıkları çalışmalarda karşılarında bir nefret grubunun olduğunu fark eden ekip daha sonra yaptıkları çalışmalarda ülkede birçok nefret grubunun aktif olarak çalışma içinde olduğunu tespit etmiş. 1998 yılında Intelligence Report ismini alan kurum bugüne gelindiğinde ülkede bulunan Neo Naziler, ırkçı dazlaklar, siyah ayrılıkçılar, göçmen karşıtları, eşcinsel karşıtları, aşırı militanlar gibi kategoriler altında yüzlerce yerel nefret gruplarını izleyen, bu konuda ciddi bir raporlama sunan ve artık alanında uzman bir kuruluş olarak kabul edilen bir yapıya dönüşmüş durumdadır.

Bizdeki mevcut Ceza Kanunu maddesinin nefret söylem ve suçlarını tespit ve cezalandırmasına yönelik içeriğinin zenginleştirilmesi ve dünyadaki güncel uygulamaları gözetilerek bir uygulama alanı bulması geleceğimiz adına hayati öneme sahiptir. SPLC’ın örnek alınması gereken çalışma teknikleri ve olaylara bakış açısının kavranması ise sürekli tırmanışta olduğu gözlenen nefret söylemleriyle mücadelede hem kamu kuruluşları hem de sivil toplum kuruluşlarımız açısından ciddi anlamda ufuk açıcı olacaktır.

Kaynak: Star, 30 Haziran 2008



Etiketler: insan hakları, mülteci
İstihdam