18/12/2006 | Yazar: Kaos GL

‘Gerçekten lezbiyen değilim, olsam söylemekte tereddüt etmem ama öyle hissetmiyorum. Ben birçok dini toplantıya Roberta’yla birlikte gidiyorum. Hıristiyan okurları ürkütür müyüm diye düşünsem bunu yapmam.’ Ezgi Başaran, Susana Tamaro’yla konuştu.



‘Gerçekten lezbiyen değilim, olsam söylemekte tereddüt etmem ama öyle hissetmiyorum. Ben birçok dini toplantıya Roberta’yla birlikte gidiyorum. Hıristiyan okurları ürkütür müyüm diye düşünsem bunu yapmam.’ Ezgi Başaran, Susana Tamaro’yla konuştu.

KAOS GL

Ezgi Başaran

İtalyan yazar Susanna Tamaro’nun (49) 1994’te yayınlanan romanı Yüreğinin Götürdüğü Yere Git’i dünyada ve Türkiye’de birçok kişi okudu. Tamaro bir modern zaman filozofu gibiydi, akıcı bir dille büyükannenin torununa yazdığı mektupları aracılığıyla sevgi, endişe, korku, ölüm ve yalnızlıkla nasıl baş edebileceğimizi anlatıyordu. Bugüne kadar 16 kitap yazan Tamaro ilginç bir kişilik.

Doğduğu şehir Trieste’nin, daha sonra yakalandığı ağır astım hastalığının yazarlığını ve karakterini çok etkilediğini söylüyor. Şimdi Orvieto kasabasında büyük bir çiftlikte yaşıyor. Yıllar önce Famiglia Christiana adlı Katolik dergisine yazdığı, Vatikan’daki kardinallerle tanıştığı için bazıları ona Katolik yazar da dedi. Ama o, buna çok kızıyor. Geçen eylülde sadece özel hayatını anlattığı Vanity Fair dergisine ise 19 yıldır bir kadınla yaşadığını açıkladı. Tamaro, Yüreğinin Götürdüğü Yere Git’in devamı olan Yüreğimin Sesini Dinle adlı yeni bir kitap yazdı. Bu kez anne babasını, daha doğrusu köklerini tanımaya çalışan 22 yaşında bir genç kızı dinliyoruz kitapta. Türkçesi Can Yayınları’ndan çıkan bu son kitabı için birkaç günlüğüne İstanbul’a gelen Tamaro’ya her şeyi sorduk.

34 yaşına geldiğinizde bir konuda emin oldunuz, kesin bir karar aldınız: Asla çocuk sahibi olamayacaktınız. Neydi size bu kararı aldıran?

— Kötü bir annem olduğu için ben de onun gibi kötü bir anne olmaktan korktum. Aslında şimdi hazırım bir çocuk sahibi olmaya ama artık çok geç.

Uzun yıllardır bir kadınla yaşıyorsunuz. Roberta’ya karşı duyduğunuz şey aşk mı?

— İçinde çok büyük bir sevgi bulunan bir arkadaşlık bizimkisi. Roberta bana annelik yaptığını söyler mesela.

Lezbiyen olduğunuz ama bunu Hıristiyan okuyucuları küstürmemek için sakladığınız iddiasına ne diyorsunuz?

— Gerçekten lezbiyen değilim, olsam söylemekte tereddüt etmem ama öyle hissetmiyorum. Ben birçok dini toplantıya Roberta’yla birlikte gidiyorum. Hıristiyan okurları ürkütür müyüm diye düşünsem bunu yapmam.

Erkeklerden umudu kestiğinizi söylemiştiniz bir keresinde. Niye?

— Erkeklerden umudunu kesmeyen kadın var mı? Kadınlar bir arada olduğu zaman çok huzurlu ve mutlu. Kocası ölen bütün arkadaşlarıma gidin, bir kız arkadaşınızla yaşayın, bu çok keyifli oluyor diye öğütlüyorum. Bir erkekle hiç yaşamadım ama bunun yorucu olacağını düşünüyorum. Bir de kaynanalarınız olacak düşünsenize!

Geçen ay bir röportajda 18 yıldır seks yapmadığınızı söylediniz. Bir insan seksi neden hayatından çıkarır?

— 16 ile 30 yaş arası son derece renkli bir hayatım vardı. Çok erkeğin kalbini kırdım. Yaşayacağımı yaşadım. Seksin bir zararı yok ama bence bunu yapmak için bir insanı sevmeniz gerekir. Sevmediğiniz biriyle sevişmek çok hüzünlü bir aktiviteye dönüşebilir. Ben doğru insanı bulamadım, vaktim olmadı.

Babama çok öfkeliyim, çünkü bizi umursamadı, sevmedi

Neden "Yüreğimin Sesini Dinle"yi yazdınız. Yüreğinin Götürdüğü Yere Git ile ilgili eksik kalan bir şey mi vardı?

— Birinci kitap anneannenin ağzından yazılmış mektuplardan oluşuyordu ve bu 80 yaşındaki bir kadının hayata bakış açısıydı. Şimdi torunun neler hissettiğini öğreniyoruz. Aslında bu kitabı yazmayı düşünmüyordum, o yüzden ikisinin arasında 12 yıl var. Ama sonra ben de torunun nasıl bir hayat sürdüğünü, anne babasıyla ilişkisini merak ettim.

Bir insan annesinin veya babasının geçmişini tüm detay ve çıplaklığıyla bilmek ister mi? Ne tür bilgiler altüst edici olur?

— Her şeyi bilmenin çok iyi bir fikir olmadığını düşünüyorum. 18 yaşıma kadar babamı bir kahraman olarak görüyordum. Fakat onu tanıdıkça büyük hayalkırıklığı yaşadım. Aklı fikri kadınları baştan çıkarmakta, aslında kimseyi sevmeyen bir adam olduğunu gördüm ve çok kötü hissettim. Kafamdaki baba hayali yavaş yavaş çürümeye, kuruyup dökülmeye başladı.

Kitaptaki genç kız da bunu yaşıyor değil mi?

— Evet. Babasının bir ödlek olduğunu görüyor ve canı sıkılıyor. Genç kız babasından çok daha güçlü aslında.

Bu iki romanınız kuşaklararası ilişkilere odaklanıyor. Sizce bu devirde anneanne ve torun, anne kızdan daha kolay mı iletişim kuruyor? Ben anneannemin annemden daha modern olduğunu düşünüyorum çoğu zaman.

— Ben de aynı şeyi yaşadım. Anneannemle daha iyi anlaşırdım. Annemle pek konuşulmazdı. Çünkü zamanımın anneanneleri 1900’lerin başında doğmuşlardı. Belki çok özgür değillerdi ama çok sağlam ve kendinden emin kadınlardı. Annemin kuşağı ise karmaşık bir dünyaya doğdu. Moderniteyle tanıştılar, kendilerini nereye konumlandıracaklarını bilemedikleri için güvensizlerdi.

Kötü bir çocukluk geçirdiğinizi söylüyorsunuz. Sizi en çok etkileyen neydi?

— Annem ve babam çok genç evlenmişti ve çocuk yetiştirmek için gereken olgunluğa erişmemişlerdi. Babamın karakteri oturmamıştı ve kişilik sorunları vardı, doğduğum anda annemi terk etti. Yılda bir-iki gün ziyarete gelirdi. O zamanlar boşanma diye bir şey yoktu, o yüzden de bir insanın babasının olmaması yadırganan bir durumdu. Çok üzüntü çektim çocukluğum boyunca. Ne iş yaptığını bilmediğim için onu üniformalarıyla gelen bir subay ya da büyük bir işadamı olarak hayal ederdim. Annemle ise bu konuyu hiç konuşamazdım. O da kendisiyle ilgilenen egoist bir kadındı.

Anneniz de babanız da öldü. Hiç pişmanlığınız var mı?

— Üç kardeşiz. Benden küçük kardeşim, babam kırk yılın başı bir haftasonu eve geldiğinde annemin karnına düşmüş. Üçümüz de çok iyi ve tatlı insanlarız. Babama öfkeliyim çünkü hiçbirimizi gerçekten tanımadı, umursamadı ve sevmedi. Bu zenginliği kaybettiği için onun adına pişmanlık duyuyorum. Gülerek anlattığıma bakmayın son derece acıklı bir durum bu.

Hüzünlü kitaplar yazan huzurlu biriyim

Kitabın kahramanı genç kızı bir anda Hayfa’da buluyoruz. Neden?

— Çünkü ben Katolik olmama rağmen Yahudi kökenli bir aileden geliyorum. Büyükannem Yahudilikten Hıristiyanlığa dönmüş. Aklım başıma geldiğinde ben de aynı kitaptaki kız gibi köklerimi sorgulamaya başladım. Kudüs’e ve Hayfa’ya gittim.

Kitabınızda genç kızın bir kibbutz’da yaşayan dayısı Gionata "Sen neye inanıyorsun?" diye soruyor kıza. Bir insana sorabileceğiniz en temel soru inançla ilgili olan mıdır?

— Kesinlikle. Ben çok inançlı bir insanım. Hayat, bir aşk ve inanç yürüyüşüdür. Bütün dinler de bize bunu öğretir. Ama şimdi insanlığı savaşın eşiğine getiriyor dinler. Çünkü ne anlattıklarıyla ilgilenmiyoruz. Bu yüzden hangi dine mensup olduğunuz değil, neye inandığınız sorusu çok önemli. Mevlana "Sevgi, bir insanı amacına götüren yelkendir" der. Sevgi yoksa o yelken yoktur ve hiçbir yere gidemezsiniz.

Bu iki kitaptaki karakterlerden biri olmak zorundasınız desem, hangisi size daha yakındır? Kalbi kırık anne mi, torununa hayata dair öğütler veren anneanne mi, merak, şaşkınlık ve öfke hisseden torun mu?

— Kitaptaki karakterlerin içinde kendimi en çok kibbutz’da yaşayan Gionata Dayı’ya yakın hissediyorum. Çünkü onun müthiş bir doğa ve ağaç sevgisi var. Ben de onun gibi bir süre kibbutz’da yaşadım.

Hüzünlü müsünüz, huzurlu mu?

— Hüzünlü kitaplar yazan huzurlu bir insanım.


Kaynak: Hürriyet, 17 Aralık 2006


Etiketler: kültür sanat
İstihdam