06/03/2020 | Yazar: Gözde Demirbilek

Kaos GL’nin toplumsal cinsiyet eşitliği ve çeşitliliğini sağlamak adına yürüttüğü çalışmaları görünür kılmak için başladığımız söyleşi dizisi “Bıraktığımız yerden”in dördüncü konuğu derneğin İnsan Hakları Programı Asistanı Damla Umut Uzun.

Bıraktığımız yerden: Damla Umut Uzun anlatıyor Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Kaos GL Derneği toplumsal cinsiyet eşitliği ve çeşitliliğini sağlamak için kurumsal işleyişinde ‘neler yapabiliriz’ sorusuna yanıtlar aramaya devam ediyor.

Bu sorudan hareketle yeni söyleşi dizimiz derneğin kadın çalışanlarının toplumsal cinsiyet eşitliğine yaklaşımı ile birlikte çalıştıkları alanlarda eşitliği ve çeşitliliği sağlamak amaçlı müdahalelerine yer veriyor.

Bu söyleşi dizisinde Kaos GL kadınları anlatıyor; onların toplumsal cinsiyet eşitliği ve çeşitliliğine dair süren çalışmalarının, planlarının ve hayallerinin tanığı oluyoruz.

Bizden önce bu mücadeleye katkı sunan ve bizden sonra sürdürecek olanların emeğini de görünür kılmak adına herkesin bıraktığı yeri işaretleyen bu söyleşi dizimizin adı da “Bıraktığımız yerden” oldu.

Söyleşi dizisinin bugün konuğu Kaos GL İnsan Hakları Programı Asistanı Damla Umut Uzun... Umut ile insan hakları alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında tutumlarını, beynelmilel siyasi konjonktürde LGBTİ+ mücadelesini ve kapsayıcılığın eşitliğe giden yolunu konuştuk.

Sözü ona bırakalım.

Kaos GL’de hangi alanda çalışıyorsun? Hayatında neleri değiştirdi?

Kaos GL'de İnsan hakları Programı’nda çalışıyorum. Yani Kaos GL benim ilk uzun dönem profesyonel iş deneyimim esasında, o yüzden hayatımda kişisel olarak çok şeyi değiştirdi, ilk olarak özgürleştim : ) hem ekonomik olarak hem de kafamın içinde.

Bunun dışında LGBTİ+ hareketiyle eskiden gelen bir tanışıklığım vardı ama iş, ciddiyetle bu meselenin politikasını yapmaya gelince aslında bildiğimi sandığım ama yalnızca “bir fikrimin olduğu” ne kadar fazla şey olduğunu fark ettim. Misal Kaos’a başladığımda hâlen Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları bölümü master öğrencisiydim. “Ben bu işin kitabını okuyorum keh keh” diye düşündüğüm birçok mevzunun aslında akademideki ayrıcalıklı ağızlardan anlatıldığından çok daha derinlikli olduğunu Kaos’ta (ve alanda) çalışa çalışa fark ettim ve öğrendim. Bence LGBTİ+ hareketinin (haliyle Kaos GL’nin) bana kazandırdığı en kıymetli şey bu eleştirel bakış açısı. Madilene madilene öğrendik madileye madileye öğreticez aşkım. : )

Türkiye’de hak temelli çalışan çeşitli sivil toplum kuruluşu var. İnsan hakları alanında yürütülen çalışmaları toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında nasıl değerlendiriyorsun?

Kaos GL’de çalıştığım alanda birçok insan hakları örgütü ve feminist örgütle eğitimlerde, çalıştaylarda falan sık sık bir araya geliyorum ve bu sayede onların çalışmaları hakkında da bilgi sahibi oluyorum. Yani şu dönemde Türkiye’de insan hakları alanında çalışmak başlı başına bir “talihsiz serüvenler dizisi”yken insan hakları hareketinin tüm bu çabaları çok kıymetli.

Öte yandan eleştirilecek yanları da yok değil. Yani burada çalıştığım şu üç yılda bilmiyorum kaç kadın örgütü ile ya da insan hakları örgütüyle aynı masaya oturdum, kaç etkinlikte bir araya geldik… Bunların bazısında halen toplumsal cinsiyet meselesine çok dar bir perspektiften bakma eğilimi var. Yani bunun cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, cinsiyet ifadesi gibi konuları da içerdiğinden bihaber, konuyu halen yalnızca heteronormatif şekilde ve ikili cinsiyet bağlamında tartışmaya çalışan kimseler gördüm. Yazık…

Eleştireceğim nokta da bu, yani o toplantıda herhangi bir LGBTİ+ örgütü katılımı olmadığı durumda halen gözüm arkada kalıyor, içimde bir temsiliyet şüphesi oluşuyor. Katıldığım toplumsal cinsiyet başlıklı etkinliklerin çoğunda bunun LGBTİ+’ları de içeren bir mesele olduğunu hatırlatan ben oluyorum; oradaki katılımcılar bunu bilmediğinden değil tabi ama o an akıllarına gelmediğinden ya da belki “bunun sırası daha gelmedi” bakış açısından bilemiyorum. Umarım sadece birincisidir. Bu yüzden sürekli LGBTİ+ polisliği yapıyormuşum gibi hissediyorum. Yani sen kendi adına konuşmazsan hala kimse senin meseleni sahiplenip de senin kadar canhıraş konuşup bunu savunmuyor. Özetle böyle.

Türkiye dışında deneyimleri en yakından gözlemleyenlerden biri de sensin aramızda. Ortak çalışma yürüttüğümüz ülkelerdeki mücadeleyi nasıl görüyorsun?

Evet, insan hakları programı içinde daha çok uluslararası ilişkiler alanıyla ilgileniyorum aslında. ILGA-Europe, ERA gibi uluslararası LGBTİ+ çatı örgütlerinin yıllık toplantılarına birçok kere katılma şansım oldu.

Yani kendi deneyimim üzerinden şöyle yorumlayabilirim: Evet Avrupa’da insan hak ve özgürlükleri konusunda Kaf Dağı’na çıkmış Batı Avrupa ve kuzey ülkeleri var gerçekten. Buralarda LGBTİ+’ların anayasal hakları var, hizmetlere sorunsuz ulaşabiliyorlar; ayrımcılık ve nefret suçu karşıtı yasalar var; bunun dışında ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü gibi hakları da garanti altında ve en önemlisi bunlar eşitlik prensibiyle uygulanıyor (mülteci meselesi hariç ama bunu eleştirmeyi uzmanlarına bırakmak daha makul). Bizde ise durum tam tersi.

Yani LGBTİ+’lar olarak hepimiz temelde aynı hakları istiyoruz, ayrımcılık ve nefrete karşı mücadele ediyoruz ama coğrafyalar arası mücadele düzlemlerimiz çok farklı. Daha doğrusu onlar bir düzlemde mücadele ediyor, biz ise trambolin gibi bir şeyde ordan oraya savrulurken hak mücadelesi vermeye çalışıyoruz : ) Böyle farklılıklar çerçevesinde LGBTİ+ aktivizmi yaptığımızdan bazen birbirimizi anlamamız, yani onların bizi anlaması biraz zor oluyor. Aynı yerden konuşmuyoruz çünkü. Mesela biz halen LGBTİ+ etkinlikleri üzerindeki Ankara valilik yasağının mantığını anlatamıyoruz Avrupalılara. Mantığı yok çünkü. Orada eğer bir güvenlik riski varsa tehlikeye açık gruplar korunuyor, burada ise potansiyel saldırganlar saldırmasın diye bizim bir sürü hakkımız ihlal edilerek tüm etkinlikleri yasaklama gibi bir “önlem” alınıyor. Yani sen bunu nasıl açıklayabilirsin? Ya da mesela şu içinde bulunduğumuz akıl tutulması gibi atmosferde bile Avrupa’dan bize farkındalık çalışması olarak “kampanya yapma” fikri sunabiliyorlar. İşte bilboardlara ilan verecekmişiz TV’ye çıkacakmışız da LGBTİ+ haklarını anlatacakmışız. Ooo Alice gene tavşanla çay saatini fazla kaçırmışsın diyesi geliyor insanın. Yani bir tane etkinlik yaparken kırk tane risk analizi yapmak hem katılımcıların hem kendimizin güvenliğini enine boyuna düşünmek durumundayız. Muasır medeniyet aktivizmiyle bizimki bir değil. 

Bir de yurtdışında birçok Pride organizasyonuna katılma fırsatım oldu. “Oranın onur yürüyüşü de onur yürüyüşü mü bee” dedim çoğunlukla. Ne slogan atmak var ne bağırıp çağırmak; öyle gezeleniyolar gökkuşağı bayrağıyla :D Yani haklar verili olunca mücadele de rehavetli oluyor herhalde. Biz alışmışız burda manyaklığa; kaossuz slogansız yapamıyoruz. O yüzden bu yönüyle ben Türkiye’deki LGBTİ+ aktivizmini Avrupadakilere değişmem. Burada tüm imkansızlıklar, baskılar, yasaklar içinde gümbür gümbür çalışıyoruz, söke söke alınacak o haklar!  

Eşitliğin sağlanması haklarla mümkün olabilir mi sence?

Tek başına yeterli değil ama eşitlik yolundaki en büyük kolaylaştırıcılar yasal haklar diyebiliriz tabi. Bunun en açık örneğini yine yurtdışından verebilirim. Balkan ülkeleri de şu an Avrupa Birliği’ne girme yolunda. Bu yüzden insan hakları gerekliliklerini yerine getirme konusunda tepeden inme bir şekilde ayrımcılık karşıtı uygulamalar, göstermelik bir LGBTİ+ desteği veriyorlar devlet nezdinde. Ama misal bu ayrımcılık karşıtı yasalar uygulamada işlevsiz çünkü polisler bilmiyor, mağdurlar bilmiyor…

Mesela yine Balkan ülkelerinde Onur Yürüyüşü büyük kentlerin en merkezi sokaklarında polis korumasında düzenleniyor. Çok güzel bir şey polisin bir eylemde size saldırmak için değil de korumak için orada bulunması, ben çok etkilendim ilk gördüğümde : ) Ama korumalı bölgelerin dışında nefret dolu saldırgan gruplar bekleşiyor, yürüyüş kortejlerinin tepesine nefret söylemi içeren broşürler yağdırıyorlar pencerelerden, sokaklarda küfürler saldırılar…

Yani yasal haklar olsa da yerel düzeyde yeterli çalışmayı yapmadan, toplumu yeterince bilinçlendirmeden hak verilince de uygulamada bu çok gerçekçi olmuyor. Eşitliği tepeden indiremiyorsun. O yüzden sivil toplumun yani bizlerin yaptığı işler desteklenerek yasal haklar verilirse o zaman eşitlik kültüründen bahsedebiliriz bence.

Talepler dile getirilirken kapsayıcılık ve eşitliğin gözetilmesi için sence nelere dikkat edebiliriz?

Kendi bakış açımıza ve kafamızın içine de heteronormatif ikili cinsiyet sistemine baktığımız şekilde eleştirel bakabilirsek herkes ve her şey kendiliğinden daha kapsayıcı bir hale gelir bence. LGBTİ+ hareketinin bu kadar güçlendiği ve derdini toplumsal düzeyde var edebildiği bu dönemde trans dışlayıcı bir feminist (TERF) olmayabiliriz mesela. Neden olalım? Ya da ne bileyim mülteci politikasının yerlerde süründüğü şu zamanlarda ırkçı veya milliyetçi olmayabiliriz. Ya da ayrımcılık, şiddet, sömürü gibi konuları konuşurken yalnızca “insan” odaklı bir duruşumuz olmayabilir, türcü olmayabiliriz gibi gibi... 

Hani toplumsal cinsiyet hareketinin uğraşa didine çoğunluğa öğrettiği (evet herkes için uygulatamasa bile en azından öğrettiği) “cinsiyetçi küfür etme” uyarısının kafamızda bir alarm şeklinde yanıp sönmesi gibi varolan kesişimselliklerin bilincinde olarak, kendimizi bunun farkında olmaya zorlayarak bu işi çözebiliriz herhalde. Umarım.

Nasıl bir gelecek hayal ediyorsun?

İnsan gibi yaşadığım bir gelecek hayal ediyorum. Bir kadın olarak başıma bir şey gelecek mi korkusu olmadan sokakta gezebilmek istiyorum; başıma bir şey gelirse cezasız kalmasın istiyorum. “Onursuz ibneler, ahlaksızlar” demenin ifade özgürlüğü değil nefret suçu olarak değerlendirilmesini istiyorum mesela. Adalet istiyorum. Özgürlük istiyorum. Kendi adıma da değil sadece ama eşit haklar perspektifinden düşündüğümde etrafımda olup bitenler karşısında sinirden kudurmamak, artık haksızlığa uğramamak istiyorum. (Kalbim pıt!)

Hatta bir gün gerçekten bunun olacağını kuvvetle umut ediyorum. Hepimizi öpüyorum. 


Etiketler: kadın, yaşam
nefret