28/02/2019 | Yazar: Tarık Şimşek

“Filmlerini yapmaktan vazgeçmeyen, mücadele eden sinemacılar olduğu müddetçe, umut da vardır”

“Dizilerde en son ne zaman LGBTİ+ karakterlere rastladık?” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“Filmlerini yapmaktan vazgeçmeyen, mücadele eden sinemacılar olduğu müddetçe, umut da vardır”

“Sinemada LGBTİ+” yazı dizimizin ikinci konuğu senarist ve sinema yazarı Ali Ercivan:

“Sanat sineması sınırları içinde daha geniş bir yaratıcılık alanı, bunun sağladığı cesaret ve dürüstlük demek bu. Çeşitli alt başlıklar açılabilir muhakkak. Geçmişin karikatürize veya günahkarlıkla özdeş karakterlerine dönmediğimiz sürece, hepsine ihtiyaç var.”

Aynı zamanda kendi ilk yönetmenlik deneyimini, “kuir”leşen bir yol filmi projesini aktaran Ercivan, “Gerçek bir olaydan esinlenmiş bir LGBTİ+ yol filmi üzerine çalışıyorum. İlk kez yönetmenlik yapmak istediğim bir film. Köprüde Buluşmalar programına seçilerek yola koyulduk” diyor

LGBTİ+ yasaklara ve sansüre değinerek, umutsuz olmamayı da aşılıyor bizlere:

“Ülkenin gidişatı hoşgörüye, eşitliğe, insan haklarına doğru değil, malum. Bu şartlarda pozitif bir yansıma beklemek saflık olur. Ama bu yüzden filmlerini yapmaktan vazgeçmeyen, mücadele eden sinemacılar olduğu müddetçe, umut da vardır demek en doğrusu herhalde.”

Ercivan’ın sorularımıza yanıtları şöyle:

Sizce sinemada LGBTİ+ temsili, görünürlüğü nasıl olmalıdır?

Bunun tek bir yanıtı olamaz elbette. Ama her halükârda temsilin, karakterlerin sahiciliği önemli bence. Bunun seyircide her zaman karşılığı ve dönüştürücü etkisi olduğuna inanıyorum. Bugün artık salt bir misyonla hareket etme zorunluluğu olmadan LGBTİ+ karakterleri işleyen filmlere daha sık rastlıyoruz. Beni Adınla Çağır (Call Me by Your Name), Muhteşem Kadın (Una mujer fantastica) veya Love, Simon gibi filmler var bir tarafta. Genel seyircinin homofobi veya transfobisini kırma mücadelesinde önemli; anaakım sinemanın kodları içinde daha romantik, izleyende empati yaratmayı başarabilecek işler. Diğer tarafta da Les garçons sauvages ya da Knife + Heart (Un couteau dans le coeur) gibi daha kuir bir yerde duran filmler var. Sanat sineması sınırları içinde daha geniş bir yaratıcılık alanı, bunun sağladığı cesaret ve dürüstlük demek bu. Çeşitli alt başlıklar açılabilir muhakkak. Geçmişin karikatürize veya günahkarlıkla özdeş karakterlerine dönmediğimiz sürece, hepsine ihtiyaç var. Yazık ki hâlâ Bohemian Rhapsody gibi filmler -hem de eşcinsel sinemacılar tarafından- yapılıp “hasta, baş belası ibneler” önyargısına oynayabiliyor ve yüz milyonlarca dolar hasılat elde edip yıllar boyunca güçlükle elde edilmiş onca kazanıma darbe indirebiliyor.

Bu bağlamda Türkiye’de ne durumdayız?

Şu an çok parlak bir durumda değiliz çünkü her şeyden önce bir üretim sıkıntısı var. Ülkenin mevcut haliyle alakalı bu. LGBTİ+ temalı film üretmek, bu projelere finansman aramak, cesaret etmesi zor bir iş. Kutluğ Ataman gibi hükümete yakın duran bir sinemacı, bir trans filmi için bakanlıktan destek bulabiliyor ama kulağımıza gelene göre, “keşke filmden bu eşcinsellik meselesini çıkartsanız” uyarısıyla gerçekleşiyor destek. Filmi ne zaman ve nerede izleyebileceğimiz hala meçhul. Kendi adıma, gerçek bir olaydan esinlenmiş bir LGBTİ+ yol filmi üzerine çalışıyorum. İlk kez yönetmenlik yapmak istediğim bir film. Köprüde Buluşmalar programına seçilerek yola koyulduk. Ancak yurtiçinden nasıl finansman buluruz, hadi filmi çekmeyi başardık, Türkiye’de gösterime sokmamız bile mümkün olacak mı gibi soru işaretleri önümüzde duruyor. Hiçbir şeyi yumuşatmadan, taviz vermeden ama neticede seyircinin empati kurmaması imkansız bir insan hikayesi anlatmak derdindeyim. Fakat dediğim gibi, doğru ve sahici temsillere gelene kadar, bu filmi gerçekleştirmek nasıl mümkün olur, önce bu sorunun çözümünü bulmaya çalışıyoruz.

Son çıkan sinemada sansür yasasının LGBTİ+ temalı filmlere yansıması nasıl olur?

Negatif olması kaçınılmaz herhalde. Fakat Kutluğ Ataman’ın filmi bakanlıktan yapım desteği gördü. Sansüre, eser işletme kuruluna takılır mı böyle biri; yandaşlık Ataman’a ne kazandıracak, yandaş olmamak başka sinemacılara ne kaybettirecek, hepsini izleyip göreceğiz. Belki filmlerini Türkiye’de vizyona sokmayı hiç denemeyip sadece bazı festivallerde 18+ ibaresiyle göstermekle yetinecek insanlar, gösterim olanakları için yurtdışına çevireceğiz yüzümüzü. Ülkenin gidişatı hoşgörüye, eşitliğe, insan haklarına doğru değil, malum. Bu şartlarda pozitif bir yansıma beklemek saflık olur. Ama bu yüzden filmlerini yapmaktan vazgeçmeyen, mücadele eden sinemacılar olduğu müddetçe, umut da vardır demek en doğrusu herhalde.

RTÜK’ün “genel ahlak” adı altında sansürü artık çok yaygınlaştı. Bütün bu sansüre karşı LGBTİ+ görünürlüğü ve ifade özgürlüğü için neler yapılabilir?

RTÜK daha sansür mekanizmaları ayyuka çıkmadan bile yapım şirketlerine, kanallara dizilerde öpüşme sahnelerini bile istemediğine dair uyarılar gönderiyordu. Esas kızla esas oğlanın öpüşmesinden bile rahatsız böyle bir kurum varken, görünürlük ve ifade özgürlüğü için televizyon alanında bir kazanım beklemek beyhude olabilir. Tabii bazı yapımcılar, bazı diziler kendilerince ufak direnişler, başkaldırılar gösteriyorlar. Fakat en son ne zaman bir LGBTİ+ karaktere rastladık dizilerde? Kiralık Aşk’ta Meriç (Acemi) böyle bir rol yazdı, seyirciye de sevdirdi. Ama hafiften de olsa karikatürize bir tipti. İster istemez demeli herhalde... Jet Sosyete’de Gülse Birsel adını yüksek sesle dillendirmeden yine eğlenceli gey arkadaş şablonu içinde bir karakter yazıyor, bazı kadın karakterleri arasında lezbiyenlik iması da işliyor. Ama çok ileri gidemeyeceğinin o da farkında. Hepsi bir sitcom’un orta yolcu sınırları içerisinde. O cinsel tansiyondan çıkartabileceği mizahı çıkartmakla yetiniyor. Zaten kaç kişi fark ediyor bu imaları? Şu an Kadın veya İstanbullu Gelin gibi kadın-erkek eşitliği mevzularında laik, modern görüşleri her fırsatta yüksek sesle savunmakta ısrarcı birkaç dizi var. Bu gibi projelerin nadiren araya LGBTİ+ kesime yönelik de ufak tefek pozitif mesajlar katmasından öte ne beklenebilir, inanın bilmiyorum. Daha fazlasını beklemek gerçekçi değil sanırım. Bu kadarını beklemek bile fazla nahif olabilir ama yine de talep etmek bir haktır, işe yarayabilir. Belki Netflix, BluTV gibi platformlarda bazı adımlar atılabilir. Ama Fi adlı dizide lezbiyen bir karakterin, sırf ürün yerleştirmede sponsor firmalar sorun çıkartıyor, ürünlerinin bir lezbiyen tarafından kullanılırken görülmesini istemiyorlar diye heteroseksüele çevrildiğini de biliyoruz. Yapımcılar ve kanallar, başlarını devletin kurumlarıyla belaya sokmaktan o kadar çekiniyorlar ki, elde edilmesi çok güç kazanımlar haline geldi bütün bunlar.

Sizin sinemada en sevdiğiniz LGBTİ+ temsilinde güçlü, klişe karakterler barındırmayan filminiz ve karakteriniz hangisidir?

Hemen geçen yıldan, çok etkilendiğim bir yaratıcı belgeseli örnek vermek isterim, zihnimde hala tazeyken: Obscuro Barroco. Brezilya’nın São Paulo kentini transeksüel bir şehir olarak tanımlayan, Luana Muniz adlı oradaki kuir kültürünün önemli bir ismini hayatının son günlerinde takip eden, çok güçlü bir belgesel.


Etiketler: kültür sanat
nefret